Numan Bey meydan okudu

Numan Bey meydan okudu

Necmettin Erbakan, sevabı ve günahıyla yakın siyasi tarihin en önemli aktörlerinden biridir. Kendisiyle, siyasi yasaklı olduğu 1985’de tanıştım. Tanışıklığa vesile olan 10 Kasım’daki Konya ziyareti esnasında Milliyet’te henüz stajyer muhabirdim.

Dönüşe geçtiğimizde davet üzerine Hoca’nın yeşil Mercedes’ine bindim. Yanımızda iki gazeteci arkadaşımız daha vardı.

Yolda, Türkiye’yi 12 Eylül’e sürükleyen karanlık olayları anlatırken aktardığı şu ilginç anekdotu hiç unutmadım: “Bakanlar Kurulu’nda Demirel yanımda, diğer tarafta Türkeş var. Olaylarla ilgili MİT’in hazırladığı raporu dağıttılar. Sonradan fark ettim, önümdeki raporla Demirel’in önündeki rapor aynı değil. Türkeş’e sunulan rapor da farklı. Demirel’e döndüm, ‘MİT size bağlı değil mi? Herkese ayrı bir rapor verilmesini siz mi emrettiniz?’ diye sordum. Meğer bizi hep oyalamışlar.”

Hocayı 28 Şubat sürecinde de yakından izleme fırsatım oldu. Dışa kapalı ve ağır sanayiye dayalı Milli Görüş, en önemli eseridir.

Ama her kurucu siyasi fani gibi o, icraatlarını tarihe bırakıp muhteşem bir final yapmak yerine, hayat verdiği partiye “milletin değil şahsın malı” muamelesi yapmayı tercih etti. Siyasi yasaklı olduğu dönemde Recai Kutan gibi yaşdaşını emanetçi seçti.

Recai Bey, çok zarif, iyi yetişmiş, beyefendi bir siyasetçidir. Bir gün ziyaretime geldiğinde, “Neden çekilmiyorsunuz?” diye sordum, iki elini açarak, “Ne yapayım, 5 defa bu görevi bıraktım, beni bırakmadılar. Burada zorla oturuyorum” dedi.

O “zor”, ismini söylemese de Hoca’nın iradesiydi. Kamuoyu ve taban baskısı öylesine büyüdü ki, Erbakan seti, bu sele dayanamadı. Ve Numan Kurtulmuş, Saadet’in başına geçti. İlk seçim testinde rüştünü ispat etti.

Hoca’nın bir eli, hala partide. Kurtulmuş da bunun farkında. Kırmadan, dökmeden bu eli boşa çıkarmaya çalışıyor. Şu ana kadar partideki hiçbir toplantıya davet etmedi. Bir defa Başkanlık Divanı olarak ziyaretine gitti, bir defa da MKYK bittikten sonra “toplantıyı kapattık, tavsiyeleriniz varsa...” denerek usul yerine getirildi. O kadar...

İddialı çıkış

Önceki gün Numan Kurtulmuş’dan yemek daveti alınca, Saadet’teki Hoca’nın vesayetini hatırladım. Keyifli bir sohbet oldu. Yukarıdaki kanaatlerimi, kendisiyle de paylaştım. Sabırla dinledikten sonra, Erbakan’a saygısını hatırlatıp şöyle dedi : “Hiç merak etmeyin, vesayet altında asla siyaset yapmam.”

Çok iddialı bir laftı. Nasıl başaracağını sordum.

Zihninden geçen, sırtını millete dayama düşüncesiydi: “Siyasi merkezi yeniden inşa edeceğiz, milletin merkezine yerleşeceğiz. Bir ayağımız bu merkezde sabit olacak, diğer ayağımız toplumun tüm kesimlerini kucaklayacak şekilde hareketli olacaktır.”

Başka bir ifadeyle, bu pergel tarifindeki sabit ayak, aslında Erbakan’ın inşa ettiği Milli Görüş’tü. Kurtulmuş, yeni siyasi projelerinin içini Milli Görüş’le doldurmak yerine sadece bir parçası haline getirme niyetindeydi.

Revizyonla Neo-Milli Görüş doğmak üzereydi.

Sordum, O, örneklerle anlattı. Dedi ki: “1970’li yıllarda ağır sanayi diyorduk. Ama şimdi yüksek teknolojiye geçmek durumundayız. O tarihlerde
milli şahsiyetli dış politika diyorduk, evet, buna ihtiyaç vardır, ama şimdi dış dünyaya açık, çok taraflı ve aktif politikalara geçmek durumundayız.”

Bu aşamada takıldım, “Ne o, yoksa Milli Görüş gömleğini siz de mi çıkarıyorsunuz?” “Kesinlikle hayır” dedi: “Bazı politikalarımız toplumun gerisindeydi, şimdi öne geçirmeye çalışıyoruz. İlla isim bulunacaksa 2009 veya 2010 versiyonu denebilir.”

Peki, başka?

Kurtulmuş, Türkiye’de 4 temel çatışma alanı bulunduğunu söyledi: “Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Laik-Anti laik, Asker-Sivil... Temel hedeflerimizden biri, bu çatışma alanlarının ortadan kaldırılmasıdır.”

AK Parti dedi

Buraya kadar tamam. Sormam gerekti: “Sayın başkan, AK Parti’nin de yapmaya çalıştığı bu değil mi?”

Kurtulmuş, bu soruma kısmen katıldı: “Evet, AK Parti siyasi merkezi yeniden inşa etmek için yola çıktı ama girişim düzeyinde kaldı, bunu başaramadı.”

Bu arada Kurtulmuş’un “AKP” değil “AK Parti” dediğine dikkat çekmek isterim. Şöyle açıkladı gerekçesini: “Siyasetteki yerimi AK Parti karşıtlığı üzerine kurmam. İsmi nasılsa öyle hitap ederim.”

Sohbetin bu bölümünde devreye giren masadaki bir dost, AK Parti’nin Saadet’in oylarını arttırması üzerine Bülent Arınç’ı kabineye aldığı iddiasını gündeme getirdi. Kişisel kanaatim, Arınç’ın bu saikle kabineye girdiği yönünde değildir. Bu düşüncemi, masada da paylaştım. Ayrıca, “Eğer AK Parti, Saadet’e göre yön tayin ederse büyük hata yapar” dedim. Numan Bey bu tezime hak verdi.

Ergenekon çıkışı

AB üyeliği konusunda ise farklı noktalarda olduğumuzu fark ettim. Numan Bey, tanımlanmamış AB-Türkiye ilişkisini sürdürülebilir görmüyor. Diyor ki: “Önce bu ilişkiyi tarif edelim. Eğer bugünkü şekliyle olacaksa, yani bir medeniyet projesi ise biz içinde olmayız. Türkiye reformları, AB için değil kendi iç dinamikleriyle gerçekleştirmelidir.”

Uzun bir sohbetti. O ana kadar dikkat ve hayranlıkla dinlediğim Kurtulmuş’un AB tezi, açık söyleyeyim, pek kafama yatmadı.

Bunca konuyu konuşup da Ergenekon’daki gelişmeleri gözardı edemezdik. İşte bu noktada çok net buldum Numan Bey’i: “Ergenekon süreci desteklenmelidir. Hatta Doğu ve Güneydoğu’daki faili meçhul cinayetler de bu sürece dahil edilmelidir. Sonuna kadar üzerine gidilmelidir.”

Ergenekon’a destek veren Veysel Candan ve Mehmet Bekaroğlu’nun kulakları çınlasın. Numan Bey’in ayak bağıdır. Kendisine de ifade ettim.

Milli Görüş’ü revize ederken kadroları da gözden geçireceği mesajını alınca, Numan Bey’in bu konuda adım atma ihtimalini yüksek gördüm.

Şöyle dedi: “Yeni anlayışa göre hem teşkilatlarımızı yenileyeceğiz hem geçmişte farklı siyasi eğilimlerde olan ama düzgün, iyi yetişmiş bizlerle uyumlu çalışacak kadroları partimize dahil edeceğiz. İlk seçimde bunu göreceksiniz.”

Anladık ki, gündemde olan, sadece Milli Görüş’ün revizyonu değil aynı zamanda Hoca’dan kalma kadroların değişikliği...

Başarırsa eğer, tabirimi mazur görsünler, gömlek kalacak, rengi ve düğmeleri değişecek. Haydi hayırlısı...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi