Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Sizin faşizmden yakınmaya hakkınız var mı?

Sizin faşizmden yakınmaya hakkınız var mı?

Bir tür ‘sınıf tepişmesi’ olarak başlayan kavga, muhalefetin ve sorumsuz basının da ittirmesiyle ‘yaşam tercihleri’ çatışmasına dönüştü ve ‘Fevkalade müteessirim’ diyerek karambolden parsa toplamaya çalışan muhterem Süleyman Demirel bile, haksızken, birden haklı duruma yükseliverdi...

Hani, ‘Başörtülü okumak isteyen Suudi Arabistan’a gitsin’ demiş, Suudi Arabistan’ı layık gördüğü kahir ekseriyet tarafından Güniz Sokak’a mahkum edilmişti ya...

Hepimiz fevkalade müteessiriz aslında.

Böyle olmayabilirdi...

Bu kavgadan (Türkiye’nin ‘Sünni faşizmi’ne gittiğini ileri sürenlerle, inanç özgürlüğünün engellendiğini düşünenlerin semboller üzerinden yürüttükleri kavgadan), işimize yarar bir sonuç çıkmaz.

Enerji kaybından başka bir şey değil...

Enerji ve zaman kaybı...

Muhalefetin ve sorumsuz basının tahrik girişimleri, iktidar cephesinin eş sertlikteki yaklaşımı, maalesef, hiç konuşmaması gereken, susması Türkiye’nin hayrına olacak ‘muhterem’ familyasını haklı çıkardı ki, hiç kimse, hiçbirimiz, yeniden o anakronik zihin dünyasına hapsolmak istemiyoruz.

Kaldı ki, Türkiye’nin bir yere gittiği yok.

Yapılan, basit bir anayasa değişikliği...

Herkesin, yani bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ‘kanun önünde eşit’ olduğunu bildiren, daha doğrusu cari ‘eşitlik’ durumunun altını çizen bir anayasa değişikliği...

Ne yani, bazı vatandaşlar eşit, bazı vatandaşlar daha az eşit mi olsun?

Eğitim hakkından mahrum bıraktığımız türbanlıları yol, su, elektrik, sağlık gibi kamu hizmetlerinden de mi yararlandırmayalım?

Sadece vergilerini mi alalım?

Muhalefet ve sorumsuz basın, hizmet alanların eşitliğini (bir kez daha) vurgulayan bu basit anayasa değişikliğini ‘çoğunluğun tahakkümü’ olarak değerlendiriyor ve ülkenin ‘parlamenter faşizme’ doğru kaydığını ileri sürüyor.

Bunlar, anayasadaki ‘egemenlik hakkı’nı düzenleyen maddeden de haberdar değiller.

Herkes de (hatta Sağır Sultan da) bilir ki, hiçbir parlamenter çoğunluk tek başına egemenlik yetkisini kullanamaz... ‘61 konvansiyonu’, dünyadaki uygulamalarına da bakarak, bu konuda gerekli güvenceleri anayasaya koymuştur: ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir; Türk milleti egemenliği (ancak) yetkili organlar eliyle kullanır.’

Parlamento, bu ‘yetkili organlar’dan biridir sadece...

Bir tahakküm mekanizması değildir.

Bunu bile bile, hálá Menderes ve ‘yağlı urgan’ anıştırması yapıyorlar.

Bunu da ‘demokratik gereklilik’ olarak çerçeveliyorlar, hiç utanmadan.

Hele, kendisini ‘amiral gemisinin kaptanı’ olarak pazarlayan zatın söyledikleri hiç yenilir yutulur cinsten değil: ‘çoğunluğun zorbalığı...’

Doğrudur, azınlığın hayat hakkını ortadan kaldıracak her türlü yasal ve anayasal düzenleme bu tamlamayla anılabilir.

İyi de ‘çoğunluğun zorbalığı’dan yakınanların (yakınma hakkına sahip olabilmeleri için) önce ‘azınlığın zorbalığı ve tahakkümü’ karşısında ne yaptıklarını, nasıl bir ‘karşı tavır’ geliştirdiklerini kanıtlamaları gerekmez mi?

Bana, ‘azınlık zorbalığı’ndan yakınan bir tek Ertuğrul özkök cümlesi gösterin.

Fazla değil... Bir tek cümle...

Gösteremezsiniz...

çünkü yok.

Ama ben size, faşizmi ve azınlık tahakkümünü yücelten yüzlerce Ertuğrul özkök cümlesi sıralayabilirim; hem de gün ve saat bildirerek...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi