Ey o taşı atan çocuk!

Ey o taşı atan çocuk!

Takımınız galip durumda, hava güzel, tribünler dolu. Tadını çıkarmak daha mâkul değil mi? Hayır, oyunun zevkine varmak yerine 80-100 kişilik bir topluluk sahaya taş atıyor, küfrün bini bir para; ardından sahaya giren bir "taraftar"ın tribünleri kışkırtması.
Yakalanmasından sonra tribün baskısı üzerine polisin işi görmezden gelerek salıvermesi, maçtan sonraya taşan hadiseler. Taşlanan ambülans, polisin biber gazı kullanmak zorunda kalışı...

Yahu sadece bir maç bu, öyle alışageldik siyasi bir boyutu yok. Acaba, arbede esnasında çocuklardan birinin kolu bacağı yaralanır, devlet üzerinde yeni bir baskı unsuru kurarız hesabı mı yapıldı? Bu filmi gördük çünkü evvelce... Ziya Doğan maçtan sonra sinirinden avurdunu yiyerek konuşuyor: "Taraftar daha sakin olmalı; kendimize zarar veriyoruz!" Avurdunu yiyerek konuşan sadece o mu?.. "Ama siz de bize vaktiyle şu fenalığı yapmıştınız" diye başlayan yakınmalar yavaş yavaş anlamını kaybetmeye, usanç vermeye başlıyor.

Hadise ufak, mânâsı büyük. Maçı çığırından çıkaran o azlığa, Diyarbakır'ın akıl ve basiret sahibi ahalisinin güç yetiremediği ve söz geçiremediği artık açık seçik meydanda. Orada, meselelere sağduyu ile bakan insanların miktarı çok yüksek fakat inisiyatif, nâhak yere ambülans taşlayan çocukları yöneten değnekçilerin eline geçmiş; öyle görünüyor...

Ey o taşı atan çocuk; biz burada o taşın altına elimizi koymaya hazırlanıyor, iyimserliği yaymaya çalışıyor, bu uğurda eski dildaşlarımızla yaka paça olmayı göze alıyoruz fakat sende o hassasiyetlerden bir eser görünmüyor pek! Kimse ölmedi, kimsenin burnu kanamadı fakat belki daha fena bir şey oldu; sen yine mucizevi bir şekilde alacaklı çıktın ve ne kadar mağdur olduğunu bir kere daha vurguladın. Belki seçilmiş bir kavimsin sen; ne kadar yaramazlık yapsan da hiç kabahatli olmuyorsun; garip!

Bu tehlikeli ve yararsız mağduriyet hâleti, bir yere kadar tarihi pratiğin eseridir, kabul edilir, özür dilenesi hâlleri de vardır lâkin bir yerden sonrası galiba refleks haline gelmeye başlamış. "Ne yapsam haklıyım, çünkü mağdurum!" Niçin mağdursun? "Çünkü öyle... ben ezelden beri ezildim, itilip kakıldım; haksızlığa uğradım. Başımı yastığa koyup oh dediğim bir günüm olmamış; onun için taş da atarım, demir de; ne yapsam yeridir ve dışımdaki dünyanın bana borcu, kıyamete kadar ödenmekle bitecek gibi değildir!"

Yanılıyorsun çocuk; maçı -ne yazık ki!- FB kazandı ve sonuç tescil edildi. Sahanızı bile-isteye kapattırabilir, ağır cezalar görebilirsiniz fakat bu durum futbolunuzu daha güzel yapmaz ve hiçbir federasyon (UEFA da dahil!) Diyarbakırspor'u durup dururken ligin şampiyonu ilan etmez.

Ben hâlâ o fikirdeyim; demokratik açılım sürecine takoz koyabilecek en güçlü muhalefet, zannedildiği gibi MHP ve CHP değil; onlar neticede toplumun ittifakını görmezden gelemez; bu partilerin tutumu toplumda hayli sert tartışmalara sebep oluyor; savunan da var, eleştiren de... Çok sesli, çok fikirli bir ortam söz konusu. Tehlike eğer gelirse, eline taş verilerek sokağa salıverilen çocuklardan ve onları yönetenlerden beklenmelidir, çünkü maalesef Güneydoğu'da olup bitenler, genel yapısı itibariyle bölge ahalisinin iradesinin değil, bir avuç yönlendiricinin keyfî uygulaması gibi görünüyor artık. Orada çok sesliliğin izlerini görmüyoruz; DTP'lilerin tek başına oynadığı "iyi polis-kötü polis" oyunu yetmiyor. Oysaki farklı sesleri duymaya çok ihtiyacımız var. Birileri çıksın, "Nedir bu rezillik; niçin haklıyken kendimizi haksız hale getiriyoruz" diye kükresin; geleneksel yakınma edâsını bırakıp içe dönük eleştirilerde bulunsun.

Anlıyor musun çocuk; elindeki taş şu an itibariyle çok değerli; onu sessizce yere bırak, güvercinin kanadını kırma!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi