O hafta neler oldu?

O hafta neler oldu?

Yıl 2003, aylardan Mart ayı ve bu ayın ilk 7 günü; yani sadece bir haftası.
1 Mart Cumartesi günü Meclis'te "tezkere" oylanıyor. ABD'ye Kuzey'den Türkiye topraklarından Irak'a girme izni verecek olan meşhur tezkere. Hani şu tarihe "1 Mart Tezkeresi" diye geçen, çok kritik Meclis kararı. Hükümetin Meclis'e sunduğu tezkere, marjinal sol örgütleri bile şaşkına çevirecek şekilde reddediliyor. Sadece Türkiye-ABD ilişkilerinde değil uluslararası dengelerde kuvvetli bir deprem yaşanıyor.

Hafta içinde Başbakan Abdullah Gül, Daho'da İslâm Konferansı Örgütü toplantısına katılıyor. Tezkerenin reddedilmesi Ortadoğu'yu ayağa kaldırmış durumda. Başbakan, Irak'ta "siyasî çözümden yana olduğumuzu" vurguluyor.

KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Kıbrıs'la ilgili Birleşmiş Milletler planını görüşmek üzere ABD'ye gidiyor. Kıbrıs'ta deniz tükenmiş, Türkiye sıkışmış durumda. Hükümet, çözüme destek olacaklarını, yani statükoyu sürdürmekten vazgeçtiklerini açıklıyor.

Yeni bir sınırötesi operasyon için 500 araçtan oluşan bir askerî konvoy, Kuzey Irak'a giriş yapıyor.

Hafta sonunda, Siirt ilimiz AK Parti lideri Tayyip Erdoğan'a milletvekili olma yolunu açacak bir ara seçime hazırlanıyor. İki partili Meclis'te CHP yapıcı ve ılımlı bir muhalefet sergiliyor.

"Balyoz Harekât Planı"nın görüşüldüğü 5-7 Mart 2003 tarihlerinde Türkiye, bu çok kritik gelişmeleri ve tartışmaları yaşıyor. Ne diyeceksiniz? Bir yanda çok önemli kararlar alınıyor, önemli badirelerden geçiliyor; öbür tarafta birileri oturmuş balyozla bu ülkenin kuyusunu kazıyor. Düşmana ihtiyacınız mı var? Buyurun size hiçbir düşmanın veremeyeceği zararı, kuyumcu titizliği ile planlayan düşmanlar; hem de içinizden. "Balyoz planı"na, bir de Türkiye'nin kronik hale gelmiş bir "dış güvenlik veya savunma zaafı" olarak bakmalıyız. Demek ki hükümet zor şartlarda sorunlarla baş etmeye uğraşırken birileri pusuya yatmış fırsat kolluyorlar. Neyin fırsatı? Hükümetin boğuştuğu iç ve dış şartlar, darbecilerin işlerinin kolaylaştığı fırsatlar demek. Hükümet sırtında bir yığın yükle giderken üç-beş darbeci ayağına çelmeyi takacak. Ama asıl cevaplanması gereken soru: Hükümetin mi, yoksa ülkenin mi? Ve ne için?

1 Mart Tezkeresi'nden önce yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısını hatırlayalım. Hükümetin ısrarına rağmen MGK, bu çok kritik tezkere konusunda hiçbir görüş bildirmemişti. Hesap, Meclis'in tezkereyi geçirmesi ve çiçeği burnundaki AK Parti Hükümeti'nin kendi seçmeni nezdinde zor durumda kalması idi. İstanbul'da Selimiye Kışlası'nda "Balyoz planı"nın geliştirildiği saatlerde Ankara'da -işini yapan tek komutan- Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, tezkere konusunda hükümetle aynı görüşte olduklarını belirtiyordu. Görüş açıklamama gerekçesini şöyle ifade ediyor: "...Böyle bir konuda karar almak için hepinizin takdir edeceği gibi politik, ekonomik ve sosyal ve yasal boyutları da bulunmaktadır. Biz asker olarak (kendimizi) her konuyu en iyi bilenlerden saymıyoruz."

Darbe günlüklerinde tam da bu tarihe tesadüf eden bir ayrıntı var. Kuvvet komutanları, Hilmi Özkök'e "hükümeti devirelim" telkininde veya dayatmasında bulunuyor. Hilmi Özkök de onlara, Amerikalı generale verilecek cevabı soruyor. Çok detaylı planlar hazırlanması gereken bu konuda kuvvet komutanları ayaküstü bir mütalâada bulunuyor. Bu ayrıntı, darbe ile uğraşan generallerin kendi işleriyle uğraşmadıklarına dair galiba sıradan bir örnek.

Başta "Balyoz Harekât Planı" olmak üzere, ortaya saçılıp dökülen darbe planlarına, Türkiye'nin dış güvenlik zaafı olarak bakması gerekenler var. Bunların başında askerler geliyor. İktidarı ele geçirmek için iç düşman yaratmaya teksif olan komutanların mevcudiyeti bir savunma gediği, bir adım ötesinde bir "iç tehdit" haline geliyor. Mart 2003'ün ilk bir haftası bize bu tehdidin somut vaziyetini gösteriyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi