İyi ki Cerrah yok

İyi ki Cerrah yok

Celalettin Cerrah, günahları ve sevaplarıyla teraziye konsa, günahı daha ağır basacak bir emniyet müdürüdür. Özellikle Ergenekon, Hrant Dink ve Münevver Karabulut soruşturmalarında sınıfta kalmıştır.

Ajandayı açsak, geçersiz not listesi daha da kabarır, ama yukarıdaki üç örnek bile, kanaat sahibi olmak için yeter, artar bile. Onun içindir, siyasi iktidar, Cerrah’a neden sahip çıkar, bunu hiç anlayamadım.

Sakarya Emniyet Müdürü Faruk Ünsal ve Emniyet Genel Müdürlüğü’ndeki ağabeyine muhabbetin sırrını çözemediğim gibi...

Ergenekon soruşturmasında, Cerrah’a rağmen mesafe katedilmiştir. Hrant Dink cinayetinde istihbarat zaafı yaşanmıştır. Münevver Karabulut cinayetinin faili Cem Garipoğlu’nun yakalanması konusunda güçlü irade gösterilememiştir.

Cerrah, yine de suyun üstünde kalmayı başardı. Hıncal Uluç gibi medyanın önemli kalemleri ve yöneticileriyle ahbaplık kurarak tahtına yönelik salvoları önlemeyi başardı. Uluç’un köşesindeki plakalara gösterdiği yakın ilgiyi, diğer hadiselerden esirgedi.

Osmaniye’ye uğurlanırken geride bıraktığı tek güzelleme, Uluç güzellemesiydi.

Gitti de İstanbul’un önü açıldı. Halefi Hüseyin Çapkın, önemli işler yapıyor. Kimdir, necidir bilmem. Hayatımda hiç görmedim.

Cerrah kalsaydı; yüksek ihtimalle Cem Garipoğlu sokaklarda dolaşıyor olacaktı veya Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Emin Arslan’la ilgili çete soruşturması bu aşamaya gelmeyecekti. Çünkü Cerrah, insanlarda aksi kanaat uyandıracak bir yönetici profili oluşturmadı.

Hem Garipoğlu’nun yakalanması hem Emin Arslan’ın yargı önüne çıkarılması, başta Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın olmak üzere İstanbul polisinin başarısıdır.

At, sahibine göre kişniyor.

Ama müdür, kendine dikkat etmelidir. Arı kovanına çomak soktukça düşmanı çok olacaktır. Şimdiden Doğan Grubu gazeteleri Emin Arslan’ı korumaya aldı. Emin Arslan’ın Hürriyet’e yaptığı açıklamaya göre, uyuşturucu baronu olmakla suçlanan Habib Kanat, muhbirmiş.

İnşallah doğrudur. Lakin gazeteci şüpheciliğiyle şu sorulara cevap bulmamız gerekmiyor mu?

1- Baronun muhbir olduğu bir yer altı organizasyonu mümkün müdür?

2- Emniyette muhbir kaydı var mı?

3- İçeriden bilgi vermekle kodlanan muhbir, bizatihi suçun içinde olur mu?

4- “X Şahıs” olarak tarif edilen muhbirlerle ilgili kanun, 2005 yılında çıktı, oysa sümenaltı edildiği iddia olunan rapor, 2000 tarihli değil mi?

5- Müdürün oğluyla muhbir kızının ortak şirket kurması, 100 bin dolarlık hissesinin 1 yıl içinde 320 bin dolara çıkması doğal mıdır?

Hüseyin Çapkın böyle devam ederse, yolu açık olsun. Umarım, başarıyı, yazarlara eskort tahsisi veya ortak maç keyfinde aramaz.


Bir yalnız adam

Kanal A’da moderatörlüğünü Ömer Şahin’in yaptığı “Görüş Farkı” programında Emin Çölaşan’la birlikteydik. Kanımca seviyeli bir program oldu, muhtevaya ilişkin takdir, izleyicilere aittir.

Çölaşan, program öncesi ve sonrası çok yakın davrandı. Kimileri “eli sıkı” der, itiraf etmeliyim, Beykoz lokantasındaki sahur ziyafetinin faturasını kendi ödedi. Bu arada çok özel sohbet imkanımız oldu.

Konuştuklarımızı yazmak, sohbet adabına uymaz. Sanırım, gözlemlerimi aktarabilirim.

Aynı düşünmesek de Çölaşan, ormancı türküsüyle limon direnişindeki zibidilerin cirit attığı Hürriyet’ten kovulmasını hükümete bağlıyor. Bir tasfiye listesinden söz ediyor. Bu konudaki düşüncelerimi biliyorsunuz, öyle bir liste olsaydı, hepsinin tasfiyesine tereddütsüz vize çıkardı.

Velev ki, bu iddiası bir an için doğru olsun. Medyadaki koordinatları AK Parti karşıtlığı üzerine kurulu veya kendilerini üçüncü yolda konuşlanmış gibi izah edenlerin, Çölaşan’a kucak açmasını beklersiniz.

Hadi onları geçtik.

Önemli isimleri Ergenekon’da yargılanan ve kendilerini AK Parti’nin devrilmesine adamışların vücut bulduğu Cumhuriyet Gazetesi veya ART, kucak açabilirdi. Üstelik ART’de Mustafa Balbay’la ortak programı vardı.

İkisi de olmadı. Birileri engelledi. Engelleyenler, can ciğer arkadaşlarıydı. Dedim ki; “Aynı davaya inansanız bile hiç kimse çöplüğünde başka horoz istemiyor...”

Çölaşan: “Aynen öyle...”

Solcusu, sağcısı, Ergenekoncusu, demokratı hiç fark etmiyor; sistem her yerde aynı.

Nerde kaldı özel hayat?

Habertürk’ün dünkü magazin ekinin manşetiydi. Can Dündar, boğazda bir esmerle öpüşürken görüntülenmiş.

Yaşar Nuri Öztürk’ün şahane maceralarını görmeyenlerin, Dündar’a takılmasını, sadece habercilik refleksiyle açıklamak mümkün değildir. Sebebi hikmetini, herhalde Can Dündar açıklayacaktır.

Geçen yıl Ergenekon sanığı Güler Kömürcü ile operasyona Ergenekon isminin verilmesine tepki gösteren Tuğrul Türkeş arasındaki telefon konuşmalarını yayınladığımda, özel hayatın gizliliğini ihlal ettiğimi söyleyenlerin, şimdi sessiz kalması yine manidardır.

Üstelik, habere konu görüşme, Ergenekon iddianamesinin eklerinde yer alıyordu. İsteyene bir tık mesafesindeki o görüşme tutanakları, mahkeme kararıyla kayda geçmişti.

Hıncal Uluç, Reha Muhtar ve bilumum ahali yazmadığını bırakmadı. Akşam’ın Gay Kulübü bile kılıç kuşandı.

Evet beyler ve oğlanlar, size tarihi fırsat. Özel hayatın gizliliğini ihlal var mı, yoksa diğer tepkiniz Ergenekon’a ilgi miydi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi