M. Emin Parlaktürk

M. Emin Parlaktürk

Kafir dururken birbirini tekfir eden müslümanlar

Kafir dururken birbirini tekfir eden müslümanlar

Kitle iletişim araçlarının gelişmesi ve çoğalması, aramızda bilgi iletişimini ve fikir alış verişini de hızlandırdı.
Ancak bu iletişim sağlıklı mı, bu tartışılır.
Adeta bilgi bombardımanına tabi tutulan insanlar, o konuda yeterli ve doğru bilgiye sahip değillerse, bundan olumsuz etkilenip bilgi kirlenmesine neden olabiliyorlar.
Bu etkilenmenin en ciddi alanlarından biri de din’dir.
Dini alanda konuşulan teferruat o kadar geniş ve yaygın ki, bunları süzgeçten geçirmek için dinin aslını ve özünü bilmek şarttır.
Aksi halde, insanlar doğru diye pek çok yanlışın zebunu olabilirler.
Olabiliyorlar da.
Başka bir ifadeyle hakikat yerine hurafelerin kölesi durumuna düşebiliyorlar.
Bu son derece önemli ve kaygı verici bir durum.
***
Bu durumun en önemli nedeni, dinin ana ve öz kaynaklarından uzak duruştur.
Biraz daha açık söyleyelim:
Ana neden: aslı bırakıp furûata tabi oluştur.
Yani, Kur’an ve sahih Sünnet’in açık lafızları dururken, siyasi ve batıni yorumlarla orataya çıkan “dini kültür”dür.
Bu kültür, zamanla günümüzde hayli etkili olan “geleneksel din anlayışı”nı oluşturmuştur.
İşte bu anlayış sebebiyledir ki, ortaya atılan herhangi güncel dini bir meselede, her kafadan bir ses çıkmasına, birbirine zıt pek çok görüşün ortaya atılmasına neden olmaktadır.
“Bir şeyhe bağlanmak” gerekliliğinden tutun da, “türbe ziyareti”nin lüzûmuna varıncaya kadar pek çok meselede herkes, bu “geleneksel din anlayışı”nın etkisiyle ya şiddetle karşı çıkıyor ya da pervasızca savunmaya geçiyor.
Bu konuda taraflar arasında çok acımasızca hücümlar ve hatta tekfir derecesine varacak ağır hakaretler görülebiliyor.
Bu, cidden çok vahim ve acı bir durum.
***
Geçenki yazımda bir araştırmadan yola çıkarak işaret ettiğim gibi, bizler çok az okuyan bir toplumuz.
Olaylara Kur’an ve sahih Sünnet süzgeçli bilgiler yerine, geleneksel anlayışın ürünleri olan bilgilerle yaklaşıyoruz.
Ve bu gelenekleri “din” zannediyoruz.
Bakınız, Kur’an ayı olan şu mübarek Ramazan’da bile pek çoğumuz şu İlahi Kelamı okuyarak hakkını vermekten âciziz.
Kur’an, okunan kitap demektir.
Bir kitap da, ancak anlamak (anlaşılmak) için okunur.
Bazılarımız belki sadece camilerde mukabele dinlemekle iktifa ediyoruz.
Acaba, içimizde kaçımız bu ayda Kur’an’ı meal ve tefsiriyle hatim yapmayı ve böylece yüce Kitabı anlamayı kendimize vazife edindik?
Üstelik İslam’ı iyi anlamak için de, Kurân’ı bir bütün olarak anlamak gerekli.
Erbabınca malumdur, bir yerden cımbızla çekilen bir ayetle Kur’an anlaşılmaz ve sadece bununla hemen dini bir hüküm inşa edilmez.
Bununla ilgili diğer ayetlerin tamamına bakılır.
Çünkü Kur’an’ı en iyi tefsir eden, açıklayan, yine Kur’an ayetleridir.
Bununla da yetinilmez.
Konuyla ilgili olan sahih hadisler de taranır, bunlar ayetleri doğru anlamak için çok önemli ve bizlere yol göstericidir.
Bu böyle iken, Kur’an’ın tefsiri mahiyetindeki Hz.Peygamber efendimizin hayatını (sahih sünnetini) öğrenme ve yaşama odaklı bir programı kaçımız uygulayabiliyoruz?
Bunları tümüyle öğrenmek için Ramazan ayını hangimiz değerlendirebiliyoruz?
***
Butün bu gerçekler ortada iken, mesela dini bir konuya temas eden herhangi bir köşe yazısına yapılan yorumlar, neye istinaden yapılıyor?
Hangi bilgiyle cevaplar verilebiliyor ve ne cesaretle?
Aynı sütunda yayınlanan bu yorumların aynı inanç sahiplerince birbirinden çok farklı görüşlerle değerlendirilmesi, aralarında derin ve büyük uçurumların olması, hatta cedelleşmenin iman-küfür noktasına kadar götürülmesi, insanımız kafasının hayli karışık olduğunu ve çok koyu bir bilgi kirlenmesine maruz kaldığını gösteriyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M. Emin Parlaktürk Arşivi