Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Erdil’e sordunuz, Erkaya ailesine de sorun!

Erdil’e sordunuz, Erkaya ailesine de sorun!

Geçenlerde yazmıştım hani... Ergenekon Silahlı Terör Örgütü sanığı Prof.Dr. Mehmet Haberal’ın; “cezaevinde” değil, halen “hastanede” yattığını yazmıştım... Kardiyoloji doktorlarının, Mehmet Haberal’la “aynı dünya görüşü”nü paylaştıklarını, onu “özel koruma”ya aldıklarını, bundan dolayı da; “Devlet gelse Haberal’ı elimizden alamaz” dediklerini yazmıştım... Aktardığım bu “duyum” konusunda, bugüne kadar ne “yalanlama” geldi, ne de başka bir şey... Ben “ilgili”lerden veya “yetkili”lerden bir açıklama bekliyordum ki; “Ergenekon Terör Örgütü” hakkında hazırlanan “Üçüncü İddianame’nin 6. ek klasörü”nde yer alan belgeler, benim iddiamı adeta “doğrular” nitelikteydi...
Belgelere göre;
Ergenekon savcıları, Mehmet Haberal’ın “kalp rahatsızlığı” (!) sebebiyle tedavi gördüğü hastaneden, “ivedi” olarak bazı bilgiler istemişler!..
HASTALIK YOK, HASTA VAR!
Savcıların 2 Haziran 2009’da istediği bilgilere 4 Haziran’da İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Başkan Vekili Prof. Dr. Deniz Güzelsoy cevap göndermiş.
Tutuklandığı 17 Nisan 2009’dan bu yana hastanede bulunan Haberal’a tedavi uygulayan doktorların isimlerini de savcıya bildiren Güzelsoy, “Hasta yoğun bakım ünitesinden çıkarıldığında 3. servise alınmıştır. O tarihten bu yana servis sorumlusu olarak tarafımdan izlenmekte, psikiyatrik kontrol ve tedavileri de Prof. Dr. Kemal Arıkan ve Prof. Dr. Mine Özmen tarafından yapılmaktadır” bilgisini vermiş.
Güzelsoy yazısında savcılara bir de uyarı göndermiş: “Haberal’da ciddi kardiyak olay riski olmadığını söyleyip önerilen minimum tedavi süresini dahi tamamlamadan hastaneden çıkarmanın ve yoğun stres yaşayacağı ortama göndermenin sorumluluğunu kendisini izleyen hekimler yanında anabilim dalımızın diğer kardiyologlarının da alamayacağı düşüncesindeyim.”
Güzelsoy’un savcıların, “aynı durumda olan başka hastalara nasıl yaklaşıldığı, nasıl tedavi edildiği ve hastanede ne kadar tutuldukları” şeklindeki sorusuna cevabı ise şöyle olmuş:
“Bu soruya cevap verecek başka hastalarla ilgili kayıt ve kanıtları arz etmem mümkün değildir. Çünkü yaygın deyişle ‘hastalık yoktur, hasta vardır’. Haberal ile birebir aynı hastalıklara, fiziksel ve psikososyal özelliklere sahip hasta bulmak mümkün değildir.”
Neymiş, neymiş?..
“Hastalık” yokmuş,
Ama “hasta” varmış!..
Yani, “hastalığın ne olduğu” hiç önemli değil, ama “hastanın kimliği” önemli!..
Bu “hasta”(!)nın adı Mehmet Haberal olunca; gel de çıkar onu oradan!..
Doktorlar, bu “kararlılık”larını da, adeta “meydan okurcasına” açıklıyorlar;
“Haberal ile birebir aynı hastalıklara, fiziksel ve psikososyal özelliklere sahip hasta bulunmamaktadır!”
Nedir bunun Türkçesi?..
“Hasta” da özeldir,
“Hastalık” da!..
Bu da demektir ki;
“Haberal, kardiyolojide tedavi (!) görmeye devam edecek!.. Savcı da talep etse, onu oradan kimse çıkaramayacak!”
Bu “cevap”tan sonra, sizler “Anayasa’nın 10. maddesi”ne bakıp, “kanunlar önünde herkesin eşit olduğunu” sanmaya, hiç kimseye “imtiyaz” ve “ayrıcalık” tanınamayacağı masalına inanmaya devam edebilirsiniz!..
İşte Mehmet Haberal!..
Hem imtiyazlı, hem ayrıcalıklı!..
Üstelik de, “özel” bir vatandaş!..
Kendi de özel, “hastalığı”(!) da!..
Demek ki, neymiş;
“Anayasa madde on,
kanun önünde eşitliğe son!”
Aksini iddia edenler, Haberal’ı “hastahane”den çıkarıp, “hapishane”ye koymalıdır ki, ben yasalara inanayım!..
ERKAYA’YA HAKKIMIZI HELAL ETMEDİK, ÇÜNKÜ!
“Anayasa Madde 10’un kapsama alanı dışında” olan, sadece Mehmet Haberal değil!.. Aynı “imtiyaz” ve “ayrıcalık” meğer “Erkaya ailesi”ne de uygulanıyormuş da, haberimiz yokmuş!..
“Beyaz Türkler”e uygulanan bu ayrıcalığa geçmeden önce, bir “son dakika bilgisi”ni aktarmak istiyorum sizlere!..
Efendim, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya’ya, biz niye helâl etmemiştik hakkımızı?..
Elbette, “BÇG’nin” yani “illegal” olarak faaliyet gösteren “Batı Çalışma Grubu’nun kurucusu” olduğu için!..
“İllegal BÇG’yi” biliyorsunuz... “Yeşil sermaye”den dediği insanlara yönelik “fişleme”ler yaptı, onlara yönelik “gece yarısı operasyonları” düzenletti, “işkence”ler yaptırdı, çoğunluğunu “Anadolu çocukları”nın oluşturduğu İmam Hatip Liseleri’nin orta kısımlarını kapattırıp, onların “katsayı zulmü”ne maruz kalmasına yol açtı...
O dönemde, “irtica ile mücadele” maskesi altında, “milletin inançları ile topyekûn mücadele” yapıldı!..
O süreç, “kara bir süreç”ti!..
Birçok insan, “ülkeyi terk etme” noktasına geldi, çoğu da gitti!..
Adına “28 Şubat” denilen bu “kapkara süreç”te uygulanan “maddi ve manevi işkencelerin mimarı” olduğu için, Güven Erkaya öldüğünde, “hakkımızı helâl etmiyoruz” dedik kendisine!..
BÇG’NİN VARLIĞI DOĞRULANDI!
Ama, birçokları, “BÇG diye bir kuruluşun olmadığını” söyleyip, bizi “komplo teorisi” üretmek ve “paranoya” görmekle suçladılar!..
“Yok” dediler, “BÇG diye bir kuruluş yok!”
Mu acaba?!?..
Efendim, “3. Ergenekon İddianamesi”nin ek klasörlerinde eski Genelkurmay Başkanı emekli Org. Hilmi Özkök’ün “tanık” sıfatıyla verdiği ifadeler de geniş şekilde yer almış!..
Ergenekon savcılarının “Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde irticai faaliyetlerle mücadele eden bir birim var mıdır? Var ise bu birimin görev ve sorumlulukları nelerdir?” şeklindeki sorusuna, Özkök; “Bilindiği gibi Batı Çalışma Grubu gibi bazı uygulamaların yapıldığı iddiaları vardı. Emekli Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu paşa zamanında, ki ben 2. başkan idim, uygulamaların bazılarına gerek kalmadığı gerekçesi ile terk edildiği ve benim zamanımda da aynı düşünce ile bu tür uygulamaların sonlandırılması gerektiğini düşündüm ve uygulamadan kaldırttım” cevabını vermiş...
Bu, ne demek;
“BÇG vardı, ben kaldırttım!”
“Hayır yoktu” diyenler, buyursunlar buradan yaksınlar!. “BÇG” olduğuna, Güven Erkaya da “BÇG’nin başında” bulunduğuna ve bu “illegal” kuruluş; “fişleme”ler ve “andıçlama”larla insanlara “maddî ve manevî zulüm” uyguladığına göre; demek oluyor ki, bizim “hakkımızı helâl etmiyoruz” dememiz, bir “hak”tır!..
Ama, biliyorsunuz, bu hakkımızı kullandığımız için, Abdurrahman Dilipak’ın, “30-35 yıllık alınteri” ile aldığı ev “haraç-mezat” satılıp, elinden alındı!..
Kim tarafından?.. Elbette, “İllegal BÇG’nin kurucusu Güven Erkaya’nın varisleri” tarafından!..
Peki, bu Güven Erkaya ve ailesi, sadece “Dilipak’ın evi”ni mi almışlar?.. Dünkü Vakit’in sürmanşetinde de yer aldığı gibi; “irtica diye diye malı götürmüş”ler!..
Nasıl yani?..
Götürmüşler işte... Önceki gün de yazdığım gibi; Etiler’de “jet sosyete”nin oturduğu Alkent Sitesi’nde, “1.5 milyon dolarlık lüks bir daire” almışlar!..
ERDİL ALAMAZSA, ERKAYA NASIL ALIR?
Pardon, bu, eski bir bilgi!..
Muhabirlerimizin ulaştığı “son haber”e göre, “Erkaya ailesi”nin o sitede, “bir değil, iki dairesi” varmış efendim!..
Yani, “1.5 artı 1.5 milyon dolar, eder 3 milyon dolar”a iki daire almışlar!..
Alsınlar!.. Kimsenin malında-mülkünde gözümüz yok... Ama, sormak istiyoruz: “Aynı rütbe”de ve “aynı maaş”ta olmasına rağmen, “aynı site”den “iki daire” aldığı için emekli Oramiral İlhami Erdil hakkında “soruşturma” açılırken, “yargılama” yapılıp “hapis cezası”na çarptırılıp, “oramiral” olan rütbesi sökülüp “er”liğe düşürülürken, “aynı soru” niye “Erkaya ailesi”ne sorulmaz?..
Malûm, İlhami Erdil hakkında hazırlanan “bilirkişi raporları”nda şöyle deniliyordu:
“Siz, Eylül 1958’de göreve başladınız, Ağustos 2001’de emekli oldunuz... Bu süre içindeki maaş çizelgenize göre, toplam geliriniz 77 milyar lira!..
Giderleriniz ise 122 milyar lira!..
Arada, 45 milyar liralık bir açık var!..
Gelirinizin; ABD Doları cinsinden değerlendirilmesi halinde 182 bin dolar, TEFE baz alındığında ise 52 milyar lira tasarruf sağlayabilirsiniz...
Bankalarda ise vadeli veya vadesiz paranız yok!..
Evi 25 Mayıs 1999 tarihinde, 800 bin dolara aldığınızı söylüyorsunuz!.. Ama, bu döneme kadarki tasarruf miktarınız Türk Lirası bazında 2 milyar, ABD Doları olarak 98 bin dolar, ABD Doları’na faiz uygulanması halinde 203 bin dolar, TEFE’ye göre ise 40 milyar liradır. Alkent Sitesi’nde 1 milyon 200 bin dolara 13 Aralık 1999 tarihinde aldığınız ikinci ev dönemindeki tasarruflarınız ise ilk evin alınmadığı varsayılsa bile 91 bin dolardır!..
Sonuç itibariyle; gelirleriniz dikkate alındığında resmi ve kayıtlı tasarruflarınızla bu iki gayrimenkulü de alamayacağınız değerlendirilmiştir.”
Şimdi sormak gerekmez mi;
“İlhami Erdil’in, eline geçen maaşla bu lüks daireleri alması imkânsız görülürken, Güven Erkaya’nın; hem de aynı maaşla, aynı siteden satın aldığı 2 daire hakkında niye tek bir soru sorulmadı?.. Niye onlara da nereden buldukları sorulmadı?”
BAZILARI DAHA MI EŞİT?
En başta dedim ya, bu misaller bütün kamuoyunun gözleri önündeyken;
“Kanunlar önünde her Türk vatandaşının eşit olduğunu, kimseye ayrıcalık ve imtiyaz tanınamayacağını” söyleyen Anayasa’nın 10. maddesi, sadece bir “temenni”den ve “teselli”den ibarettir!..
Aksini iddia edenlere, sadece iki sorum olacak: “1- Mehmet Haberal niye cezaevinde yatmıyor da, hastanede keyif çatıyor... 2- Güven Erkaya ailesine; 3 milyon doları nereden bulup da, o lüks daireleri nasıl aldıkları, niye sorulmuyor?”
Bu sorulara “ikna edici bir cevap” verildiği gün, ben de “Anayasa’nın 10. maddesi”nin gerçekten de “herkes için geçerli” olduğuna inanacağım!..
Ama şimdi, hepsi “masal” geliyor bana!..
================
Sümela ve Kurtuba
Malûm; her ikisi de “Ortodoks” olan Selânik Valisi Panayotis Psomyadis ile Rus Milletvekili İvan Savvidrus ve beraberindekilerin Trabzon Maçka’da bulunan Sümela Manastırı’nda “ayin” yapmak istemelerine izin verilmeyişi, çeşitli tartışmalara yol açtı...
Karadeniz Teknik Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç.Dr. İbrahim Tellioğlu diyor ki; “Sümela Manastırı, Hıristiyan dünyası için önemli bir inanç merkezi değildir... Orasının, turistik özelliği vardır... Birileri, burasını siyasî bir simge haline getirmeye çalışmaktadır!”
Doç. Tellioğlu, “Manastırın tarihî süreci” konusunda da bilgiler veriyor... Ama ben, şunu öğrenmek istiyorum: “Sümela Manastırı’nda ayin yapmak isteyenler, müze haline getirttikleri Ayasofya Camii’nde namaz kılınmasını niye yasaklattılar?”
Hadi, bunu da geçelim... İspanya’daki Kurtuba Camii’nin bağrına, adeta bir “hançer” saplayıp, “kilise” inşa eden ve orada hemen her gün “ayin” yapanlar, “camiyi ziyaret” için gelenlere, orada niye “namaz” kıldırmazlar acaba?.. Daha önce de yazdığım gibi; Kurtuba Camii’ne giden Müslümanların, orada 2 rekat olsun “mescidi ziyaret namazı” kılmaları “özellikle yasak”tır!..
Kendi ülkelerindeki “cami”lerde “namaz” kılınmasını “özellikle” yasaklayanların, Sümela Manastırı’nda “ayin” yapmaya kalkışması; gerçekten de “ikiyüzlülük” ve “siyasî şov”dur!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi