"Silahı eline almak"

"Silahı eline almak"

Çok lafı idare etmek zordur. Satır aralarına gerek kalmaz. Ne kadar örtmeye çalışsanız da gerçek meramınız ağzınızdan çıkıverir.
Büyükanıt'ın 32. Gün'de peş peşe kurduğu cümleler arasında böyle bir cümle var. "Ama bu yapılmayınca iş askere kalınca, askerin de yapacağı tek şey kalıyor: Silahı eline almak." "Yapılmayan", yani eksik olan şey ise mevzunun akışına göre, güya rejime yönelik siyasî gelişmeler. Büyükanıt "her kesim üzerine düşeni yapsa" diyerek, silah ele alınmadan önce "yapılmayan"ın ne olduğuna işaret ediyor. Konu 27 Nisan bildirisi. Mesele, hatırlanacağı üzere cumhurbaşkanlığı seçimi. Büyükanıt'ın cümlesine göre "her kesim" üzerine düşeni yapsa, son çare olarak asker "silahı eline almak" zorunda kalmayacak. "Her kesim"in, sandıktan çıkan iktidar dışındaki "bazı kesimler" olduğu ortada. İktidar partisi, anayasa kurallarına uygun şekilde bünyesinden bir cumhurbaşkanı adayı çıkartıyor ve "bazı kesimler" çaresiz kalınca asker "silahı eline almak" zorunda kalıyor. Bu "silahı eline almak" tabirinin ne anlama geldiği konusunda sanıyorum bir kuşku yok. Bu silah, adı üzerinde Türk Silahlı Kuvvetleri'nin elindeki silah. Ordunun, müsellah biçimde siyasete ağırlığını koymasını ifade ediyor. "Rejimin tehlikeye düşmesi" ise tamamıyla subjektif bir konu. "Durum" müdahaleyi gerektirince, rejimin tehlikeye düştüğüne karar vermenin objektif hiçbir ölçüsü yok. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin sevk ve idaresinde ciddî zaaf emareleri var. Daha ötesi, bu zaafların ve subjektif yargılardan çıkartılan "silahı eline almak" eyleminin asgarî şartlarda işleyen bir devlet düzeni için oluşturduğu tehlike. Demokrasiye veya halka yönelik değil; doğrudan devlet düzenine yönelik bir silahlı tehdit söz konusu. Kendi komuta kademesinde sorunlar yaşayan ordu, bu iç zaaflarını çözmek için de zaman zaman "silahı eline almak" zorunda kalıyor. Ortaya dökülüp saçılan birçok bilgi, siyasete yapılan müdahalelerin arkasında "paşaların kavgası" olduğunu göstermiyor mu? Bu kavga, birinin diğerine gösteriş olsun diye sivil siyasetçileri dövmesi anlamına geliyor.

Hatırlanacağı gibi, son üç genelkurmay başkanı hakkında karalama kampanyaları yürütüldü. Büyükanıt'ın söyledikleri, diğer beyanlarla uyumlu biçimde bu kampanyaların TSK içinde tezgâhlandığını gösteriyor. Paşalar kendi aralarında kavga ediyor. Ne için? Söz konusu olan, aslında kurum içi bürokratik bir rekabetten ibaret. Ama bu rekabet elinde silah bulunduran ve maalesef denetlenemeyen üstelik siyaset üzerinde vesayet iddiasında bulunan bir kurum içinde gerçekleşince ortaya vahim sonuçlar çıkıyor. Demek ki TSK'nın kendi içinde uyguladığı tayin-terfi sistemi sanıldığı gibi sağlıklı işlemiyor.

TSK'nın "silahı eline almak" iddiası, iki başlı bir devlet düzeni ortaya çıkartıyor. Yaşar Büyükanıt'ın söyledikleri arasında yer alan devlet kurumları arasındaki uyumsuzluğun, bu iki başlılıktan kaynaklandığı ortada değil mi? Ortada "rejimi koruma gerekçesi" ile, siyasete canı istediğinde, canının istediği biçimde müdahale eden bir silahlı güç var. Devletin diğer kurumları bütün işlerini, her an silahı eline alacak bu gücün gölgesinde icra ediyor. Türkiye'nin en önemli sorunlarını, Kürt sorunundan başlayarak arka arkaya sıralayalım. Bu sorunların çözümü için gösterilen çabaların hepsinin üzerinde silahın gölgesi yok muydu? Askerin "silahı eline alma" tehdidi, siyaset kurumunun çok basit sorunları çözme yeteneğini bile elinden almıyor mu? Devlet, akıllı ve çevik bir güç haline gelemiyor, bu silahlı vesayet yüzünden sorunlarını çözemiyor. Büyükanıt bize, kendi nüfuzuna yönelik bir tehlike sezdiği zaman eline silah almakla dışarıdaki düşmanları değil kendi demokratik iktidarını tehdit eden bir ordunun resmini çiziyor.

Orduyu, demokratik-hukuk devletinin sınırları içinde bir yere yerleştiremediğimiz, diğer devlet kurumlarını canı istediğinde silahı eline almakla tehdit etmekten men edemediğimiz takdirde hiçbir sorunu çözemeyiz.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi