Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Dünün mazlumu, bugünün zalimi mi oldu?

Dünün mazlumu, bugünün zalimi mi oldu?

Dücane Cündioğlu, muhteşem bir “Ertuğrul Özkök yazısı” yazdı. Mutlaka okuyalım, okutalım...

Benim bu yazıdan çıkardığım özet sonuç şu:

Özkök, şahsi oynamaktadır. Bencildir. Yerine göre duyarlıdır. Kaybetme korkusunu travmatik boyutlarda yaşamaktadır. Başat kâbusu sıfırlanmaktır. Bütün o “mış gibi” yapma zaruretinin altında bu korku yatmaktadır. Esasında bir ideolojisi, doktriner bir dünya görüşü, bir ütopyası yoktur. Kendi rasyonalitesinden başka rasyonalite tanımamaktadır. Ama samimidir. İtiraflarında samimidir. Beyanlarında samimidir. İsteklerinde samimidir. En azından, kendine karşı dürüsttür.

Nasıl tanıdık bir portre değil mi?

Nerden bakarsanız bakın, “insan” böyle bir şeydir işte.

Bencildir, korkaktır, zayıftır, zaaflarla maluldür, şudur budur...

Dücane’ye göre, Özkök’ü farklı (ve samimi) kılan, kendi gerçekliğine yüz çevirmemesi, hep bir “itiraf çizgisi”nde durması...

Ben onu “farklı” kılan hususiyetlere bir yenisini daha eklemek istiyorum.

Kurnazdır.

Evet, kurnaz...

Bunun da farkındadır.

Benim onda en çok kızdığım şey, “farkında değilmiş gibi” davranması ve bunu yedirmesidir.

Mesela, ikide bir, “Dünün mazlumu, bugünün zalimi oldu” gibilerden şeyler yazıyor. Bunu da “sosyolojik analiz” diye yutturuyor. Oysa Özkök, Türkiye’deki temel (siyasal) problematiğin, basit bir yürütme değişikliğiyle mahiyet değiştirmeyeceğini, daha doğrusu problematik olmaktan çıkmayacağını en iyi bilenlerden biridir.

Şunu demek istiyorum:

Dünün mazlumunu “mazlum” kılan şeyle, “bugünün mazlumu” iddiasıyla ortaya çıkanları “mazlum” saymamızı

gerektirecek şey, aynı “şey” değil. Bu bir...
İkincisi...

Dün “zulmedilen” sadece kişiler değildi... Sorgulamanın odağında büyük ölçüde değerler, inançlar ve kültür tercihleri bulunuyordu. Bu tercihler, hâlâ sorgulama nedenidir... “Yürütme değişikliği” bu problematiği ortadan kaldırmadığı gibi, daha büyük bir problematiğe dönüştürdü; “köylüler ve dindarlar bize nasıl tahakküm eder?” noktasına getirdi...

Üçüncüsü...

Kim, kime, nasıl, hangi enstrümanlarla zulmetmiş? Mesela, “vergini öde” demek bir zulüm çeşidi midir?

Hadi daha açık konuşalım:

Sen, yapabileceğin bütün kötülükleri yap... “Öteki”ne saygı gösterme... Farklılıkları ve karşıtlıkları “çatışma nedeni” gibi sun... Yazdığın haberlerle, attığın manşetlerle insanların hayatını karart... Bürokrat totaliterliğin gönüllü sözcülüğüne soyun... İktidar odaklarına yaslanarak semir... Borsada manipülasyon yap... Vergi kaçır... Halktan haber gizle... Paşa’nın Başkan’ı nasıl hizaya soktuğunu ballandıra ballandıra anlat... Suç örgütleriyle alengirli işlere gir... İşine gelince “hukuk” • hatırla, işine gelmeyince “her şeyin hukuktan ibaret olmadığını” söyle... Düşünceye küfürle karşılık ver... Pespaye tetikçilerinle ortalıkta terör estir... Kimseye hesap verme...

Bütün bunları “bahşedilmiş hak” say...

Birileri hesap sormaya kalkınca da, “Bize zulmediyorlar... Dünün mazlumu, bugünün zalimi oldu” diye feveran et.

Bu ne ki?

Bence az bile zulmediyorlar...

Hulasa, bugün kendilerine “mazlum” diyenlerin yakınma hakları yok.

Hiç mazlum olmadılar ki... Sadece “zulmetme” ayrıcalıklarını kaybettiler.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi