Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Binlerce sınavzede Diyanet’e sesleniyor

Binlerce sınavzede Diyanet’e sesleniyor

Hani, “ateş düştüğü yeri yakar” diye bir atalar sözü vardır ya; gelen “telefon, faks ve e-mail”lerden anlıyorum ki; herkesin derdi başka ve herkesin derdi, “en önemli” dertlerden... Bizler, burada, amiyane tabiriyle hemen her gün “Türkiye’yi kurtarmaya” uğraşırken, herkesin “kendi derdine düştüğünü” göremiyoruz...
Biliyorsunuz; günlerdir “açılım”lardan söz edip, kâh Azerbaycan’a veya Erivan’a, kâh “dağdan inenler”in “sınırdaki şovu”na uzanıyor ve olan-biteni kendi aklımızca yorumlamaya çalışıyoruz...
Bunlar, “Türkiye’nin geleceği” adına, elbette “tarihi önem”de gelişmeler!.. Bir “yanlış” yapılmaması ve “akan kanın durması” için yoğun çaba harcıyoruz... Ama, şu da var: “Milyonların problemi”ni gündeme getirirken, “onbinlerin problemi”ni görmezden gelmek gibi bir lüksümüz olamaz!.. Hem, dedik ya; “Ateş, düştüğü yeri yakar!”
Meselâ, adam “imam hatiplik yeterlilik sınavı”na girmiş de, bir “haksızlığa” maruz kalmışsa, ne “açılım”ları umursar, ne de “darbe plânları”nı!.. Öyle ya; önce “iş” bulup “karnını doyursun” ki, etrafına bakmaya mecali olsun!..
ASIL YETERSİZ OLAN KİM?
Efendim, bugün sizlere “96 bin kişi”yi ilgilendiren ama yine de “gündem dışı” kalan bir konudan, evet “Din Görevlileri Yeterlilik Sınavı”ndan söz etmek istiyorum... Çünkü, tam anlamıyla “telefon, faks ve e-mail bombardımanı” altındayım...
Hemen her gün, onlarca kişi arayıp; “Diyanet’in mülâkatı”nı yazmamı istiyor.
Peki, ne olmuş “Diyanet’in mülâkatı”nda?..
Önce, bir “ön bilgi” verelim:
Efendim, Diyanet, “imam açığı”nı kapatmak için bir “sınav” yapmış... “Yazılı” sınava müracaat edenlerin sayısı “96 bin” civarında!..
Her sınavda “eleme” olduğu gibi, “yazılı sınav”da da başarılı olamayan “46 bin” civarında imam adayı elenmiş!..
Kalmış, 45 bin aday!..
Onlar için de, Ekim ayının 9 ve 10’unda “mülakât sınavları” yapılmış!.. Elbette yapılacak... Ki, kimin “ehil” olduğu, kimin “yetersiz” olduğu ortaya çıksın!..
Ne var ki;
Şimdi, işte bu mülâkat tartışılıyor!..
“Tartışma”nın konusu şu:
“Sınava girenler” mi yetersiz, yoksa sınavda görev alan Diyanet görevlileri mi?..
İMAM OLMANIN KRİTERİ NE?
Problem, “mekân”da başlıyor...
Bir “mülâkatzede” diyor ki;
“Fakir-fukarayı oradan buradan süründürerek eğitim merkezlerinde imtihana almaları ve mülâkatları bu merkezlerde gerçekleştirmeleri, ciddi bir sorumsuzluğun göstergesidir.
Ayrıca, komisyon başkanı ve komisyon üyelerinin sınav kriterlerini de anlayamadık!.. Kimi adaya; Kur’an-ı Kerim değil de ilâhi okuttular!..
İmtihanda sanki imtihan değil de sorgulanma vardı, öyle bir hava esiyordu.
Korku, panik ve heyecan hakimdi ortama.
Heyecanlanırken ve korkarken titrek Kur’an sesi herhalde komisyon üyelerini tatmin etmemiş olacak ki adayların yüzde 70’ini elemişler.”
Diyanet’in “yeterlilik sınavı”na Şanlıurfa’da katılan bir “sınavzede” ise şunları yazıyor:
“Ben, kamu yönetimi mezunu, İlâhiyat ikinci sınıf öğrencisiyim... Yazılı sınav notum 81’dir... Mülâkatta bana üç soru soruldu, üçüne de doğru cevap verdim... Sınav sonucu açıklandı: Sınavı kaybetmişim.
Neye göre kaybettim?
İmam olmanın kriteri nedir?
İmam olmak için üç dakika ve üç soru yeterli mi bilemiyorum...
Yıllardır katsayı zulmü görmüş İmam Hatip Lisesi mezunları olarak, diğer üniversitelere zaten giremedik.
Açıköğretim Kamu Yönetimi’ni bitirdim, İlahiyat’a kayıt yaptım. İkinci sınıfa geçtim. Diğer üniversite mezunları polis olabilirken; biz İ.H.L. öğrencisi olduğumuz için polis de olamıyoruz.
İmam olalım dedik, mülâkatta elendik.
Peki ne olacak bizim bu halimiz?
Ne yapalım?
Yetkililerden bir cevap bekliyorum.”
HAFIZ DA SINAVI KAYBEDERSE!
Bazı “sınavzedeler” ise, Diyanet İşleri Başkanlığı’na sorular yöneltip, bunlara cevap bekliyor.
İşte o sorulardan bazıları:
¥ “Şu an görevde olup da mülâkatta sınavı kaybeden imamların durumu ne olacak?
¥ Hem İlahiyat mezunu, hem de hafız olan arkadaşlardan sınavı kaybedenler var... Diyanet, imamların standartını bu kadar yükseltti mi?
¥ Yüksek lisans yaptıkları halde yazılıda seksen puan alan ama mülâkatta kaybeden arkadaşlar ne yapmalı?
¥ Diğer kurumlar, mülâkatlara kamera şartı getirmişler... Diyanet bir şey yapmayı düşünüyor mu?
¥ Bu sınav en son 2006’da yapılmıştı... İmam olmak için bu belge şart, bu belge için dört yıl daha beklememiz mi gerekiyor?
¥ Alınacaklar mülâkatla belirlenecekse, Diyanet’in hizmet içi kursları neden yapılıyor?
¥ Ayın 20’si itibariyle sınava itiraz edenlerin sayısı 6 Bin’i aştı... Diyanet bu konuda bir şey yapacak mı?
¥ Diyanet, İmam-Hatiplerden üniversite mezunu olanların oranını yüzde 5 olarak açıklıyor... İlâhiyat mezunları bile sınavda elenirken, standart nasıl yükseltilecek?”
Sorular bunlar... Bunlardan, benim en çok dikkatimi çeken soru şu oldu: “Diyanet, mülâkat sınavlarını iptal edip, daha ehil görevlilerle yenisini yapmayı düşünüyor mu?
DİYANET, BU SESE KULAK VERMELİ
Açık söyleyeyim:
Her sınavdan sonra böyle “itiraz” edenler, “haksızlığa uğradığını” düşünenler olabilir... Dolayısıyla, “yeterlilik sınavı”na yapılan itirazları da anormal bulmuyorum... Ne var ki; “itiraz” edip de “haksızlığa uğradığını” söyleyenlerin sayısı daha şimdiden “10 bin civarı”na ulaşmışsa, işte orada durup, düşünmek gerekir!..
Şu hâle bakın;
Sınava girenlerin sayısı 45 bin... Ama itiraz edenlerin sayısı 10 bin!..
Neredeyse dörtte biri!..
Diyanet’in, bu durumu çok iyi değerlendirmesi ve gerekirse “sınavı yenilemesi” gerektiği kanaatindeyim!..
Hele de;
“Sınavı kaybedenler” arasında; hem “İlâhiyat mezunları” ve hem de “hafızlar” varsa!..
Burada bir terslik var!..
Ya bu adamlar “imam olamayacak” kadar beceriksiz, ya da Diyanet görevlileri, “kalite”nin farkında değil!..
“Psikolojik baskı” da cabası!..
Yıllarca aşağılanmış, horlanmış, gururları incitilmiş, zulme uğramış, halen bunun ezikliğini yaşayan, bütün umutlarını “Diyanet’ten alacakları yeterlilik belgesi”ne bağlayan adayların, bir de “Diyanet görevlileri”nin hoyratça tavırlarıyla karşılaşmaları hiç de hoş olmamıştır!..
Onlara “teselli” vermek yerine, “moral”lerini bozan bu görevlilerin, karşılarına gelen adayların, “besmele” çekmelerine, dahası “Kur’an” okumalarına bile fırsat vermeden; “Geç şuraya!.. Geç buraya” şeklinde “emirvari” hitapları, hem “heyecanlanma”larına, hem de “korkuya kapılmaları”na yol açmış ki; buna hiç kimsenin, özellikle de “Diyanet’i temsil eden görevliler”in hakkı olmasa gerek!..
BU TARTIŞMA DİYANET’İ YIPRATIR!
“Böyle, birkaç dakikada bu gençler alacağı göreve uygun olarak; Kur’an okuyabiliyor mu, namaz kıldırabiliyor mu, hutbeye çıkabiliyor mu, insanlarla iyi ilişkiler kurabilir mi bunu tespit yerine, iş olsun adet yerini bulsun, yaptık mı yaptık gibilerden geçiştirilmesi, ne insafa, ne insanlığa, ne vicdana, ne de bu dine ve bu dinin mensuplarına sığmaz, sığdırılamaz.
Dinimizin gereği; vaazlarda, hutbelerde doğruluklardan, ahlâktan, haksızlıklardan bahsettirilecek sonra da bu haksızlığı ve vicdansızlığı bu kurum ve bu kurumun görevlileri yapacak.
Böyle bir haksızlık ve hukuksuzluk kabul edilemez.”
Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum:
Diyanet, “onbinlerin sesi”ne kulak vermeli ve bu sınavı yenilemelidir!.. Ama, “insan psikolojisi”ni de bilen “ehil” görevlilerle!..
Yoksa, bu tartışma bitmez!..
İtirazlar da bitmez!..
Yıpranan, “Diyanet” olur!..
Haaa, şunu da söyleyeyim:
Bunları yazıyorum diye, hiç kimse sanmasın ki, bir yakınım bu sınavlara girmiş de, kaybetmiş!.. Yok öyle bir şey!..
Yazıyorum, çünkü ben “halkın sesi”yim!..
Diyanet İşleri Başkanı sayın Ali Bardakoğlu’nun da bu sese kulak vereceğinden hiçbir kuşkum yok!..
İnşaallah yanılmam!..
=================
Tebrikler Yusuf Ziya Bey!
Bırakın bu konuda “eleştiri” yapmayı, bu konunun “dillendirilmesi” bile başlı başına bir “devrim”dir!.. Şahsen ben, böyle bir konuya “el atmakla” kalmayıp, “yol” da gösteren YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ı yürekten kutluyorum.
Sayın Yusuf Ziya Özcan, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nde düzenlenen bir toplantıda demiş ki;
“Ziraat dalında özellikle tohumculuk alanında üniversitelerimizden maalesef bir katkı yapılmamaktadır. Bir kilo tohum, bir kilo altından daha pahalıdır.
Türkiye korkunç miktardaki paraları sadece tohum almak için İsrail’e ve ABD’ye transfer etmektedir.
Eğer üniversite gerçekten bu toplumun dertlerine çare olacaksa, bu konuya el atmalıdır. Ama bakıyorsunuz üniversitelerimizde bu konuda gözle görülür bir faaliyet yoktur. Hiç kimse bu soruna değinmemektedir.”
Derdimiz, “Üniversiteleri suçlamak” değil... Derdimiz, bu konuyu “dert edinen” sayın Yusuf Ziya Özcan’a takdirlerimizi iletmek... Çünkü, bugüne kadar, özellikle “İsrail tohumu”nu gündeme getirip de; “Biz niye üretmiyoruz?” diye sorma cesareti gösteren bir “YÖK Başkanı” gelmedi bu ülkeye!.. “En ulusalcı” geçinenleri bile, “İsrail üretsin, biz Ergenekon mitinglerinde boy gösterelim” havalarında gezindi durdu...
Öyle umuyor ve bekliyorum ki; soruna “teşhis” koyan YÖK Başkanımız, “tedavi”yi de gerçekleştirecektir!.. Malûm, “teşhis, tedavinin yarısı”dır!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi