Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Patriğin gücü27

Patriğin gücü27

Fener ve taşıdığı unvan galiba Patrik Bartholomeos'ya dar ve az geliyor. Bu nedenle Patrik tutku içinde ekümeniklik peşinde koşuyor. Bu bu hususta dışarıda yaptığı açılımlarla Türkiye'nin iradesini kırmaya çalışıyor. Bu ünvanının kadim bir unvan olduğunu ve geçmişten beri tevarüs ettiklerini söylüyor ve Türkiye'ye bu ünvanı dayatmaya çalışıyor. Referans olarak Lozan'ı değil Bizans'ı alıyor. 1 Mart tezkeresini savunan ve işgal yandaşı olan kimi kalemşörler bu defa da patriğin önünü açmaya çalışıyorlar.. Ve Patriğin gücüyle övünüyorlar. Halbuki, din adamı özellikle de Hıristiyan olan zevat gücü temsil etmez. Etse etse hürmeti temsil edebilir ve insanlardan saygı bekleyebilir. Lakin bu aklı evveller Patrik Bartholomeos'nun uluslararası mahfillerde ne kadar gücü olduğunu ve hatta bu gücün Türkiye'nin gücünü aştığını söyleyerek övünüyorlar. Dolayısıyla onların dedikleri yoldan gidecek olursak Patrikhane'nin gücü o kadar artacaktır ki gücü kontrol edilemeyeceği gibi Türkiye Patrikhane'nin kanatları altına çekilecek ve uluslararası problemler karşısında lutufkar bir kurum olarak Türkiye'ye imdat etmesi beklenecektir. Peki, gerçekten de bizde kuyruk acısı ve onlarda evlat acısı varken böyle bir şey mümkün olabilir mi? Elbette ki kademe kademe hassasiyetlerini aşındırarak sonunda meseleyi dönülmez bir noktaya taşımak istiyorlar. Maksatları da o'dur. Gerçekten de bizler Patrik ve Patrikhanenin güç tutkusunu beslemeli miyiz yoksa gemlemeli miyiz? Bizim ve onlar için hangisi daha hayırlı? Elbette din adamı manevi gücü ve saygıyı temsil eder ve bunun dışına çıktığında ilişkiler de kontrol dışına çıkar ve aynen Kin Kapısı gibi hadiselerin zuhuruna kapı aralar. Kaş yapayım derken göz çıkartma durumuyla karşı karşıya kalabiliriz. Bu açıdan dertsiz başımıza niye yeni dertler açalım? Patriğin açıklamaları karşısında insanlar hatta çevresi de şaşkın vaziyette. Nasıl olur da en rahat oldukları bir dönemde Patrik böyle sorumsuz ve ulu orta ifadeler kullanabilir? Bu, fırsat düşkünü olduklarını ve bulduklarında da onu suistimale yatkın olduklarını gösteriyor. Bizde 'rahatlık batıyor' diye bir tabir vardır ve Bartholomeos'un başarısı için dua ettiği açılım meselesinde olduğu gibi maalesef bu tarz yaklaşımlar muayyen kesimlerin azgınlığını artırıyor ya da karşılanması mümkün olmayan taleplerini besliyor.

Patriğin gücüne işaret eden yazarlardan birisi M.A.Birand olmuştur ve köşesinde Bartholomeos'a şöyle hulus çekiyor: "Beğenelim, ya da beğenmeyelim, Patrik Hazretleri bu dünyada ekümenik olarak kabul edilir. Bunun için onun yaptığı uluslararası seyahatlerdeki karşılama seviyesine bakmak bile yeterli. Hatırlamayabilirsiniz çünkü basında neredeyse hiç yer almadı ancak bundan yaklaşık bir buçuk ay önce Patrik ABD'ye gitti. Orada Obama, Hillary Clinton ve Joe Biden ile ayrı ayrı akşam yemekleri yedi. Bill Clinton ve Ban ki Moon ile baş başa buluştu. Soruyorum: Hangi Türk lider için bir ABD gezisinde bu kadar yüksek resepsiyon uygulanıyor? Biz Başbakan ve Obama'nın çalışma yemeğini bile göklere çıkarırken içimizden biri, Patrik Bartholomeos, bir TC vatandaşı olarak ABD Başkanı, eski başkanları ve başkan yardımcıları ile akşam yemekleri yiyor, onlara Türkiye'yi anlatıyor. Peki ama neden bunlar görmezden geliniyor?" Doğru soru! Gerçekten de Patriğin din adamları yerine, görüşmelerinde siyaset adamlarını tercih etmesini neye bağlamalıyız? Neden siyasetçiler kendisiyle görüşmek üzere sıraya giriyorlar? 70 milyonluk bir Türkiye'nin diyanet reisi ABD'ye gitse farkında bile olmazlar. Peki, patriğin özelliği ne? Patriğin siyaset erbabıyla ne işi var? Aynı mezhepten gelmedikleri halde Amerikalı siyasetçilerin izhar ettikleri bu hüsnü kabulü nasıl anlamalıyız? Yoksa Türkiye'yi Patrikhane üzerinden kafeslemek mi istiyorlar? Din adamının vasfı en azından Hıristiyanlık nokta-i nazarından siyaset değil samimiyet ve ihlastır. Halbuki Bartholomeos siyasi vadilerde dolaşıyor!

Patriğin gücünü matah bir şeymiş gibi şapka çıkaranlardan birisi de Mehmet Ali Birand'la birlikte Cengiz Çandar olmuştur ve bakın, 'Wolfowitz dostları'ndan ötekisi neler yazıyor: "Bir seferinde Avrupa Komisyonu'nun davetlisi olarak Brüksel'e birlikte gitmiştik. Komisyon'un o zamanki dönem başkanı Romano Prodi ve AB yetkilileri nezdinde nasıl bir itibarı olduğunu gözlerimizle gördük. Patrik Bartholomeus, Türkiye'nin hiçbir yerde kolay kolay bulamayacağı "Ekümenik Patrik" sıfatının da sağladığı muazzam bir "lobi" gücüne sahip bir şahsiyettir ve bu gücünü Türkiye için kullanmakta tereddüt etmemiştir..." Yaptığı kıyak neyse Çandar bundan bahsetmiyor!

Patrik üste çıkmak için İslam'dan da referans getiriyor. Patrik'le program yapan televizyon ekibi Mısır'daki Sina Çölü'ndeki bir Ortodoks manastırına gitmiş ve orada Hz. Muhammed'in (S.A.V.) gönderdiği manastır cemaatine "koruma ve din özgürlüğü" vadeden mektubu gündeme getirmiş. Yandaşları şöyle diyor: "Patrik'in, bu ülke yönetiminden istediği İslâm Peygamberi'nin vaadinin burada da uygulanmasından başka bir şey değil özünde..." Herhalde Hazreti Peygamber dini hürriyetlerini kastetmiş olmalıdır. Yoksa devlet içinde devlet olsunlar anlamında olmasa gerek. Zaten Fatih de başta Patrikhane olmak üzere Bosna'da da Hıristiyanlara gönderdiği fermanlarda ve ahitnamelerde din özgürlüğünü atıfta bulunmuş ve garanti altına almıştır. Burada Patrik'e düşen bu siyasi gücünün hesabını vermektir. Hesap sormak değil. Ekümeniklik için Hazreti Peygamberin uygulamalarından örnek getirmesi de Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir'in küfürlerini Nisa Suresiyle savunmasına benzer.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi