Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Bilinsin diye yazıyorum!

Bilinsin diye yazıyorum!

Kendisini tanımam... Hiç biraraya gelmedik. Daha doğrusu, makamına çıkıp ifade verme şerefine nail ol(a)madım.

Bir kez, Bağcılar Adliyesi’nde, duruşmada gördüm.

Ürktüm.

Esas hakkındaki mütalaasını sunuyordu. Sanık, Abdurrahman Dilipak yahut Şanar Yurdatapan’dı; tam hatırlayamıyorum.

Hani, telefonda, “Vali” olduğu söylenen birine, “Bana bağlı 20-22 mevkute var, canlarına okuyorum” demişti ya... Daha doğrusu, böyle dediği iddia ediliyordu ya... O şahıs işte. Bağcılar Adliyesi’nde “basın” işlerine bakıyordu. Genç bir savcıydı... O gün de, rutin “basının canına okuma” günlerinden biriydi muhtemelen.

Bir daha da görmedim.

Sonra, gazetelerde, Şamil Tayyar’ı düelloya davet ettiğini bildiren bir açıklamasını okudum.

Rahatsız oldum...

Kamu görevi yapan bir savcının, “düello” gibi, düşmanca çağrışımları olabilecek bir sözcüğü bu rahatlıkla, bu “hesapsızlıkla” kullanmaması, kullanamaması gerekirdi. Kendisi adına üzüldüm...

Derken, canlı yayında, “düello”da izledim.

Şaşırdım.

Oluşturduğu “ürkütücü” izlenimden eser yoktu. Nazikti, anlayışlıydı, hatta nasıl derler, muhatabına empatilerden “empati” beğendiriyordu. Ölçülüydü de.

Programdan sonra Şamil’e “Bir çay içelim, size anlatacaklarım var” demiş. Oturmuşlar. Çay içmişler. Gülüşmüşler. Anlatacaklarını anlattıktan sonra da, ezile büzüle, Şamil’den “hakkını helal etmesini” rica etmiş. Helalleşip ayrılmışlar. (Teferruatını Şamil yazdı. Arşivden bulabilirsiniz.)

Fakat, emekli olur olmaz ne yaptı, biliyor musunuz? “Helallik” istediği Şamil Tayyar’a dava açtı.

Kendisiyle ilgili her şeyle şaşırırım, ama bu hareketine şaşırmadım.

Şaşırmadım... Çünkü aynını bana da yaptı.

Nasıl mı?

Hakkındaki iddiaları (Veli Küçük’le tanışıklığını, bazı Ergenekon sanıklarıyla ünsiyetini, gazeteci Lube Ayar’a “Bak erkek olsaydın çoktan vurulmuştun haa” sözleriyle verdiği “akıl ötesi” ayarı, “Anaların gözyaşları dinsin” diyen Bülent Ersoy’a açtığı davayı, Kürt açılımını desteklediğini bildiren Hülya Avşar’a ettiklerini, “Latife” olayını, gazeteci İpek Çalışlar’a yaptığı Taner Ünal sürprizini,) gündeme getiren iki adet yazı yazmıştım...

Bir de, herhangi bir tarikat ayinine katılıp katılmadığını sormuştum.

İddialar bana ait değildi.

Bir kısmı “Ergenekon iddianamesi”nde yer alan ve basında speküle edilen bilgilerdi.

Cevap alabileceğimi düşünmüyordum.

Bir süre sonra, “dostça” ifadesiyle biten bir “mail” yolladı...

İddialara yine cevap vermiyordu. İşin aslının “bildiğim gibi” olmadığını, kulaktan dolma bilgilerle hareket ettiğimi söylüyordu.

Mümkündü.

İşin aslı bildiğim gibi değilse, bunu bir açıklamayla kamuoyuna duyurabilirdi.

Hayır, kamuoyunu değil, beni aydınlatmayı düşünüyormuş... Mailinde telefon numarasını da yazmış, “Beni arayın, bir gün mutlaka bir araya gelelim, çay içelim, size anlatacaklarım var” diyordu.

Meraklanmadım desem yalan olur.

Fakat, biz biraraya gelemeden, hakkımda açtığı davanın tebliğatnamesi geldi. Kendisini küçük düşürüyormuşum, aşağılıyormuşum, suç örgütlerine hedef gösteriyormuşum... Cezalandırılmalıymışım.

Bunu görünce aramadım.

Bundan sonra da aramayı düşünmüyorum.

Mailini “dostça” duygularla bitirmeseydi, bu yazıyı da yazmayacaktım.

Bilinsin istedim.

Bakırköy Cumhuriyet Savcısı Ali Çakır böyle bir adammış...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi