Cemal Nar

Cemal Nar

Kırmızı Çizgiler Çoğalmasın

Kırmızı Çizgiler Çoğalmasın

Şimdi Org. Başbuğ da konuşmuş ve bazı kırmızı çizgileri açıklamış oldu. İyi, böyle bir açıklama vazifeleri varsa, varsın yapsınlar. Partiler de kırmızı çizgilerini ortaya koyuyor. “Bunları konuşmayız, tartışmayız” diyorlar.

Acaba bu tutum ne kadar doğru?

Bir önceki yazımızda fitnenin uyanık olduğunu ve aramızda kol gezdiğini yazmış, “hassas ve dikkatli olmalıyız”, “konuşmayalım değil, bağırmayalım yeter” demiştik.

“Yılların yanlışı var, acılar var, yaralar var, yoksulluklar, yok sayılmışlıklar var. Kolay değildir” diyenlere “Olsun, şimdi bütün bunlardan kurtuluş umudu var. Bunu konuşalım” diyorum. Maksat üzüm yemekse, bunu değerlendirelim.” Demiştik.


Bu “Konuşmayalım değil, bağırmayalım yeter.” Lafı benim de hoşuma gitti. Evet, bağırmadan, tatlı tatlı, yumuşak yumuşak konuşalım. Psikolojimiz bozulduysa, kendimizi alamıyorsak, hadi bağırarak da olsa yine konuşalım ama mecliste tabi. Öyle ulu orta değil, basın toplantısında filan değil, yerinde konuşalım.

Bu yazımda dikkat çekmek istediğim nokta şudur: Aman kırmızı çizgileri çoğaltmayalım. Kırmızı çizgilerden kaçınmamız gerekir. Çünkü her kırmızı çizgi, konuşmayı, fikir yürütmeyi, yeniden düşünmeyi, değişimi, gelişimi engeller. Böyle olunca da çözüme zarar verir.

Biz neden konuşma ihtiyacı duyuyoruz?

Bir derdimiz var da ondan. Bu derdimizi demek ki mevcut durum içinde çözememişiz. Yeni arayışlarımız var. İşte bu noktada özgürce düşünmeliyiz, özgürce konuşmalıyız. Malum, konuşmalar “yüksek sesle düşünmelerdir” aynı zamanda. Bunu kırmızı çizgilerle sınırlandırırsak, farkında olmadan sorunu kaçırabiliriz.

Mesela bir hastanız var. Doktora götürürsünüz değil mi? Peki, doktora kırmızı çizgilerden bahsedebilir misiniz? “Şu şu hastalıklardan bahsetme bize” diyebilir misiniz? Dediniz diyelim, makul olur mu bu? Kabul eder mi doktor bunu?

Diyelim zorladınız ve kabul ettirdiniz. O da teşhisini koydu ve bir reçete yazdı. Gittiniz eczaneye. “Bana şu ilaçları ver ama benim kırmızı çizgilerim var, şu şu ilaçları istemem” dediniz. Oldu mu şimdi? Ya senin derdinin çaresi kırmızı çizgilerden saydığın bir ilaçta ise?

Toplumsal hastalıklarda, rahatsızlıklarda, karmaşa ve kargaşalarda da böyle değil mi? Ortada çözüm bekleyen bir sorun varsa, onu masaya yatırmalı ve iyice bir incelemeliyiz. Herkes fikrini açıkça ve rahatça söylemeli. Fikir özgürlüğü bunun içindir değil mi?

Böyle zamanlarda haliyle bizi rahatsız eden sözler de olacaktır. Olsun, önce bir dinleyelim. Muhatabı anlamaya çalışalım. Beğenmezsek reddederiz fikrini. O hakkımız zaten saklı. Öyleyse sorun ne?

Dinlemek erdemdir. Dinlemek, şifadır. Dinlemek terapidir. Dinlemek, dinleyen kadar konuşanı da eğitir ve zenginleştirir. Sağlığa kavuşturur. O yüzden Allah Teâlâ, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) için “hayırlı bir kulak” demektedir. Sevgili Mevlana da “Mesnevi”ye “Bişnev – Dinle” diye başlamaktadır bu yüzden.

Konuşmanın “karnının şişini giderme, gönlüne ferahlık verme, rahatlama, açılma, hatta görevini yapmanın huzuruna kavuşma” olmasını kim inkar edebilir? İnsanlar konuşup derdini anlatmak için iyi dinleyicilere para veriyorlar bugün. Bir araya gelerek konuşma ve dinleme seanslarıyla tedavi oluyorlar.

Masaya otururken “biz şunu şunu konuşmayız, tartışmayız” demek doğru değildir. Belki de sorunun kaynağı budur. Evet evet, aslında sorunun kaynağı budur.

İnsanın bir derdi varsa bırak söylesin. Hani hikayeyi bilirsiniz:

“- Derdi olan neylesin?
- Hiç durmasın söylesin.
- Ya korkarsa neylesin?
- Hiç korkmasın, söylesin.”

İnsanlar konuşa konuşa anlaşırlarmış. Hayvanlarla farkımız, boynuzlarımız değil, beyanımızdır. Allah bu beyanı, bu dili, bu konuşmayı boşuna vermedi. Bırakın konuşsun insanlar. Boş konuşan, zırvalayan zaten kısa zamanda anlaşılır ve kaybeder. Çünkü “zırva tevil götürmez.”

Ama unutmamak gerekir ki akıl akıldan üstündür. Danışma, şura, istişare yerine göre emredilmiş faydalı bir güzelliktir. Mağrur adamlar kendini beğenir, fikrini beğenir, kimseyi dinlemez de emir verir durur. Fakat ne kadar gülünç duruma düştüklerini de bir türlü anlayamazlar. Çünkü bu gurur ve kibir akıllarını almıştır. Bunu yaparken bir sürü dost kaybeder, düşman kazanırlar da farkına varmazlar. İşte kavgaların, harplerin, darplerin bir kaynağı da buradadır.

Tartışırken kırmızı çizgilerden kaçınmalıyız. Bu kırmızı çizgilerden ne kadar kurtulursak, soruna o kadar rahat yaklaşırız.

Tabi çözüme de.

www.cemalnar.com

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi