Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Baykal varken, Demirel'in gözü arkada kalmaz!

Baykal varken, Demirel'in gözü arkada kalmaz!

öyle derler ya, yerlerine "iyi bir çırak" yetiştiren "usta"lar; "Artık ölsem de gam yemem... Sen yetiştin ya, artık gözüm açık gitmez!.. Gözüm arkada kalmaz" derler ya; öyle sanıyorum ki, "Dün, dündür"ün ustası Süleyman Demirel de, Deniz Baykal ile ne kadar övünse, yeridir!.. Tabiî, kimin ne zaman öleceğini Cenab-ı Allah bilir.. Ama, eğer "Emr-i Hak" vaki olur da, Demirel önce ölürse, yerine Baykal gibi birini bırakmış olmaktan dolayı herhalde gözleri arkada kalmaz... Ahiret yolculuğuna da "gözleri açık" çıkmaz!.. çünkü, Bay Baykal, "dün, dündür" konusunda Demirel'i aratmaz!..
Diyeceksiniz ki, "ne alâka?.." Hayır, ortada "kel alâka" bir durum yok... çünkü, gerek "örtünme" konusunda, gerek "dini yaşama" konusunda, gerek "laiklik" konusunda, Bay Demirel de "dün" farklı şeyler söylemiş, "bugün" farklı şeyler söylemektedir!..
Meselâ; "Bu ülkede hemen herkes, göğsünü gere gere ben Müslümanım, diyebilecektir" sözü, "Dünkü Demirel"e aittir!..
"Bugünkü Demirel" ise, inançları gereği başlarını örten öğrencilerin üniversiteye girebilmelerini sağlayacak girişimler için "ıstırap çekiyorum" diyor!..
Ve yine; "Dünkü Demirel" başörtülü hanımlar ve öğrencileri "baştacı" yaparken, "Bugünkü Demirel" onları, "Gidin, Suudi Arabistan'da okuyun" diyerek adeta bu ülkeden kovmaktadır!..
DüNKü DEMİREL’DEN TARİHİ SöZLER
Ben, sizlere "Dünkü Demirel"den birkaç söz nakledeyim de; 9. Senfoni'yi dinledikten sonra "İşte çağdaş Türkiye" diye bağıran "Bugünkü Demirel"in hangi noktada olduğuna siz karar verin!..
Demirel, 1985 ve 1986 yıllarında Köprü Dergisi’ne verdiği beyanatlarda mütedeyyin insanların topluma en faydalı insanlar olduğunu belirterek, “din eğitiminin kısıtlanmaması” gerektiğini vurguluyor. Din eğitimini baskı altına almanın “laiklikle bağdaşmayacağını”, aksine toplumu bunalıma sürükleyeceğini üzerine basa basa vurguluyor.
İşte “Dünkü Demirel”in tarihi beyanları:
- “Hakkı, hukuku, adaleti hakim kıldığınız takdirde çok değerli bir iş yaparsınız. Zaten Kur’an-ı Kerim zulme karşı çıkmada eşi emsali bulunmayan büyük kaideler koymuştur. Cenab-ı Allah zulmü ve zalimi sevmez. Seriül-Hisab’dır. Zalimin hesabını çok çabuk görür. ‘Zulmü alkışlamayınız, zalime meyletmeyiniz, zalimi sevmeyiniz, cehennemlik olursunuz.’ (A’raf Sûresi, 41; Hud Sûresi, 13) Binaenaleyh, adalete sahip çıkmak ancak zulme karşı çıkmakla mümkündür." (Köprü, Ekim 1985)
- "Bir demokrasi ülkesinde din ve vicdan hürriyeti, ibadet hürriyeti, eğitim hürriyeti, ayin hürriyeti kişinin temel hak ve hürriyetlerindendir. Buna göre, laiklik bu hürriyete müdahale etmek için değil, bu hürriyeti korumak için konulmuştur." (Köprü, Ağustos 1986)
- “Türkiye laikliği dinsizlik olarak algılamış, yanlış tatbikatlar yapmıştır. Din dendiği zaman irtica anlaşılmıştır. Henüz Türkiye’de zihinler bu tartışmayı neticeye bağlamamıştır. Buna göre mesele gayet açıktır. Din ve vicdan hürriyetinin bir rahatsızlık vesilesi sayılması kadar yanlış bir şey düşünemiyorum.” (Köprü, Ağustos 1986)
- “Mütedeyyin insanların, dindar insanların bir toplumda, o toplumun rahat ve huzuru için bir teminat olduğu kanaatindeyim. Allah’ı bilen, Kur’an’ı bilen, Peygamberi bilen insanlardan bir kötülük gelmez.” (Köprü, Ağustos 1986)
- “Kur’an hem dünyayı, hem ahireti tanzim etmiştir. Dünyayı tanzim eden kaideleri ne olacak? Eğer Kur’an’ın dünyaya dair getirdiği esaslar ülkenin hukukuna intikal etmemişse o zaman gene, Kur’an’ın içerisinde, bilhassa Maide Suresi’nin 44, 45 ve 46’ncı ayetleri ‘Allah’ın emirlerine göre hareket edin, O’nun dediğini yapın’ diyor. ‘Yapmazsanız; Kafirsiniz, zalimsiniz, fasıksınız’ diyor. üç kaide getiriyor: Fasıksınız, kafirsiniz, zalimsiniz diyor. Bunun içinden nasıl çıkacağız?” (27 Aralık 1994, Yeni Asya)
Bu sözler, Demirel'in adı anıldığında, niye hemencecik "Dün, Dündür" sözünün hatırlandığını anlamaya, herhalde yeterlidir!..
Kısaca ifade edecek olursak; Demirel'in naçiz bedeni, bir gün mutlaka toprak olacaktır ama, o "veciz söz" bundan sonra da yaşamaya devam edecek! Hem de, Baykal'ın lügatinde!..
"Dün, Dündür!"
İFFET, NAMUS, GüZELLİK SİMGESİ
Bence, "dün" farklı konuşmak, "bugün" farklı konuşmak konusunda, yani "Dün, Dündür"cülük konusunda Demirel ile Baykal arasında hiçbir fark yok!..
Biliyorsunuz, "dün" yani 30 Aralık 1992'de Bosna-Hersek'e giden Bay Baykal, şöyle diyordu:
"Bosna-Hersek'te Müslüman kızlar ve kadınlar tecavüze uğruyor... Anadolu kızlarının işlediği yazmaları, yaşmakları oraya götürüyoruz!.. Tecavüze uğramış, ırzına geçilmiş, onuru ayaklar altına alınmış kızların başına bir İFFET SİMGESİ, bir NAMUS SİMGESİ, bir GüZELLİK SİMGESİ olarak bu yaşmakları bağlayacağız!"
Lütfen dikkat; Bay Baykal, bu sözleri "kapalı kapılar ardında" değil, üç-beş kişinin katıldığı "özel bir sohbet"te de değil, "kamuoyunun huzurunda" diyor!..
Demek oluyor ki;
"Dünkü Baykal"ın gözünde örtü, bir "iffet simgesi"dir!..
"Dünkü Baykal"ın gözünde örtü, bir "namus simgesi"dir!..
Ve yine, "Dünkü Baykal"ın gözünde örtü, bir "güzellik simgesi"dir!..
İşin daha da ilginci, Bay Baykal bunları söylemekle yetinmemiş, "Bosna'dan döndükten sonra" da, aynı sözleri tekrarlamıştır!..
Bugünkü 1. sayfamıza "manşet" yaptığımız Kenan Kıran'ın haberi, işte bu açıdan "ibret"lerle doludur.
Kenan Kıran'ın haberi gösteriyor ki; Bay Baykal, "10 yıl süreyle" aynı görüşleri dile getirmiştir!..
Evet, 10 yıl... 1992'den, 2002'ye!..
30 Aralık 1992'de Bosna'ya giderken, başörtüsü konusunda, "iffet simgesi, namus simgesi, güzellik simgesi" diyen Bay Baykal, 31 Mayıs 2002'de ise, Kanal 7'de katıldığı bir programda "sözlerinin arkasında olduğunu" göstermiş ve şunları söylemiştir:
"Bosna'da kadınların ırzına geçtiler, iğfal ettiler. Bu dünya çapında bir skandal oldu. Masum Bosnalı kızları, kadınları, Sırplar geldiler, kitlesel olarak iğfal ettiler. O insanlar müthiş eziklik, müthiş bir suçluluk duygusu içine girdiler. Biz Bosna'ya gittik. Bosna'daki bu olayları protesto etmek, dünyaya bu olayları duyurabilmek için... O ziyaretimize giderken yanımızda başörtüsü götürdük. Başörtüsünü o iğfal edilmiş kadınların başına sararak, bir şey söylemek istedik. Onlara dedik ki, 'sizleri iğfal edenlerin karşısında, sakın ha kendinizi kirlenmiş hissetmeyin. Siz masumsunuz, siz temizsiniz, siz bu başörtüsü kadar temizsiniz' demek istedik. 'Başörtüsü bir simge, o simge size yakışıyor' dedik. (...) İnsanlar gözyaşlarıyla o başörtülerine sarıldılar. İşte bir görev yapmaya çalıştık orada."
O programda, şunları da söylemiş Bay Baykal:
¥ Kamusal düzene dini tercihinin doğal bir biçimde yansıması sorun yaratmamalıdır. Yani kimse toplumsal yaşam, kamusal yaşam içinde dini inancını saklamak, gizlemek zorunda değildir."
- "Onu çözmeyelim, onu bırakın, biz onu takip edelim diyorsak, ben diyorum ki, bunu çözmekten kaçındığımız ve bunu sürekli takip ettiğimiz zaman, bu bir siyasi mücadele konusu haline geliyor. Eğer içtenlikle kızlarımızı rahatlatmak istiyorsak, bu temel mutabakatı sağlayalım. Ben inanıyorum, bu temel mutabakat sağlansın. Kimse kimsenin ne başörtüsüyle meşgul olur, ne başka şeyle meşgul olur."
Tekrar hatırlatayım;
Bu sözler, herhangi bir yerden değil, 31 Mayıs 2002 tarihinde "Baykal'ın ağzı"ndan çıktı!..
Zaten, başkası da olamaz!..
Yani, "söz" dediğin, zaten "ağız"dan çıkar ve insanlar "sözlerinin arkasında" olurlar!..
Peki, "Bugünkü Baykal" sözlerinin arkasında mı?..
Şunu söyleyebilirsiniz:
"Dün, Dündür'ün ustası Demirel, dünkü sözlerinin arkasında duruyor mu ki, Bay Baykal dursun!"
Haklısınız... Bay Baykal da "dünkü sözler"inin arkasında durmuyor!..
Zaten, bu yüzden "Demirel'in yeri"ne aday ya!..
TüRBAN OLMADIYSA HIMAR VERELİM!
"Dünkü Baykal"ın sözlerini aktardığımıza göre, bir de "Bugünkü Baykal"ın söylediklerine kulak verelim!..
Bugünkü Baykal, Erdoğan'a hitaben diyor ki:
- "Türbanın; Kur'an'ın, dinin emri olduğunu söyleyenlere biz 'hayır' diyoruz. Türban ne İslâm'ın şartı, ne imanın şartı. Ne büyük günah, ne de küçük günah.
- 'Din devleti yapmayacağız' diyor. Türkiye'de ne olacağına senin karar verme imkânın hızla kayboluyor. Sen düğmeye bastın. Seni de aşan olaylar olacak. Sen bunun farkında değilsin. Sen, ‘zamanı, günü geldiğinde papaz elbisesi de giyerim’, 'gerekirse laiklik de değiştirilebilir' diyen insansın."
- "Türban, Kur'an'da yok... Anayasa'ya dinin öngörmediği biçimi kural olarak koymayın!.. Hükmün anayasaya girmesi için Kur'an'ın referans alınması gerekir!"
Evet, Baykal söylemiş bunu.. 20 Şubat 2008 tarihli gazeteler de, bu sözleri geniş biçimde yayınlamış!..
Garabete bakar mısınız;
Bir yandan, Başbakan'a hitaben "laikliği sana emanet etmeyeceğim" diyerek, "laiklik bekçiliği"nde kararlı olduğunu söylüyor, bir yandan da "Kur'an'da türban yok" diye "fetva" veriyor!..
Ne biçim laiklik buuu?!?
Ne biçim lastik buuu!?!
İşin esprisi bir yana, Bay Baykal'ın doğru söylediğini itiraf etmem gerekiyor.
Kur'an-ı Kerim'in, "örtünmeyi emreden" ayetlerinde, gerçekten de “Fransız kökenli” bir kelime olan "türban" yok!..
Hatta, "başörtüsü" diye bir tabir de yok!..
Ya, ne var?..
"Hımar" var, "Hımar!"
Yani; "El ve yüz hariç, başı örten" bir örtünme biçimi!..
Bu da, günümüz ifadesiyle "başörtüsü" demek!..
"Kur'an'da türban yok" diyen ve "Kur'an'da yer alan hükmün Anayasa'ya girmesini" isteyen Bay Baykal, acaba "Hımar"a ne der?..
O ne der bilmem... Ama, biz diyeceğimizi diyelim:
"Türban" olmazsa, "Hımar" verelim!..
Biliyorum, Bay Baykal, "Hımar" sözünü duyunca, sandalyesine "raptiye" konulmuş öğretmenler gibi havalara zıplayıp, yine "laikliğe" sarılacaktır!..
Fakat, biz yine soracağız:
"Bu durumda hangi Baykal'a güveneceğiz?"
"Laikliğe sarılan" Baykal'a mı,
"Kur'an hükmü"nü hatırlatan Baykal'a mı?..
Evet, "hangi Baykal"a kulak vereceğiz?..
Başörtüsü için, "İffet, namus ve güzellik simgesi" diyen "Dünkü Baykal"a mı, yoksa aynı başörtüsü için "İrtica simgesi!.. Siyasal simge!" diyen "Bugünkü Baykal"a mı?..
Söyleyin, "gerçek Baykal" hangisidir?..
Ya da, "gerçek Demirel" hangisi?..
İşte bunun için diyorum ya; "Dün, Dündür"cülüğün ustası "Demirel'in postu"na oturmaya lâyık tek kişi, Bay Deniz Baykal'dır!.
Ki, Demirel'in gözü arkada kalmasın!..
-----------
Türban neyi örtüyor?
Türbana karşı çıkmak, bugünün işi değil... "Başörtüsü"ne ve dolayısıyla "tesettür"e karşı çıkanlar, öteden beri "türbanın neyi örttüğünü" sorarlar ve derlerdi ki; "Türban, başı örtmüyor; yolsuzlukları, hırsızlıkları örtüyor!"
Böyle konuşanlar, bir "slogan" olarak bunu hep dillendirdiler ama, gerek "başörtüsü" takanların, gerek "başörtüsüne serbestlik" isteyenlerin hiçbirinin "hırsızlık" ve "yolsuzluk" yaptığına dair belge gösteremediler!..
Ama, söz doğruymuş ve bu sözle "kendilerini tarif ediyorlar"mış!.. "Türban neyi örtüyor" sorusunu sorup, ardından "hırsızlığı" gündeme getirenlerin, demek ki bir bildiği varmış!..
Gerçekten de, türban; "hırsızlığı" örtüyormuş!..
Hele bakın şu "örtü karşıtları"na!.. Tuncayım özkanım'a bakın!.. CHP'li Prof. Necla Arat'a bakın!.. Her ikisi de, "intihal"den, yani "aşırma"dan, yani "fikir hırsızlığı"ndan mahkûm, iyi mi?..
Demek ki; türban, "örtü karşıtlarının hırsızlıklarını örtüyor"muş!..


Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi