Muhteris paşalar...

Muhteris paşalar...

Muhteris olmak için ille de paşa ve asker olmak şart değil tabii...
Nitekim bazıları daha yarbay-albay, hatta yüzbaşı- binbaşı rütbesinde iken de büyük ihtiraslara kapılabilir!..
Albay Talat Aydemir’in serüvenlerini hatırlamak bile bu konu için yeterli fikir verir. Ama biraz daha geriye gidelim. Çünkü Türkiye’nin hâlihazırda yaşadığı pek çok sıkıntının kökleri, tam yüz yıl önce bazı muhterislerin giriştikleri maceralardan besleniyor.
31 Mart Vak’ası (13 Nisan 1909) ile iktidarı ordu desteğinde kontrolü altına alan İttihat ve Terakki Partisi, 1912 yılında Halaskâr Zabitan’ın (Kurtarıcı Subaylar) verdiği muhtıra sonucunda hükümetten çekilmek zorunda kaldı. Ama İttihatçılar pes etmedi. Bir şekilde ipleri yeniden ele geçirmek için çeşitli plan ve hazırlıklara giriştiler. Nitekim 1913 Şubatında, kısa bir müddet sonra paşalığa zıplayacak olan (bu tabiri bilhassa kullandım, çünkü bir gün bile albaylık yapmadan doğrudan general oldu...) Yarbay Enver, arkasında tetikçisi Binbaşı Yakup Cemil ve 30-40 kişilik sabıkalılar çetesi ile birlikte Bab-ı Ali’yi, yani o günkü hükümet merkezini bastı ve Ordunun Başkumandanı olan Harbiye Nazırı Nazım Paşa’yı öldürerek, Sadrazam Kamil Paşa’yı istifa ettirdi. Zavallı Nazım Paşa, nereden bilebilirdi ki, bir müddet önce kritik görevlere getirdiği Albay Cemal (üç paşanın ikinci asker olanı) ile Yarbay Enver kendisinin cellatları olacak!..
Balkan Harbi’nin en şiddetli döneminde, düşman ordularının İstanbul kapılarına dayandığı bir sırada muhteris askerler, cephede değil, payitahtta iktidar savaşını sürdürüyordu. Muhterisler bu savaşı maalesef kazandılar ama, kısa bir zaman içinde memleketin neredeyse tamamını kaybettiler.
Bab-ı Ali baskınından sonra, ilk defa hiçbir mülki görev almadan bir asker (Korgeneral Mahmut Şevket Paşa) doğrudan Sadrazamlık koltuğuna oturdu... Lakin birkaç ay sonra o da bir suikast sonucu hayatını kaybetti. Yani su testisi su yolunda kırıldı.
Bütün bunları niye aktarıyorum? Şayet yüz yıl önce başlayan hastalık zamanında tedavi edilebilseydi, yani darbecilere hesap sorulabilseydi, herhalde ve mutlaka Türkiye bugün başka bir konumda olurdu. Ama olmadı!.. Muhteris paşalar önce Balkan Harbini, daha sonra da hesapsız kitapsız girdikleri I. Cihan Harbini ve neticede koskoca Osmanlı İmparatorluğunu kaybetti...
İmdi... Özel yetkili Cumhuriyet Savcıları, üç eski kuvvet komutanını; Aytaç Yalman, Özden Örnek ve İbrahim Fırtına’yı şüpheli sıfatıyla ifadeye çağırmış. Elbette bu emekli paşalar hakkında, iddianame tanzim edilip dava açılıncaya kadar, hukuki açıdan iddiadan öteye bir suçlama yapılamaz. Bu işin prosedür yönüdür. Lakin şimdiye kadar yaşanan hadiseler ve ortaya dökülen bilgi ve belgeler (Eruygur ve Tolon Paşa’ya dair iddianame vb.) ile genelkurmay eski başkanı Hilmi Özkök’ün tanık sıfatıyla verdiği ifadenin muhtevası vs. esasen meselenin ciddiyetini yeterince aksettiriyor... Yargılama nasıl olur, sonuçta nasıl bir karar çıkar, bunlar şimdilik teferruat. Asıl olan, ilk defa bir veya birkaç darbe teşebbüsünün bu seviyede soruşturmaya tabi tutulabilmesidir.
12 Mart 1971’de, işin ucu devrin kuvvet komutanlarına uzandığı için sıkıyönetim mahkemelerinde başlatılan yargılama devam ettirilememiş ve birkaç albay ile bir iki tuğ. veya tümamirale sembolik cezalar verilmek suretiyle konu kapatılmıştı. Ama şimdi öyle olmuyor... Yani ülkede iyi şeyler oluyor. Baksanıza Kenan Evren’in ismi cadde-sokak ve okullardan kaldırılıyor. Bakalım Muğlalı Paşa’nın ismi ne zaman kaldırılacak?!.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi