Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

‘Beşir gelme, Başbuğ git'

‘Beşir gelme, Başbuğ git'

Yazının başlığı pekâlâ 'Beni bağlamaz, seni bağlar ' biçiminde de olabilirdi. Zira Amerikan yönetimi Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin kendilerini bağlamadığını ama Sudan Lideri Ömer Beşir'i bağladığını savunuyor. Bunun üzerinden Türkiye'ye baskı da icra ediyorlar. Herhalde bu vaziyet çifte standartın şahı ve dik alası olsa gerek. Dinleme skandalından önceki haftaya damgasını iki söz vurdu: Beşir gelme, Başbuğ git. Bu komutlarla birlikte liberal kesimler tahayyülat hanesi üzerinden dünyaya nizamat veriyorlar. Lenin'in çok anlamlı ve yerinde bir tabiri vardır. Devrim çocukluğu. Bir de buna paralel olarak fanteziler dünyasında yaşayan entelektüellerimiz var. Bunlar için dilimizde bir tabir vardır. Bekara karı boşamak kolaydır. Zira bir bedeli yoktur. Kurulu bir düzeniniz yoktur ve düzen kurmanın nasıl bir şey olduğundan dahi bihabersinizdir. Bu fantezilerin ve çocukluğun maliyeti ve bedeli çok yüksektir. Zira düzen kolay yıkılır lakin o kadar kolay kurulmaz. Bir binayı yakmak için bir çöp kibrit kafidir lakin kurmak için belki de sayılarca ustaya ameleye ve zamana ihtiyaç vardır. Bekara karı boşamak devrimciye göre de düzen yıkmak kolaydır. Son sıralarda komünizmin yerini alan liberaller yine düzen yıkıcı olarak sahneye çıkıyorlar. Bu liberaller bazen hafif sola da kayabilirler veya geçmişin ağır Marksist mirasından da gelebilirler. İşin önemli yanı son durakları yani taze liberal olmalarıdır. Bu adamların bir kısmı da zevzeklik peşindedir. İslami kesimler de merkezi fikirlerini kaybettiklerinden dolayı körlemesine bunların peşindedirler. Adeta onların rehberliğinde hareket ederler. Halbuki adamlarda din diyanet hak getire. Neyse. Bunlar koro halinde Beşir için 'gelme' temposu tutturdular. Başarılı da oldular. Geçen sefer de epey gürültü çıkarmışlardı.

Bu temponun başını Sarı Zeybek ve Mustafa tarzı filmlerinden tanıdığımız Can Dündar çekti. Diğerleri de ona katıldılar. Lakin bu kesimlerin gücü sadece ve sadece Ömer Beşir'i rahatsız etmeye yetiyor. Halbuki aynı günlerde (9 Kasım) yine yüz binlerin katili olan baba Bush Berlin'de Berlin'in kurtarıcısı sıfatıyla alkışlarla karşılanıyordu. Oğul Bush yine Teksas'daki çiftliğinde baykuşlar gibi tünemeye ve ötmeye devam ediyor. 3 milyonun katili olduğu söylenen Kissinger yine dünyayı turluyor. Doğu-Batı arasındaki ilişkilerin yeniden düzenlenmesi için yardımcı oluyor, katkı sunuyor. Gazze katliamcısı Ehud Olmert ve Barak ABD'den beri gelmiyor. Kimileri bu tablo karşısında hiç yoktan iyidir diye omuz silkebilir. Lakin zayıflara uygulandığı müddetçe adalet, adalet olmaktan çıkar. Nitekim, Financial Times'ın yorumcularından Gideon Rachman, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin artık, mağlupları ve zayıf olanları mahkûm eden bir kurum haline geldiğini ileri sürdü (Finacial Times Magazine, 31 Ekim 2009). Kissinger daima yakayı kurtarırken Beşir liberallerin teknik takibine yakalanıyor. Can Dündar'ın 'Beşir gelme' kampanyasına mukabil Star gazetesinden Berat Özipek de 'Özal olsaydı Başbuğ'u görevden alırdı' demiş ve bunun üzerine Başbakanın huzurunda bir alkış tufanı kopmuştu. Ne zamandan beri me'mur' dahi olsa ordu komutanları bu tarz basın toplantılarında paslaşma suretinde görevden alınıyorlar? Evet, ordunun siyasete müdahale etmesi kendi profesyonelliklerine de ters. Politize olan ordu Balkan Savaşlarını kaybetmiş ve ülkeyi felaketten felakete taşımıştır. Bu doğru. Lakin sivillerin de aynı şekilde kendi suçlarını ve kusurlarını orduya mal etmeleri kabul edilemez. Bu anlamda mesleki özerklikleri masuniyet altındadır. Elbette darbeciler ayıklanmalı lakin bu uluorta yapılabilecek bir işlem değildir. Birileri Özal yerine Yeltsin'e de özenebilir ama Yeltsin'in aradıkları son adam olduğunu çok sonra fark edebildiler.

Bir mümtaz er ise daha da ileri giderek ordunun lağvını ve nizam-ı ceditin kurulmasını teklif etti. Bir anayasayı tanzim edemeyen bir hükümetten bu kadarını istemek fantezi değil midir? Veya amaç üzüm yemek değil bağcıyı dövmek midir? Yani Başbuğ bahane, adamların derdi orduyu lağvetmek. Bir mümtaz er de başıbozuk paşanın emir eri gibi İmralı sakiniyle meseleye aynı kareden ve zaviyeden bakıyor. Mevhum başı bozuk paşa da PKK'yı muhatap almayan orduların da partilerin de çözülüp dağılacağını öngörmekte idi. Maalesef liberallerle PKK ve yandaşları aynı dille konuşuyor ve aynı kavramları kullanıyor. Dillerine pelesenk haline gelen kavramlar onların boyunu ve maksadını aşmıyor mu? Adamlar elde silah üstte haki elbiseler demokrasiden ve barıştan söz ediyorlar. Kavramlar üzerinden kendilerine meşruiyet üretiyorlar. İmralı sakini,' PKK'yı ortak kabul etmezseniz tuz buz olursunuz' diye tehditler savuruyor. Bu liberal takım ise Beşir'i görmekten şeddelisi Beşşar'ı göremedi. Onu içselleştirdiler. Çünkü gözleri bağlı. Beşir gelmedi ama Beşşar geldi. Ona da zılgıt atmak Kadri Gürsel'e düştü. Dostlarımızı tadat eden Kadri Gürsel neredeyse Neoconların tarifine çıkıyor. İslamofaşist iktidar. Yanı başımızda kimler varmış bir bakalım. Putin, Nejad, Beşir ve Beşşar ve bir de demokrasi yozlaştırıcısı Berlusconi. İyi ki Sarkozy ve Merkel mesafeli duruyor. Bu dostlarımızı saydıktan sonra Kopenhag kriterlerine uygun dostlarımızın olmadığını da söylüyor.

Beşir eleştirilerin odağı yapıldı şüphesiz bu günah keçisi mantığından başka bir şey değildir. Elbette Beşir'in irtikap ettikleri sorgulanmalı lakin kendi zaviyemizden. Batı'nın ezberlerinin peşine takılarak değil. Önce onlar kendi bahçelerini temizlesinler.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi