Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Alçak!.. Şerefsiz!.. Rezil... Ve Müptezel’ler!

Alçak!.. Şerefsiz!.. Rezil... Ve Müptezel’ler!

Hani, “adımız çıkmış dokuza, inmez sekize” diye bir söz vardır ya; bazı insanlar, “ağızlarıyla kuş tutsalar” bile, üzerlerine yapışan bu “yafta”dan kurtulamazlar... İtiraf edeyim; ben de, işte o “adı dokuza çıkanlardan”ım... Ne yapsam, ne yazsam nafile... Bir türlü “sekize inmiyor” işte!.. Gerçi çok da şikâyetçi değilim... En nihayetinde ne diyorlar?.. “Küfürbaz” diyorlar... “Çok argo kullanıyor” diyorlar... Ne yapayım yani; adam “düzgün lâftan anlamıyor”sa, “argo” kullanmayıp da ne yapayım?.. Zaman oluyor, “herkese anladığı dilden cevap” vermek zorunda kalıyorum... Adam “kaşarlı” ya, adam “yüz” yerine “kösele” taşıyor ya; illâ “anladığı dilden” cevap istiyor!.. Öyle bir cevap verince de herhalde rahatlıyor olmalı ki; sesi-sedası çıkmıyor!..
Ama sonuç değişmiyor tabiî...
Adım çıkmış “küfürbüz”a!..
Oysa, herkes bilir benim kimlere sövdüğümü?..
Kimlere “hakaret” ettiğimi de herkes bilir...
Yine bilirler ki; ben birine sövmüşsem, o biri, mutlaka haketmiştir bu sövgüyü...

BEN, ONLARIN ÇIRAĞI OLAMAM!
Hayır, buna rağmen “sövme-sayma”nın iyi bir şey olduğunu savunmuyorum... Ama, “insanlık hâli”dir bu... Bazen zıvanadan çıkar, “en galiz küfürler” çıkıverir insanın ağzından!..
Dedim ya, “insanlık hâli”dir!..
Olur böyle vak’alar!..
Nice “beyefendi” denilen, “kibar” zannedilen “kültürlü” bilinen insan vardır ki; “nasır”ına basıldığında “güneş yüzü görmemiş küfürler” çıkar ağzından!.
İşte, benim derdim onlarla!..
Bana “küfürbaz” diyorlar ama, kendi ettikleri küfrün bini bi para!.. Hele “hakaret”leri var ki; ağızlarından çıkanı kulakları duymuyor!..
Makinalı tüfek gibi sıralıyorlar:
“Müptezel!.. Alçak!.. Şerefsiz!.. Rezil!”
Daha da hırslarını alamayıp, höykürüyorlar;
“Namussuz!.. Köktendinci!”
Hani, şarkının sözleri var ya;
“Bana kara diyen dilber,
Senin de gözlerin kara değil mi?”
Aynen şarkıdaki gibi;
Bana “küfürbaz” diyen insanların kendileri küfürbazın şahı!.. Onların yanında ben “çırak” bile olamam!
Çünkü onlar, “küfür ve hakaret ustası!”
Ama, ne yaparsın ki;
“Adı çıkan” biziz!..

NEFRET ÇÖLÜNDEKİ KAKTÜS DİLLİLER!
Bunları böylece ifade ettikten sonra, gelelim “gündemdeki olaylar” üzerinde yapılan tartışmalara!..
Gündemdeki olaylar malûm;
“Uğur Dündar’ın istifa veya intiharı”
“Mehmet Faraç ve Ümit Zileli’nin ekran terörü”
“Ahmet Hakan’ın kesilen midesi ve alınan dalağı”
Malûmlarınız olduğu üzre; her üç olayın kahraman(!)ları da; “Vakit’in iddialarına cevap vermek” yerine, “saldırmayı” ve “hakaretler savurmayı” tercih ettiler!..
“32. Gün’deki tartışma sahnesi” gözlerinizin önündedir herhalde... O sahneyi, Hürriyet’ten Fatih Çekirge, dünkü yazısında şöyle tasvir ediyordu:
“Vakit gazetesinden Serdar Arseven, Cumhuriyet’ten Ümit Zileli ve Mehmet Faraç... Rıdvan Akar yönetiyor. Program canlı değil. Banttan yayınlanıyor...
Ve daha ilk 5 dakikada muazzam bir bağırtı.
"Alçak", "şerefsiz", "rezil"...
Hakaretler havada uçuşuyor. Kimse kimseyi dinlemiyor. Ben o feci anı görünce Türkiye geldi gözümün önüne... "Öfke denizi"nde patlayan fırtınalar.
Kabaran "hakaret dalgaları" yürüdü üstüme...
Üzerimize yerleşen o "nefret çölü"nde her geçen gün daha da büyüyen o "kaktüs dil" geldi.
Evet o "kaktüs dil"...
Kavga öylesine büyüyor ki; yayın kesiliyor. Ve arada Mehmet Faraç, Arseven’e iki bardak fırlatıyor... Faraç’ın o saldırgan hali gözümün önünden gitmiyor.
Olacak şey mi? Oluyor işte.”

HÂLÂ EŞİNİ ÖNE SÜRÜYOR!
“Asıl saldırganlar”ın kimler olduğunu, kimlerin “kaktüs dilli” olduğunu, kimlerin “öfke denizi”nde yüzüp, “nefret çölü”nde yol aldığını gördüğümüze göre, gelelim Uğur Dündar olayına...
Uğur Dündar, önceki gece yine ekrandaydı...
Bu defa “sunucu” değil, “savunmacı” olarak!..
Vakit’in 14 Mayıs Perşembe günü sürmanşetten verdiği, sonraki günlerde yoğun tartışmalara yol açan haberle ilgili savunma yaptı!..
Dedi ki;
“Namus ve şeref cellâtları!..
Köktendinci bir gazete!”
Peki, “savunma” mı bu?..
Ya da bir “açıklama” mı?..
Savurulan “hakaret”ler ve yapılan “saldırı”lar ne zamandan beri “açıklama” oldu, ne zamandan beri “savunma” oldu?.. Dürüstlük, bunun neresinde?..
Vakit ne demiş sana;
“Kendini asma, cevap ver.”
Kime demiş?..
Uğur Dündar’a demiş!..
Çünkü o başlığı okuyan “en gerzek, en aptal ve en ahmak” bir insan bile, başlıktaki “muhatap”ın Uğur Dündar olduğunu anlar!..
Tabiî “önyargılı” değilse!..
Ve de “bön yargılı” değilse!..
Peki Uğur Dündar ne yaptı?..
Bizim “doğrudan kendisine” yaptığımız çağrıya, “karısını öne çıkararak” cevap verdi!..
Bizi “kadınlarla uğraşmak”la suçladı, “kadını aşağılamaya çalışmak”la suçladı, “namus ve şeref cellâtlığı” yaptığımızı iddia etti!..
Oysa, bize ne senin eşinden!..
İster Brezilya’ya gider, ister Jamaika’ya!..
İster “tek” gider, ister “birçok” insanla!..
Bize ne senin eşinden?..
Bizim muhatabımız “sen”sin!.. Çünkü sen, Star ekranlarını “babanın malı”gibi kullanıp, dedin ki;
“Evlendikten sonra biri çıkıp, karımın tek başına yurtdışına çıktığını ispat ederse hemen bu meslekten istifa eder, hatta intihar bile ederim!”
Biz de, “ispat” ettik işte!..

O GAZETECİYE PARA VERDİN Mİ?
“Amaaa” dedik, “kendini asmana” gerek yok; çık ekranlara, erkekçe ve dürüstçe “özür” dile!..
Peki Uğur Dündar ne yaptı?..
Saldırıya geçti... Hâlâ da saldırıyor!..
Üstelik “ilgisiz” kişileri de suçlayarak!..
Üstelik “yandaş”larını da devreye sokarak!..
Ama şu işe bakın ki;
Evdeki hesap çarşıya uymuyor!..
Dün olduğu gibi...
Efendim; CNN Türk’te yayınlanan Medya Mahallesi programının Yeni Şafak’a konuk olduğu dünkü programda, ilginç şeyler yaşandı...
Programın sunucusu Ayşenur Aslan, program boyunca son günlerin en çok tartışılan ismi Uğur Dündar hakkında yapılan haberleri diline doladı.
Ayşenur Aslan, Uğur Dündar’ın eşinin tek başına yurtdışına çıktığına dair belgeleri yayınlayan Vakit’in özel hayatı deşifre ettiğini ileri sürerken; Yeni Şafak’ın Genel Yayın Koordinatörü Ergun Diler, bizim, üzerinde durduğumuz o ayrıntıyı gündeme taşıdı.
“Dündar’ın eşinin sık sık Breziya’ya gittiğine” dair Ergenekon iddianamesinde yer alan ifadelerin ardından gelişen süreçte tartışmanın Uğur Dündar’a kilitlendiğini belirten Diler, aynı iddianamedeki şu ayrıntıyı canlı yayında aktardı:
“Bu tartışma yurtdışına girdi, çıktı olayına takıldı. İddianamede okuduysanız, o satırların yer aldığı pasajda şu söyleniyordu; İsmini vermek istemediğim bir gazetecinin yüklü bir para karşılığında aslı astarı olmayan özel haberler yaptırdığı...
Hadise buydu ve kimse bunu tartışmıyor.”
Ergun Diler’in bu cevabı karşısında ne olduğunu gördünüz?.. Ayşener Hanım, bu sözlere cevap vermek yerine, apar-topar “reklâmlar”a geçiverdi!..
Hep aynı taktik;
“Ortada kuyu var, yandan geç!”
Aslında var ya; “O soru” hep sorulmalı Uğur Dündar’a: “Tansu Çiller aleyhinde atıp-tutması için, İlhami Yangın adlı gazeteciye hiç para verdiniz mi?.. Verdinizse, kaç para verip de Arena’ya çıkardınız?”
Ama emin olun ki;
Uğur Dündar, “O paradan” söz etmek yerine, yine “Yasemin Baradan” diyecektir!..
Hem de üzerine, “Kadının onuru!.. Namus ve şeref cellâtlığı!.. Köktendinci gazete” sosu dökerek!.

MİDE VE DALAK NE, HERGELE KİM?
Gelelim, “Ahmet Hakan’ın dalağı” meselesine!..
Vakit ne yazmıştı;
“Askere gitmemek için, dalağını aldırmadan önce midesini kestirmiş!”
Buna verilecek cevap nedir?..
“Külliyen yalan!.. İspat etsinler!”
Ama Ahmet Hakan ne diyor;
“Müptezeller!”
Dedim ya, bizim adımız çıkmış!..
Oysa kendileri, “küfür ve hakaret”te sınır tanımıyor!.. “Nasırlarına basıldığında” en galiz küfürleri bile makinalı tüfek gibi saralıyorlar!..
Üstelik de; “sap yiyip, saman çıkardıkları”nın farkında bile değiller!..
Meselâ, diyorlar ki;
“Hem, benim kim olduğum bu kadar önemli mi canım?.. SÖYLEYENE değil, SÖYLENENE bakmak bu kadar mı zor?”
Bir yandan da basıyorlar küfrü;
“Müptezeller!”
Hani “söyleyen” değil, “söylenen” önemliydi?..
Sen “söylenen”e baksana arkadaş!..
“Askere gitmemek için” mideni kestirdin mi, kestirmedin mi?.. Dalağını aldırdın mı, aldırmadın mı?..
Cevap veriyor: “Müptezeller!”
“Hergele”nin zoruna bak!..
Hemen, “minder dışı”na kaçıyor!..
Oysa “adam” gibi soruyoruz sana;
“Hürriyet’in Pazar ilavesinde Ahmet Arsan takma adıyla yazan sen misin?”
Diyorsun ki;
“Ne önemi var?.. Benim kim olduğumu Levent Gültekin’e sorun... Ahmet Arsan’ın, Ahmet Hakan olduğunu söylerse, ona inanın!”
Levent Gültekin diyor ki;
“Ben yemin ettim, söyleyemem!”
Ama, bizden önce “internethaber.com”un yöneticisi Hadi Özışık konuşmuş Levent Gültekin’le...
Ve o konuşmayı özetle şöyle yansıtmış sitesinde:
“Ahmet Arsan, henüz gündemde değilken...
Ertuğrul Özkök o meşhur yazıyı yazmamışken...
Levent Gültekin ile bir telefon görüşmesi yaptık...
Ne olduysa, söz dönüp dolaşıp müstear isimle yazı yazmaya geldi... Levent, bana dedi ki;
“Ben, Ahmet Hakan’a, Ahmet Arsan ismiyle yazı yazdırdığım zaman kıyamet kopuyordu. Herkes o yazarın kim olduğunu merak ediyordu...
Sende böyle etkili birinin yazması gerekiyor.
Hürriyet Pazar’ın yeni yazarı Ahmet Arsan, Levent Gültekin’i tanık gösterince, o isim bana tanıdık geldi.
İnandım...
Ve Ahmet Arsan’ın, Ahmet Hakan olduğuna kesin kanaat getirdim.
Tek tanık Levent Gültekin çünkü.”

KÜFÜR VE HAKARETLERİNİZ AYNEN İADE!
Yazının başından beri, “üç isim, üç olay”dan söz edip, şunu söylemeye çalışıyorum:
“Kim olursa olsun; yaptığı bir işi erkekçe savunsun!.. Bir söz söylediyse; ya onun arkasında dursun, ya da özür dileme erdemini göstersin!..
Ya da susmasını bilsin!..
Susmuyorsa da, küfretmesin!..”
Çünkü millet;
“Alçak!.. Şerefsiz!.. Rezil!.. Adi!.. Müptezel!..
Hergele’lerin, şeref, namus ve haysiyet cellâtlarının kimler olduğunu gayet iyi biliyor!..”
Onların, henüz “adları çıkmış olmasa” bile!..
Uzun lâfın kısası;
Kim Vakit’e veya Vakit mensuplarına kem söz söylüyorsa, işte cevabım;
“Aynen iade!.. Hem de, misliyle!”

Şener’in partisi: TP mi, TÜP mü?
Herkes “aynı iddia” ile çıkıyor yola... Kimi “kitle partisi” olacaklarını söylüyor, kimi de “Türkiye’nin partisi” olacaklarını!.. Ama iş icraata gelince; “kitle” de umurlarında olmuyor, “Türkiye” de!.. Öyle bir “koltuk hırsı”na kapılıyorlar ki; başlıyorlar, “küçük olsun, benim olsun” demeye!..
Alın DTP’yi yani Demokratik TOPLUM Partisi’ni!..
Ya da; CHP’yi, yani Cumhuriyet HALK Partisi’ni!.. Sorarım size; bu partiler “Toplum”la ne kadar barışık, “Halk”a ne kadar yakın?!?..
Birisi “Güneydoğu kıyıları”na hapsolmuş, diğerinin “deniz kıyısı”ndan başka yerde esamesi okunmuyor!.. Ama kendilerine sorarsanız; “toplum”un partisidirler, “halk”ın temsilcisidirler!.
Ama, “Türkiye’nin her tarafında yok”turlar!..
Derken, dün öğrendik ki; “nurtopu gibi bir partimiz” daha doğmuş!.. Abdüllatif Şener abimizin kurduğu partinin adı “Türkiye Partisi” olacakmış!.. Elbette, o da “Türkiye’yi kucaklama” iddiasında!..
“Arkadaşlarını kucaklayamayan” bir adam, Türkiye’yi nasıl kucaklayacak, ayrı bir mesele!..
Şu da bir mesele: Bu partinin kısaltılmış halini nasıl yazacağız?..
“TP” mi yazacağız, “TÜP” mü?..
“Doğalgaz”ın bunca yaygınlaştığı bir Türkiye’de “TÜP”ün yüzüne bakan olur mu acaba?..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi