Fidel üzerinden solculuk rahatlaması

Fidel üzerinden solculuk rahatlaması

Küba’nın, -görevde kaldığı süre itibarıyla rekortmen sayılacak- Devlet Başkanı Fidel Castro, sağlık sorunları nedeniyle görevi bıraktığını açıkladı.
81 yaşındaki Castro, görevini 76 yaşındaki kardeşi Raul’a bıraktı.
Veliahtlık, sosyalist sistemi benimseyen ülkeler için pek şaşırtıcı değil.
Kuzey Kore’de de Kim İl Sung ölünce, vasiyeti gereği yerine oğlu Kim geçmişti.
Konumuz “devrimcilik-veliahtlık” ilişkisini irdelemek değil tabii.
Ben bugün, Fidel’in vedasının medyamızda geniş yankı bulması üzerine bir şeyler yazmak istiyorum.
Gerçekten de gerek yazılı gerek görsel basın “Efsanevi lider, son komünist, son savaşçı” gibi sıfatlarla sundukları Castro’ya geniş yer ayırdılar.
Birçok gazetenin sürmanşeti veya manşeti Castro’nun vedasına dairdi.
Malum, günümüzde, özellikle “merkez medya” tabir edilen basın kuruluşları, genelde bir zamanlar solcu-devrimci olanların yönetiminde.
Bunların bir bölümü, kendini hâlâ solcu göstermekten de vazgeçmez.
Gerçi kapitalist patronların yanında –muhtemelen Amerikan dolarına endeksli maaşlarla- üst düzey yöneticilik veya yazarlık yaparken emek sermaye çelişkisine dayalı bir devrimci-sol söylem tutturmanın zorluğu hatta imkânsızlığı ortadadır ama büsbütün kapitalizme ram olmuş görünmek de hoş bir şey olmasa gerek.
Tamam, sırf kendilerine sunulan yüksek yaşam standartlarını korumak adına gazete emekçilerinin sorunlarıyla ilgili hiçbir çaba göstermemişlerdir, tamam birçok gazetecinin özlük haklarından mahrum, amele sigortasıyla çalıştırılmasına ya da tenkisat dönemlerinde kıyımlara uğratılmasına karşı havaya bakıp ıslık çalmayı yeğlemişlerdir, tamam Nişantaşı, Beyoğlu ve Etiler’den ibaret pırıltılı bir yaşamın bilumum hazlarına alışmışlardır ama zaman zaman ve ima yoluyla da olsa “Ben hâlâ solcuyum, ben aslında pek değişmedim, hâlâ Marksistim, aslında benim hâlâ birtakım sol ilkelerim var, ben hâlâ toplumsal sorunlara karşı acıları olan biriyim” mesajları vermeye çalışmanın da hiçbir mahzuru yoktur.
Kaldı ki insan kendi kendine karşı da böylesi bir rahatlama ve savunma ihtiyacı hissedebilir bazen.
İşte Fidel Castro vb haberler tam da böylesi bir ihtiyacı gideriyor galiba.
Fidel üzerinden bir nevi kendini rahatlatıyor, Fidel üzerinden hâlâ solcuymuşsun gibi bir hava veriyor, Fidel’i övgülere boğarak hâlâ kendinde antiemperyalist bir damarı muhafaza ediyormuşsun izlenimi uyandırıyorsun, fena mı?
Benzer rahatlama zaman zaman Che Guevara haberlerinde de görülür.
Bazı hafta sonları “1968’in özgürlük rüzgarlarını tatlı bir nostalji duygusu içinde hissedeyim” güdüsüyle Londra’ya, Paris’e vs gitmek ve dönüşte o günlere dair birkaç yazı ya da haber attırmak da faydalı aktivitelerdendir.
Bir ara Deniz Gezmiş’in ölüm yıldönümlerinde mezarını ziyaret edip onun çok sevdiği Birinci sigarasını mezarın üzerine bırakmak da rahatlatıcı ritüellerdendi.
Gerçi bir cepte dolarlı maaş, ötekinde Amerikan sigarasıyla mahzun ve mazlum şekilde mezarın üzerine bırakılmış Birinci sigarasına bakarak hüzünlenmek, bir yandan rahatlatıcı olurken diğer yandan da birtakım çelişkilerin kıpırdanışlarını uyandırıyordu insan ruhunda ama sonuçta mesaj mesajdı.
Bu arada kendi dönüşümlerine Fidel’den örnekler getirerek “Aslında hiçbir şey eskisi gibi değil, neylersin ki dünya değişiyor. Fidel de değişmişti” demeye getirerek, daha farklı türden bir “rahatlamayı” deneyenler de var.
Bunlar, Fidel’le ilgili görüşlerini anlatırken satır aralarına “Fidel, devrim günlerindeki Fidel değil artık. O da değişti. İlk defa onun davetiyle bir Papa (2. Jean Paul) Küba’yı ziyaret etti. Papa ölünce Küba’da 3 gün yas ilan edildi, bütün sanat ve spor aktiviteleri iptal edildi. Dış ilişkilerde birtakım yeni açılımlar ve esnetmeler yaptı. Fidel iyi puro içerdi. Az çapkın değildi. Halen kaç kadından kaç çocuğu olduğunu kendisi bile bilmiyor” türünden cümleler de ekliyorlar ki, birileri, hayli hedonist yaşıyorlar diye kendilerini eleştirmeye kalkmasın.
Aslında bu ruh halini anlamaya çalışmak lazım.
Gerçekten onlarınki de kolay iş değil.
Bir yanda eskinin anıları, öte yanda kendilerine büyük imkânlar sunan kapitalist patronların işleri.
Bir yanda solculuk, bir yanda ancak kapitalizmle her açıdan uyum sağlandığında gelen yüksek standartlar…
İyi ki Fidel gibiler var da, kendilerinden bahsettirerek insanı rahatlatıyorlar.
Kısa süreliğine de olsa, Nişantaşı versiyonu da olsa, insana “solculuk” oynama fırsatı veriyorlar.
İsterseniz, bugünlerde plazaların üst katlarında yaşanması muhtemel bir diyalogu hayal edelim biraz:
- Ne demişti Commandante Che: “ölüm ne yandan gelirse gelsin, sefa geldi hoş geldi.” Kapitalist mekânların parfüm kokulu salonları da beni öldürüyor.
-Biliyorum efendim ama patron sizi çağırıyor, bizim kredi işi ne oldu diye kızgın?
-Hemen geliyorum. Kredi işini bugün çözüyorum. çözünce patron ödül olarak beni özel uçağıyla hafta sonu Paris’e götürecek. Zaten efsane Fidel görevi bırakmış, canım sıkkın bu aralar. Paris’teki 68 nostaljisi iyi gelecek bana.
Ne iyi devrimciydin sen Fidel amca!..
-------
münaşaka
Şansal Büyüka, “Digiturk’u yönetenlerin canı cehenneme diyen Hıncal Uluç’a, “Ben cehenneme gitmek istemiyorum. Sana güle güle. Zaten cehennemden başka alternatifin de yok” diye cevap vermiş.
Her fırsatta laikliğiyle övünen gazetecilerin televizyon kanallarındaki bu “cehennem”li atışmaları, laikliklerine bir zarar vermiyor mudur acaba?
Neyse… Bu konuda fetvacı din uzmanı sosyal demokrat Deniz Baykal bir açıklama yaparsa sevinirim!..
-------
sözünözü
Hiç kimse bir aşkı onarmaya kalkmasın / Kaybedilmeye değer / En güzel anında bitirilmişse eğer.
(Ahmet Telli)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi