Cemal Nar

Cemal Nar

BİLGİ VE TOPLUM

BİLGİ VE TOPLUM

Kettani'den şunları okurken doğrusu hayretimi gizleyemedim:


"Ebu Müslim el-Kecci (ö. 292/904) Gassan revakında ders imla ettiriyordu. Onun meclisinde yedi müstemli ( konuşmacının sözünü yüksek sesle tekrarlayarak uzaktaki kalabalığa duyurmaya çalışan) bulunuyor ve her biri berisindeki arkadaşına onun söylediklerini duyuruyordu. Ebu Müslim'in meclisinde sadece bakıp dinleyenlerin dışında, söylediklerini yazan kırkbin küsur insan vardı. Asım bin Ali (ö. 221/836) nin meclisinde de yüzbirıi aşkın insan bulunuyordu." (Kettanî, et-Teratibu’l İdariye, İz y. İst. 1990, 1/152)


Bizim zamanımızda da bazı vaizleri dinlemek için insan
ların İstanbul’un en büyük camilerini geceden doldurduklarını duymuş, hatta bundan ürken bazı İslam düşmanı basının hayretler içinde bunu dile getirmesini ve irtica çığlıkları atmasını, bıyık altından gülerek ve sevinerek okumuştuk.


Ama ne olursa olsun, orta çağ diye Avrupanın karanlık çağlarına benzetilmek istenen o nurlu, aydınlık çağlarda, o nüfusa göre insanların eğitim öğretim için böyle kalabalıklar oluşturmasına, bilgi için bu denli birikmelerine doğrusu şaşmamak elde değil.


Bu şaşkınlık bana bir hatıramı anımsattı: Kahramanmaraş Sabancı Kültür merkezinde "Kurtuluş Sempozyumları"ndan birini izlemek için gitmişiz. Üçyüz kişilik salonun sanki yarısı boş. Ben, bize bilgi sunacak profesörlerden utanıyorum. Derken söze başlayan oturum başkanı profesör Turan Yazgan bey ne dese beğenirsiniz:


-Sempozyuma bu denli katılmalarından dolayı Kahramanmaraşlıları kutluyorum. Zira bir çok yerde benzeri sempozyumlar düzenliyoruz da, karşımızda dinleyici olarak ya on, ya da onbeş kişi ancak bulabiliyoruz...

Bazen sempozyumu yapanlar dinleyicilerden çok oluyor!...


Halkımız, kendilerine onca emekle sunulan bu tür bilgi toplantılarına neden ilgisiz acaba? Oysa bu tür toplantılar fevkalade önemli. Bir konuşmacı günlerce o konuşmasını yapmak için kafasında plan hazırlar, yeniden kitaplara bakar, notlar alır, bazıları konuşmayı baştan sona yazar. Gelir orda belli bir saat içinde sunar. Yani bir adamın yıllarını alan birikimini, günlerini alan bir plan ve hazırlıkla biz, bir saat içinde alır gideriz. Bu nasıl bir kazançtır değil mi? Buna rağmen bu kıymet bilinmez de dinlenilmezse buna ne denir?


Burada suçu sadece dinleyicilere atmamak gerekir herhalde. Sanırım bu ilgisizlik biraz da devletin eğitim ve kültür
politikalarıyla beraber, halkın değerleriyle ne kadar alakalı, onun beğeneceği, arzu edeceği toplantıları ne kadar yaptığımızla da ilgili olsa gerek. Bir başka yazıda anlatmıştım, halk üniversiteyi kendine yabancı gördüğü gibi, orada ders veren hocaları da kendine yabancı görüyor. Çünkü onlar halkı, halkın değerlerini hep horlamışlar, hep aşağılamışlardır. Halk gitmiyor. Çünkü güvenmiyor, itimat etmiyor onlara. Ne kendilerine, ne de söylediklerine.


Ben hatırlıyorum, çocukluğumda köye bir haber gelirdi: “Şehre bir konuşmacı gelecekmiş. Falan hoca veya filan yazar.” Köylüler o zor zamanların zor şartlarında araba kiralar, hep beraber o konuşmayı dinlemeye giderlerdi. Ben de çok gittim öyle. Hem de varıldığında ya sinema ya da kapalı spor salonları tıklım tıklım dolardı da bir de ayakta dinlerdik. Sonra gece yarısı tekrar köye dönerdik. Bu bir ibadet gibi zevk verirdi insanlara. Hele köye bir hoca gelse, yada bir imam hatip öğretmeni, cami tıklım tıklım dolar, en az altı ay konuşulurdu anlattıkları.


Peki halk bunlara geliyor da onlara neden gelmiyor? Bunu düşünmek, sebeplerini araştırmak gerekmez mi?


Bir sebep de şu: halk kendine yabancı görse de profesörü büyük adam biliyor. Ondan uzak dururken, düşüce ve değer çatışması kadar, örtülü bir saygısı da var aslında. Ama gidip onu dinlediğinde, bir din dersi öğretmeninden, bir Kur’an kursu hocasından istifade ettiği kadar olsun faydalanamıyorsa, hayalleri yıkılıyor ve gitmiyor bir daha. Bu hayalleri yıkan yok mu?


Olmaz olur mu?


Yine belediyenin davetiyle gerçekleşen bir sempozyumdayız. Niçin Yüksek bir okulda bir öğretmen olduğunu anlayamadığım, olsa olsa kontrol memurluğu yaptığını zannettiğim bir hocamız da davetliymiş ve üstelik profesör olmuş. Zavallı belediyemiz titrine aldanarak onu da çağırmış. Karşılaştık, hoş beş ettik, hatıraları tazeledik, beraber bir iki konuşmacı dinledik. Bu izin istedi. “gideyim de yarın yapacağım konuşmayı biraz düşüneyim, bir plan yapayım” dedi. Yatacağı yerde kitap ne gezer!


Şimdi bir prof. yarın yapacağı konuşmayı daha önce hiç düşünmemiş, araştırmamış, hatta planlamamış, yattığı misafirhanede bu gece yapacak bütün bunları ve yatacak ve yarın gelip bize bunu anlatacak. Biz gitmedik tabi… gidenlerden de bir sürü şikayet aldık… Bu kadar sorumsuzluk ve dinleyiciye saygısızlık olur mu?


Ama ne olursa olsun acı bir gerçek var. Politikacıların meydanları doludur, şarkıcıların meydanları doludur, sporcuların meydanları doludur, ama bilgi meydanları, bilgi salonları bomboş..


Üstün devletler önderliğinde büyük medeniyetler kurmamızla, yüzbinlerce insanın bilgi meydanlarında bir araya gelmesinin çok yakın ilişkisi olduğuna olan inancıma, herhalde katılmaz değilsinizdir!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi