Çıktığımız yer

Çıktığımız yer

Türkiye’de çok kişi, herşeyin 28 Ekim 1923 gününü 29 Ekim 1923 gününe bağlayan gece başladığını sanır.

Ondan önce, hani eski haritalarda henüz keşfedilmemiş yerlerin beyaz lekeyle gösterilmesi gibi, boş bir sayfa vardır... Beyaz sayfa... Ukalalık edersek, tabula rasa!

Herşey o gece Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya gökten zembille inmiş, vahiy gelmiş, Türkiye başlamıştır.

Bu yanılgı içinde olanlar, sık sık “1923’te yola çıktığımız ilkeler”den, “1923 Türkiyesi’ni korumaktan” sözederler.

Kendilerine, eğitimlerini tamamlamaları için yardımcı olayım:

1923 yılında, başında da sonunda da, Türkiye’de “eski yazı” kullanılıyordu, kadınlar örtülüydü, çokeşlilik geçerliydi, İstanbul’da da bir halife vardı!

Sizin “Atatürk devrimleri” olarak bildiğiniz hiçbir şey henüz yoktu ortada.

Ortada Atatürk de yoktu, çünkü hiçkimsenin soyadı yoktu.

29 Ekim 1923 günü yalnızca cumhuriyet ilan edilmiştir, o kadar.

Bu da kimseye sorulmamış, hani bir referandum meferandum falan yapılmamıştır. Bir “cumhuriyetçi parti” seçim kazanıp da gelmiş falan da değildir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, azıcık da hagaragort yöntemlerle bir geçiş adımı atılmıştır. Karşı çıkacak kişilerin mecliste olmamalarına da özellikle dikkat edilmiştir.

İşin matrağı, 1920-1923 yılları arasında yer alan “TBMM Hükümeti” yönetimi de, adı konmamış olsa bile, bir cumhuriyettir! Geçiş dönemi meçiş dönemi ama mis gibi bir cumhuriyet yönetimi.

Haa, o zaman, “1923 yılına dönmek” şeklinde saçmalamayacaksınız, Atatürk’ün adım adım gerçekleştirdiği devrimler “döneminden” sözedeceksiniz, demek istediğiniz buysa, dönmek istediğiniz otuzlu yıllarsa...

Ben de size bu devrimlerin niçin “peyderpey” yapıldığını, niçin geç kalındığını, niçin ayak süründüğünü, örneğin niçin şapka devrimiyle yazı devrimi arasında iki yıl, niçin tekkelerin kapatılmasıyla kadın haklarının verilmesi arasında on yıl, niçin Medeni Kanun’la Soyadı Kanunu arasında sekiz yıl olduğunu soracağım, utanmadan bana “Atatürk düşmanı” yaftasını yapıştıracaklar.

Bu yanılgıyı paylaşanlar, sık sık, demokrasiye “geçmekten” de sözederler... Atatürk demokrasiye geçmek istemiş, denemiş ama geçememiş, sonunda İnönü bunu başarmıştır... İyi olmuştur, kötü olmuştur, günümüzde bile tartışıyorlar.

Oysa, 1923, yılında, Türkiye’de demokrasi vardı!

Çok partili sistem 1908 yılından beri sürmekteydi, İttihat ve Terakki’nin dikta dönemini (1913-1918) saymazsak, memlekette muhalefet partileri de bulunuyordu, hem de örneğin sosyalist partiler bir değil birkaç çeşit olmak üzere!

Çok partili sistem, 1925 yılında İsmet Paşa tarafından ortadan kaldırıldı, elbette Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın da onayıyla.

Aynı paşa, yirmi yıl sonra ortadan kaldırmış olduğu düzene geri dönünce kahraman sayıldı. Sanki bu geçiş de gökten zembille inmiş bir düşüncenin sonucuydu.

Geçmek mi?... Ne geçmesi?... Nasreddin Hoca’nın eşeği gibi önce kaybedeceksin, sonra bulunca sevineceksin... Milletçe yaptığımız buydu.

Sözünü ettiğim kafada olanlar, 1923 yılına ille dönmek istiyorlarsa, o yılı iyice incelemek zorundadırlar, ve de laf ederken çok dikkatli olmak, çünkü gerici konumuna düşerler.

Yok eğer kasıtları yalnızca “rejim” meselesiyse, korkmasınlar, günümüzde ciddiye alınmayacak birkaç “egzantrik” dışında hiçkimsenin cumhuriyet rejimine karşı çıktığı falan yok. Padişahçı kalmadı.

Anladınız mı?

Çalışan kafası olan anladı.

Umarım kel kafası olan da anlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi