'Tayyip Erdoğan'sız siyaset'

'Tayyip Erdoğan'sız siyaset'

AK Parti lideri gençlere "gelecek sizin" diyor. Bunu söylerken, siyasetin zirvesine çıkmış bir lider olarak kendisini örnek veriyor. Tablo, bir liderin özgüvenini ve gençlere güvenini yansıtıyor. Hepsi bu kadar. Bir siyasetçinin, içinde kendisinin yer almayacağı bir gelecekten bahsetmesi o kadar alışılmadık bir durum ki, hemen spekülasyonlar başlıyor. Tuhaf olanın "AK Parti'de Putin modeli" diye başlayan bu yorumlar olması gerekmez mi?
Siyasetçinin zirveye tırmanması azminin, çabasının, basiretinin toplamına, talihin eşlik etmesi ile mümkün. Ama siyaseti bırakması hiçbir zaman kendi tercihi olmuyor. Kendi iradesi ile "bu kadar yeter" diyerek siyaseti bırakan ve köşesine çekilen siyasetçi örneği yok. Bu durumu tutku ile, benlik duygusu ile açıklayamazsınız. Bir liderin kendi kararı ile siyaseti bırakabilmesi için geçmişini bütünüyle reddetmesi lâzım. Siyaseti bırakmak, savaş meydanında karşınızdaki düşmana teslim olmak demek. Sadece kendinizi değil, ordunuzu da teslim ediyorsunuz. Bir liderin siyaseti bırakma kararını ancak onun adına halk verebilir.

En zor yetişen kişi politikacıdır. Eskilerin ağırlaşan politik sorunların sebebi olarak gösterdikleri "kaht-ı rical" (devlet adamı yokluğu) gerekçesi boşuna değildir. Bilgi birikimi ve deneme yanılma yöntemi ile edinilen pahalı tecrübeler ve her daim tetikte duran bir zekâ ve dikkat iyi yetişmiş bir politikacıyı vazgeçilmez kılar.

İki politikacı tipi var. Birincisi çok yaygın. "Siyaset mümkün olanın sanatı" sözü, siyasette gerçekçi olmaktan çok girdiği kaba göre şekil almayı ifade ediyor. Bu sözü geçmişte Demirel'in sık sık tekrarladığını hatırlatalım. Kendisinden daha güçlü olana boyun eğen, zayıf olanı ise ezen ve istismar eden bir politikacı tipi bu. Bukalemun gibi renkten renge girebildiği için her zemine ve ortama uyum sağlıyor; kısaca ayakta duruyor. İkinci politikacı tipi ise fani olduğunun bilinciyle işini yapıyor. Politikacıları kâğıttan bir metni okurken değil, anlık tepkilerinde yakından tanımak mümkün. Özal'ı, kongre salonunda uğradığı suikasttan birkaç dakika sonra "Allah'ın verdiği canı Allah'tan başka kimse alamaz" derken hatırlamamızın sebebi bu.

Politikacılar da fani olduğuna göre, politikacıdan değil, kişilerle özdeşleşen politika tarzından bahsetmek gerekir. 27 Mayıs darbesini ve sonrasını gözleyerek büyük güçlerin koalisyonunu temsilen Başbakanlığa gelen Demirel, omurgasız siyaset tarzını bizlere 40 yıla yakın gösterdi. Siyasette uzun süre kalan liderler aynı zamanda bir ekol oluştururlar. Demirel ekolünden yetişen politikacılar arasında, kafası omurgası üzerinde duran bir politikacı tanıdınız mı? Özal kaba göre şekil alan kişiliksiz bir politikacı değildi. Sadece kimse ile doğrudan dalaşmaz, çalıyı dolaşmayı tercih ederdi. Ama hedefinden de vazgeçmezdi. Tayyip Erdoğan'ın da artık politika dünyasında bir ekol haline geldiğini teslim etmek gerekir. İleride tarihçilerin bu ekolü tanımlarken "dik durmak ama diklenmemek" sözü üzerinde uzun uzun duracakları ortada.

Yakın gelecekte "Tayyip Erdoğan'sız siyaset mümkün mü?" Bu ihtimalin mümkün olup olmayacağına en son karar verecek kişi Tayyip Erdoğan'ın kendisi. Yüksek düzeyde temsil görevi üstlenen bir lider, ona güvenenleri yarı yolda bırakamaz. Tüzük dediğiniz şey, bir kongrede kolayca düzeltilir. Arkanızdaki halk desteği devam ettiği sürece, politika bir mecburiyettir. Hüsamettin Cindoruk'un parti genel başkanı sıfatıyla sahne aldığı bir ülkede hâlâ eski siyaset tarzına bir dönüş ihtimali mevcut demektir. Mezardan sesler geliyor. Vıcık vıcık olmuş bir politikacı tipi "hafıza-i beşerin nisyan ile malûl olması"na güvenerek yeniden arz-ı endam edebiliyorsa, kimsenin köşesine çekilme lüksü yok demektir. Yoksa rûz-ı mahşerde hesabı sorulur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi