Berberlerin günahı ne?

Berberlerin günahı ne?

‘Berberlik’ diye bir meslek vardır malumunuz. Pekii, ne iş yapar bu ‘berber’ denilen meslek erbabı?

Traş ederler dii mi?

Erkeklerin saçını, sakalını düzeltirler.

Son tahlilde işleri, insanları ‘güzelleştirmek’tir.

Bi dee...

‘Rektörlük’ var malumunuz.

Pekii, ne iş yapar bu ‘rektör’ denilen meslek erbabı?

Talebeler arasındaki genel kanı şudur;

Rektör eşittir ‘üniversite ağası’.

Bizim bildigimiz ise, rektörler üniversiteleri idare ederler.

Son tahlilde onların da işleri, talebeyi bilgi ile donandırarak ‘güzelleştirmek’tir.

Haa bi de, siyaset ile uğraşır rektörler nedense.

Bununla da yetinmez, siyasete müdahil olmaya kalkarlar.

üniversite bir nevi onların ülkesidir.

Dört bir tarafı sınırlarla çevrili bu küçük ülkenin kralı, padişahı falan gibidirler.

O yüzden bu babalar, yani rektörler ‘atanmış adamlar’ olduklarını unutup, ‘Nereye gidiyor ulan bu memleket?’ diyerekten tavır koyarlar.

Yürürler.

Miting yaparlar.

Galeyan yaparlar.

Helecan yaparlar.

çelenk yaparlar.

H H H

Berberlerin dükkanı da aslında bir küçük memlekettir.

‘Berberlik’te de bir usta vardır. Usta o dükkanın kralıdır.

Kendisine ‘eti senin kemiği benim’ diye emanet edilen ufaklığı en güzel bir şekilde yetiştirmek, vazifesidir.

Yani, berberlerin de talebeleri vardır.

üstelik ‘usta’ dediğimiz insanlar sadece meslek öğretmezler.

çıraklarına ahlakı, erdemi, doğruluğu, dürüstlüğü de öğretirler.

Siyasetse; siyasetin feriştahı berberlerde yapılır.

‘Nereye gidiyor ulan bu memleket?’ diye onlar da kafa patlatır.

Televizyonlar, radyolar saat başı açılıp ‘ajans’ dinlenir.

üstelik, toplumun her kesiminden insanlarla konuştukları için ufukları daha geniştir.

Tek fark vardır.

Berberler siyasete müdahil olma cür’etinde bulunmazlar.

Seçimden seçime vatandaşlık haklarını kullanırlar.

Miting yapmazlar.

Galeyan yapmazlar.

Helecan yapmazlar.

çelenk yapmazlar.

Hele hele, diğer berberlerle gizli toplantılar yapıp

‘Şunu şöyle devirelim, bunu böyle alaşağı edelim. Onu asalım, bunu keselim’ gibi mevzulara hiç mi hiç girmezler.

Makam, mevki peşinde koşmazlar.

‘Ekmek’ peşinde koşarlar.

Eğer bu memlekette siyaset harici birilerinin siyaset yapma hakkı varsa, buna en çok berberlerin hakkı vardır.

E, o zaman kardeşim berberlerin günahı ne?

Hadlerini bilmek mi?


ölmüşüz ağlayanımız yok


‘Sevinçli bir telaş’ içindeyim son günlerde.

Gırgır Dergisi’nde yıllarca çizmiş olduğum ‘Eşşek Herif’ tiplemem albüm olarak çıkıyor.

Her ne kadar ‘eşşek kadar’ adam olsam da, bu ‘çocuksu telaş’tan kurtaramıyorum kendimi.

Albümü yayına hazırlayan arkadaşlar ‘Abi, eski fotoğraflarından bi de kitap eki yapalım, şahane olur’ deyince, albümleri karıştırmaya başladım.

Başladım da...

Anacığııımmm!

Ulen bu fotoğraflarda görünen şahısla şimdiki Hasan’ın uzaktan yakından bi alakası yok.

Yani, tanıyorum o çocuğu, o genç insanı.

Geçmişlerde görmüşlüğüm var, bir hukukum var.

Amma o fotoğraflarda görünen çocuk, delikanlı, genç, genç irisi şahıslar, yani eski ‘ben’ler yok olmuş gitmiş.

Hani derler ya ‘insan vücudunun hücreleri yedi senede bir ölür yerine yenileri gelir’ diye.

Abicim bu güne kadar çeşitli çap ve ebatlarda Hasan Kaçan gelmiş.

Bunların hepsi de ölmüş.

Şaka değil ölmüş.

Fotoğraflarda bir hatıra olarak kalmış.

‘Vay canına’ dedim be.

‘Bak şu Allahın işine’

İnsanoğlu, ‘Bir gün ölüceeez nasıl olsa’ diye kendi kendine teselli bulup, yaşadığı güne sevinirken, Allah adamı farkına bile varmadan öldürüp öldürüp yerine yenisini koyuyor.

Bir sonraki adam, bir öncekinden izler taşıyor amma ne beden olarak, ne kafa olarak, ne gönül olarak aynı kişi değil.

İsbatı mı; aha da işte fotoğraflar.

Aha da işte çizgiler.

Aynen ‘Eşşek Herif’de çizdiğim gibi.

‘Köylü Memet’mişim bir zamanlar.

‘Eşşek Herif’mişim bi zamanlar.

‘Eşşek Herif’in babası’ imişim bi zamanlar.

Ulen şimdi kimim acaba?

‘Deli Ziya’mı olucam bu gidişle?

Allah biliiiir...

Buyrun, bi albüm mevzundan nerelere geldik:)

(Moda olduğu üzere, bu yazının tatlı bir yazı olduğunu belirtmek içün gülücük işareti koydum.)


Hadi bi fıkra...


Yukarıdaki mevzuyu dillendirirken, bir fıkra geldi aklıma.

Dur anlatayım.

Baba Erenler, Fatih Camii’nde yaşlı bir adam görmüş.

Köşede bir yere çökmüş dua ediyor.

Adama kulak kabartmış Erenler.

‘Allahım, görmeyen gözümü gördür.’

‘Allahım, kulaklarım da duymaz, işittir.’

‘Allahım, ellerim de tutmaz oldu, tuttur.’

‘Allahım, ayaklarım da basmaz oldu bastır.’

‘Allahım, saçlarım da çıkmaz oldu, yenisini çıkar.’

‘Allahım, dişlerim de döküldü, yenisini ver.’

Baba Erenler dinlemiş, dinlemiş... Sonra tutamamış kendini.

‘Be adam, Allah seninle uğraşacağına yenisini yapar.’

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi