Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Yalan söyleme Ertuğrul, arşiv orada!

Yalan söyleme Ertuğrul, arşiv orada!

Hürriyet’in tepesinden alındığı ya da istifa ettirildiği günlerde, telefon açıp “geçmiş olsun” demiştim.

Bu dileğime katılmadı, “Hayırlı olsun de” dedi...

Elbette hayırlı olsun da, ben “insan Ertuğrul” • gözettiğim için “geçmiş olsun” demiştim.

Hakkında olumlu laf eden neredeyse bir tek kişi yoktu... Çok dayak yemiş, çok hırpalanmıştı... Sürekli düşman üretiyordu... Yeni süreci tahkimatla geçirir, yaralarını sağaltabilirdi. Bu nedenle geçmiş olsun...

Bir de, “genel yayın yönetmenliği” denilen şey, Allah’ın cezası bir işti.

Bundan kurtulmuştu.

Evinde mi otururdu, nehir kenarında donma tehlikesi mi geçirirdi, dünya turuna mı çıkardı, “torunlarının tonton dedesi” olmayı mı tercih ederdi? Sonuçta özgürdü ve bağlarından kurtulmuştu... Ona geçmiş olmayacak da, kime geçmiş olacaktı?

Ben, yeni süreci “tahkimatla” geçirir diye kuruyordum ama o “aktör” olmayı tercih etti. Hâlâ kendisini Hürriyet gazetesinin genel yayın yönetmeni sanıyor. Hâlâ akıllar fikirler dağıtıyor. Hâlâ tehlikeli oyunlar oynuyor. Hâlâ bütün ilgilerin üzerinde olmasını istiyor.

Bakmayın “Nehir kenarında oturuyorum” filan diye araya yabancılaştırma efektleri sokmasına... Durumunu kabullenmekte güçlük çekiyor...

Eh, insandır...

Herkes her duruma adapte olamaz. Herkes her durumu kabullenemez.

Fakat, yeni durumuyla birlikte, başka durumlar da peyda oldu kendisinde:

Bir, yalan söylüyor.

İki, “hafızasız adam”ı oynuyor.

Belki de hafızasızlığımıza güveniyor, bilemiyorum.

Üç, “alemi kör, milleti sersem” sanıyor.

Dün gece (ya da önceki gece) Mehmet Ali Birand’ın 32. Gün programında izledim... Bir sürü şey anlattı. Günah çıkardı. Özeleştiri yaptı. Bazı itiraflarda bulundu. Samimiydi... Belki de “samimi adam”ı oynuyordu.

Sonra da, niyeyse, yalanlara

başladı...
Mesela, hayatı boyunca hiç askeri darbeyi savunmamış...

Hadi, “İyi ki 12 Eylül oldu” cümlesiyle başlayan Evren ve 12 Eylül güzellemelerini saymayalım... Tarihe “postmodern darbe” olarak geçen 28 Şubat’ın basındaki en büyük destekçisi, “manşet atıcısı”, tamama erdiricisi kimdi?

Bu kadar karargâh çıktısını, bu kadar andıçı ben mi yayınladım?

Darbeye meşruiyet atfeden manşetleri ben mi attım?

Her şeyin hukuktan ibaret olmadığını ben mi söyledim?

Ben mi Pakistan Yüksek Mahkemesi’nden “darbeye cevaz” aradım?

Ben mi “Topyekün savaş” çığlıkları attım?

Ben mi insanların arkasından “Vay şerefsiz” diye ünledim?

Ben mi Ergenekon’a mazeret üretip duruyorum?

Bir de diyor ki, “Bu ülkede darbe olursa ben gazeteciliği o gün bırakırım. Çünkü ertesi gün yazacağım yazıyı yayınlayamam. Yayınlayamayacaksam da yazmam daha iyi... 28 Şubat’ta ben Çiller’in Erbakan’ın kanunsuz uygulamalarına karşı mücadele ettim.”

İyi ettin de...

Kanunsuz uygulamalar Çiller ve Erbakan’ın yaptıklarıyla mı sınırlıydı?

Askerin kanunsuz uygulamalarına karşı ne yaptın?

Brifingler, sürek avları, susturulan gazeteciler, sermayenin renklere bölünmesi, andıçlar, lahikalar, eylem planları, “tanklı kariyerli darbe gösterileri” karşısında ne yaptın? Meslektaşlarını hedef göstermek dışında, hangi demokratik çıkışı gerçekleştirdin?

Patronun Aydın Doğan, “1997 yılında ordunun baskısı sonucu istifaya zorlanan hükümete karşı benim medya organlarım savaş verdi...” diyordu.

Sen de bu savaşın içindeydin ve “darbenin tedvirine” memur yazılmıştın.

Neden yalan söylüyorsun?

Hadi biz salağız... Ne desen inanırız...

Peki, tarihi nasıl kandıracaksın?

İşte arşiv orada duruyor...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi