Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

"Faşizan uygulamalar..."

"Faşizan uygulamalar..."

Bugün 27 Mayıs. Bir ihtilalin yıldönümü. Yassıada'da yaşananlardan bir kesiti, Abdülmelik Fırat'tan dinleyelim:

"Harp Okulu öğrencileri bile bizi tekme tokat dövdü.... İçişleri Bakanı Namık Gedik'i oraya çöp arabasıyla getirdiler. Daha sonra da pencereden aşağıya attılar. Genç subaylar başbakan, cumhurbaşkanı ya da general ayırt etmeden yüzlerimize tükürüp herkesi sille tokat dövüyordu. En ağırımıza giden, bayan vekillere yapılan saldırılardı. Tünelden geçerken onlara küfür ediyor, eteklerini aşağıya çekiyorlardı." (Zaman, Bayram Kaya'nın haberi)

Bugünlerde, Yassıada konusunda, bunun gibi çok vahim tanıklıkları okuyabilirsiniz.

Türkiye'de böyle dönemler kaç kere yaşandı derseniz, size, "Hâlâ yaşanmıyor mu?" sorusu ile cevap verebilirim.

İstiklal Mahkemeleri'nden bu yana, hakim yapının "meşruiyyet dışında" gördüğü farklı toplum kesimlerine yönelik gaddarlıkları saymakla bitirilmez.

Bunun içinde sürgün de vardır, idam da, insan yerine koymamak da...

Bunu, dindarlar yaşadı, Kürtler yaşadı, solcular yaşadı, milliyetçiler yaşadı, ve gayrimüslim azınlıklar yaşadı...

Bunlara Başbakan'ın ifadesiyle "Faşizan uygulamalar" diyebilirsek - ki diyebileceğimizi düşünüyorum- Türkiye'de bunlar ahval-i adiyedendir.

Türkiye'de hala, "başörtülüleri eğitim hayatından arındırma" siyaseti uygulanmaya devam edilmiyor mu? Ve Türkiye'de bu, iktidarda muhafazakar bir kadro bulunmasına rağmen yapılmıyor mu? Bu da "millet iradesine rağmen uygulanan örtülü faşizan derin yapı" sayılmaz mı?

Bir çevre, Başbakan'ın sözlerini gayrimüslim azınlıklara yönelik uygulama ile sınırlandırdı ve bunu "TC adına eşine az rastlanır" bir konuşma olarak niteledi.

Belki Başbakan da onu kastetti.

Böyle bir damar işliyor.

Dünkü medyaya baktım, gayrimüslim azınlık temsilcileri, Türkiye'den göç edenler, Yunan basını ve Ermeni meselesinde özürcüler, "Hah işte!" gibi bir tepki verdiler ve "Bunun arkası gelmeli" deyip, beklenenleri sıraladılar. Beklenenler gerçekleşmediği takdirde de, bu sözlerin havada uçuşan sözler olmaktan ileri gidemeyeceğini belirttiler.

Yani fatura!

"Gayrimüslim azınlıklar" dosyası açıldığında peşinden hemen bir "Fatura" gelmesi kaçınılmaz gibi duruyor.

Türkiye'de bu konuda yanlışlar yapıldığı bir vakıa.

Ama ben, bu akımın, Osmanlı'nın yıkılış dönemi dahil bu alandaki tüm acıların bedelinin Osmanlı'ya ve Türkiye'ye ödetilmesini insaflı bulmuyorum.

Türkiye ile Yunanistan arasındaki bir anlaşma ile gerçekleşen "Mübadele"nin bile, Başbakan'ın "Faşizan uygulama" sözünden yola çıkarak bir kere daha, "Türkiye'nin günah dosyası" arasında sayılmasını insafla ve tarih gerçeğine sadakatle bağdaştırmak mümkün değildir.

Mübadelede, sadece Türkiye'den göçen Rumları dramatize edip, Yunanistan'dan evini barkını bırakıp göçen Türkleri gözardı etmek ise, bize has bir duygu sapması olsa gerek.

Yine mübadelenin, Anadolu'ya yönelik Yunan işgalinden ve yerli Rumlarla işbirliği halinde gerçekleşen vahşetten sonra gelen ve İtilaf devletlerinin ürettiği bir proje olduğunu unutmamak lazım.

Tıpkı, tehcirde yaşanan acıları görüp, Ermeni çetecilerin Müslüman köylerine yönelik yaptığı vahşeti görmemek gibi.

Buna baktığımda, İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt'in "Tarihi olaylar konusunda karar vermek siyasilerin görevi değildir. 1915 olaylarını soykırım olarak nitelemek sorunları çözmekten çok sorun yaratacaktır. Böyle bir tanımlama, 1915 olayları konusunda açık bir tartışmayı isteyen gruplar için de işleri zorlaştıracaktır." şeklindeki sözlerini daha ön yargısız ve insaflı bulduğumu belirtmeliyim.

Sonuç olarak şunu söylemek isterim:

Türkiye, geçmişe yönelik bir sorgulama yapmalı, ezilen toplum kesimlerindeki duygular tamir edilmeli.

Ama bu yapılırken, toplumun bir başka kesiminde gadre uğramışlık duygusuna yol açılmamalı.

Şu an CHP ve MHP'nin sözcülük ettiği o duygular, her iki siyasi hareketle buluşmayan toplum kesimleri tarafından önemsenirse, onu da yadırgamamak gerekiyor.

....

Taraf'ta Elif Çakır'ın dünkü yazısını okudunuz mu?

Taraf en özgürlükçü gazetemiz.

Ama Elif Çakır'ın dünkü yazısı, bir boğulmuşluğu yansıtmaktaydı.

Hem de kendi gazete ortamındaki boğulmuşluğu.

Ne yapmıştı Elif Çakır?

Gazetenin din konusundaki bir tavrını eleştirmişti.

Ağzına şaplak vuruldu.

Muhafazakar camianın özgürlükler konusundaki tavrını çifte standartlı bulan dostlar, içlerindeki bir tek başörtülü yazarı boğmaya kalkıştılar. Ne bu? İçimizdeki faşizm mi?


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Taşgetiren Arşivi