Katsayıyı düzelterek eğitim sistemini kurtarmak mümkün

Katsayıyı düzelterek eğitim sistemini kurtarmak mümkün

Eğitim adına yapılan her şeyi alt alta getirip toplayalım. Çocuklarımız için yaptığımız fedakârlıkları, on binlerce okul binası için yapılan masrafları, yüz binlerce öğretmene ödenen maaşları, her adım başı karşınıza çıkan özel dershaneleri, trafiği kilitleyen okul servislerini, en önemlisi de tek tek bireylerin toplamının ötesinde millet olarak umutlarımızı...
Karşımızda toplamı sıfıra yakın bir sonuç duruyor. Bütün bu emeklerin, fedakârlıkların, harcanan kıt kaynakların sağladığı hasılanın toplamı koskoca bir "hiç"ten ibaret.

Geçen hafta açıklanan ÖSS ve SBS sınavı sonuçları bize bu koskoca "hiç"i anlatıyor. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın bürokrasiyi hicvettiği "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" isimli romanında anlatıldığı gibi, koskoca eğitim kurumlarımız sadece saatleri ayarlıyor. Karşımızda bir felaket tablosu var. Bu tabloyu, Türkiye'nin en ciddi, en yakıcı ve en büyük sorunu olarak görmeliyiz. Türk eğitim sistemi çökmüş durumda. Yıkıntıları altında sadece çocuklarımızın, gençlerimizin değil bütün geleceğimizin, yani hepimizin kaldığını fark etmeliyiz.

Fen sorularından birini bile yapamayan öğrenciler, sınava girenlerin yarısından fazla. Türkiye ortalaması otuz soruda 4 civarında. Diğer alanlarda da durum pek farklı değil. Sosyal alanlarda çocuklarımız ortalama olarak on üzerinden beşin altında kalıyorlar. Matematikte bu rakam on üzerinden üçe iniyor. SBS'de de durum çok farklı değil. Üstelik gerçek tablo bu rakamlardan daha kötü.

Üniversite sınavında piramitin tepe noktasına ulaşmayı başarmış gençlere yıllarca ders verdim. Hepsi zekî, hepsi yetenekli çocuklar. Ama soyut işlemlerde zorluk çekiyorlar. Parçadan bütüne gidemiyorlar. İstiklal Marşı ve Onuncu Yıl Marşı dışında ezberinden iki mısra şiir okuyan gençler çok nadir çıkıyor. Ezberinde şiir olmayan birinin, anadilinin ritmini ve imkânlarını fark etmesi, dolayısıyla yazması ve okuduğunu anlaması zordur. Dünya ve Türk klasiklerinden bir roman okuyana rastlamak çok güç. Klasiklerin tamamını hatmetmeyen bir üniversite öğrencisi evrensel birikimin uzağındadır.

Sistemin sakatlığını göstermek için örneği yabancı dil eğitiminden veriyorum. Yabancı dil eğitimi bir gence anadili dışındaki bir dili konuşma, anlama ve yazma yeteneği kazandırmalı. Öyle değil mi? Çoğu genç ilkokuldan itibaren yabancı dil eğitimi alıyor. Bunların arasında Anadolu liselerinde bir yıl hazırlık okuyanlar da var. Üniversite kapısına geldiklerinde bu çocuklar bir turiste yol tarif edemiyorlar. Üniversitede bir yıl hazırlıktan sonra da durum değişmiyor. Hata kimde?

Eğitim sistemimizin gençleri hayata hazırlamak gibi bir sorunu yok. Eğitim sistemi çocuklarımızı sadece sınavlara hazırlıyor. Karşımıza sınavların egemen olduğu bir eğitim sistemi çıkıyor. Öğrenciye öğretilecek her bilginin sınavda sorulabilir nitelik taşıması gerekiyor. Eğer bir bilgi bir paragrafta sorulan ve altında beş tane cevap şıkkının bulunduğu bir soruya dönüşemiyorsa hiçbir anlam taşımıyor. İşte bu yüzden öğrenci İngilizce konuşmayı değil, gramer testlerini çözmeyi öğreniyor.

Dünyanın her yerinde eğitim karmaşık bir sorun alanı. Bizde evrensel ölçekte yaşanan sorunlara ilave sorunların altında gençler eziliyor. Eğitim, bizim için sadece gençlere bilgi ve beceri kazandırma aracı değil. Yaklaşık iki asırdır, Batı ile aramızda açılan mesafeyi eğitimle kapatmaya çalıştık. Bu yüzden eğitim sihirli bir dünyanın içine yerleşti. Cumhuriyet'le birlikte eğitim, ulus-devlet projesinin ana taşıyıcısı haline geldi. Vatandaşlık eğitimi, dünyanın her yerinde öğretim sisteminin bir parçasıdır. Bizde ise, eğitim sisteminin kendisi oldu.Millî Eğitim Bakanlığı'ndan veya Millî Eğitim Müdürlüğü'nden gelen bir müfettiş, bir okul kapısından içeri girdiği zaman hemen karşıda Atatürk büstünü, sonra sağında ve solunda İstiklal Marşı'nın on kıtalık halini ve Atatürk'ün "Gençliğe Hitabe"sinin standartlara uygun olup olmadığını not eder. Eğitimin içeriği ve kalitesi ile ilgili bir inceleme ise merak konusu değildir.

Taşrada öğretmenler arasında bir araştırma yapılsa, kimya öğretmenlerinin kimya alanında fakülteden mezun olduktan sonra ne tür gelişmeler olduğuna dair neler öğrendikleri sorulsa. Bir edebiyat öğretmenine neler okuduğu sorulsa. Bir müzik öğretmeninin görevinin çocuğa müzik öğretmek değil, müziği sevdirmek olduğu anlatılsa. Bütün bunların hepsini özel öğretim kurumları ve dershanelerle birlikte gözden geçirsek. "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" ve çalışanları ötesinde acaba nelerle karşılaşırız?

Bu sorunların hiçbiri zarif Millî Eğitim Bakanı'mızın, hatta hükümetin geliştireceği politikalarla üstesinden gelebileceği sorunlar değil. Aşırı uzmanlaşmaya dayanan yükseköğretim sisteminin anlamsızlığını YÖK Başkanı'nın gideremeyeceği gibi. Yıllar önce, iletişim fakültelerinde bulunan halkla ilişkiler bölümünün ikiye ayrılması gerektiğini savunan bir halkla ilişkilerciye, üniversitelerdeki bu bölümün iki aylık halkla ilişkiler kursundan öte ne öğrettiğini sormuştum. Cevabı yok. Üniversiteye giden gençlerin de bilmesi lâzım. Üniversiteden mezun olan gençlerin % 85'i öğrenim gördükleri alanla hiçbir ilgisi olmayan mesleklerde hayatlarını kazanıyorlar. Geri kalan % 15'in ise önemlice bir kısmını tıp doktorları ve öğretmenler meydana getiriyor.

Dünyanın diğer bölgelerinde yaşanan eğitim sorunlarından yapısal olarak farklı olarak boğuştuğumuz eğitim sorununun adı "meslekî eğitim sorunu". Eğitim sistemimizin hayattan kopuk olmasının, piyasanın ihtiyaçlarına cevap veremeyişinin ve yanlış giden birçok şeyin arkasında meslekî eğitim sorunu var. Bu sorunu ortaya çıkartan ise askerî vesayet düzeni. İmam-hatip mezunlarının önünü kesmek adına bütün bir eğitim sistemi felç edildi.

Dünyanın bütün ülkelerinde orta eğitim düzeyinde meslekî eğitimin oranı % 70'in üzerinde. Bu okullar ekonominin ihtiyaç duyduğu ara elemanları yetiştiriyor. Bizde bu oran tersine dönmüş durumda. Sebebi ise şu: Meslekî eğitime yönelen gencin, katsayı uygulaması yüzünden yükseköğrenim şansı bulunmuyor. Meslekî eğitimden yükseköğretime geçiş imkânı olsa, gençler iki alternatifi de ellerinde bulunduracakları için meslekî eğitime yönelecekler. Halbuki bugün bütün gençler üniversite şansını kaybetmemek için genel liselere yöneliyorlar. Bu durumda uygun biçimde meslek sahibi olamayan gençler üniversite kapılarında yığılıyor. Bu yığılma üniversite sınavına göre bir eğitim sistemini ve özel dershaneciliği teşvik ediyor. Genel liselere giden gençlerin bile hayata hazırlanma fırsatı yok oluyor. Bir yanda ekonomi ihtiyaç duyduğu ara elemanları bulamıyor, öbür taraftan sınav sistemine endeksli bir öğretimin altında çocuklar, ebeveynler, öğretmenler ve ülke eziliyor. Bütün bu bozukluğun arkasında meslek liselerini dezavantajlı hale getiren katsayı sistemi duruyor. YÖK Başkanlığı'nın yeniden gözden geçirileceğini açıkladığı katsayı sistemi, bütün eğitim sistemini yeniden yapılandıracak bir adım niteliği taşıyor. İşin püf noktası tam da burası. Bu adımın cesaretle atılması ve meslekî eğitimi özendirmek adına, meslek lisesi mezunlarının önünün açılması lâzım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi