Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Bu adım önemli!

Bu adım önemli!

Patrikhane’nin ekümenikliği konusunda dışişlerinin açıklaması önemli. Doğru yönde ileri bir adım..
Evet, Türkiye ve /veya başka bir ülke, Patrikhane’nin ekümeniklik iddiasını kabul edip etmemekte elbette hürdür..
Dışişleri’nin aynı açıklamasında ifade ettiği, önemli bir cümle var: “…Türkiye’nin Fener Rum Patrikhanesi’nin ekümenikliğini tanıma zorunluluğu bulunmadığı ve devletin de Patrikhane’nin bu sıfatı kullanma hakkını engellemediğinin vurgulandığını bildirdi.”
Evet! Burada dikkat edilmesi gereken iki nokta var.. Evet, elbette böyle bir zorunluluk yok.. Bu Türkiye’nin buna mecbur olmadığını ifade ederken, bunu hiçbir zaman ve asla kabul etmeyeceği anlamına da gelmiyor.. Devamındaki ifadeler çok daha önemli: “ve devletin de Patrikhane’nin bu sıfatı kullanma hakkını engellemediği”.
Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Denetim Komisyonu tarafından, 2009 yılının Nisan ayında, Venedik Komisyonu’ndan, Türkiye’deki dini topluluklara tüzel kişilik tanınmamasının Avrupa standartlarıyla uyumlu olup olmadığının değerlendirilmesi ve bu çerçevede Fener Rum Patrikhanesi’nin “ekümenik” sıfatını kullanma hakkı konusunun incelenmesinin talep edildiği hatırlatıldı.
Bu bir dini ya da o dine mensup insanların oluşturduğu cemaati tanıyıp tanımama konusu değil..
Mesela Almanya hâlâ resmen Almanya’daki İslâm’ı din olarak resmen tanımadığı gibi İslâm’ın Almanya’daki meşru temsilciliğini /cemaat temsilciliğini de tanımış değil..
Bu konuda fiili bir durum var.. Dileyen kendini dilediği gibi tanımlıyor.. Alman hükümeti de bu tartışmalara doğrudan müdahele etmiyor..
Bana göre Ankara’nın Rum Ortodoks patrikliğini de, Ermeni Ortodoks patrikliğini de, Süryani Ortodoks patrikliğini de tanıması ve bunların ekümenizmini de kabul etmesi gerekir. Ekümenizmin tanınıp tanınmamasından bağımsız olarak ben diyorum ki, karakteri icabı her din ekümenik yani evrenseldir. Kuşkusuz o dinin evrensel temsilciliği olarak bir kurumun tanınması hem siyasi, hem hukuki, hem de temsili bir konudur.. Patrikhaneye bağlı, eğitim ve yayın kuruluşları ve dini vergilerin tahsili konusunda banka kurulması, aynı şekilde dini ibadet ve evlilik, talak, miras gibi alanlarda cemaat hukukunun hayata geçirilmesi konusunda yetkilendirilmesi, bazı imtiyazlara ve muafiyetlere sahip olması gerekir..
Kuşkusuz bunun nasıl olacağı ayrıntılı bir konu.. Dini gereklilik, uluslararası hukuk, AB müktesabatı, Türk hukukundan kaynaklanan sorunlar ve cemaat içi ihtilaflar gibi çözülmesi gereken bir sürü mevzu var.. Ama ilkesel olarak, kültürel bir miras olarak devraldığımız Doğu Roma’nın ihyası bana çok önemli bir mesele gibi geliyor..
Dini icab ve bireysel temel hakların siyasi pazarlık konusu yapılmaması gerekir.. Bu konunun mütekabiliyetle de bir ilgisi yoktur.. Bir kavimle olan ihtilaflarımızın bizi temel haklar konusunda adaletsizliğe sevk etmemesi gerekir..
Bu konuda Ankara’nın ihtiyadlı ve hatta ürkek hareket etmesinin mantığını anlamakta zorluk çekmiyorum. Çünki bu konuda ciddi bir negatif propaganda var.. Yıllardır istismar edilen bir konu bu.. Korkunç bir bilgi kirliliği var. Bilgi sahibi olmadan insanların kemikleşmiş kanaatleri olduğunu söylemek yanlış olmaz.. Bu konuda ne yapıldı ve söylenildiği kadar, toplumun farklı kesimlerince nasıl anlaşıldığı ve bu tartışmaların media tarafından nasıl kullanıldığına da dikkat etmek gerek.. Kuşkusuz bu gerçekler hak ihlallerinin devamı için mazeret olmaması gerekir.. Ben sadece “kontrollü bir iyimserlik”ten söz ediyorum. Dışişlerinin açıklamasında da bunu gördüm..
Ben bu konuda, elimden gelse, batıdan örnek almak, ders almak değil, batıya, hatta dünyaya model olacak bir uygulamanın hayata geçirilmesinden yanayım. Osmanlı, Selçuklu, Endülüs, Hindistan Babür Şahlığı dönemine ilişkin, hatta Asrı Saadet, Kudüs’teki Müslümanların uygulamaları bu anlamda 21. YY’da dini özgürlükler açısından bir model oluşturabilir..
Şunu görelim, bugünki negatif durum, Türklerin ya da Müslümanların suçu - günahı değil. Batının desteklediği, darbelerin gölgesinde şekillenen iktidarlar ve hukuk düzeninin getirdiği bir sonuçtur..
Hatta ben şunu iddia ediyorum, bunu Bartholomeus’a da söyledim, bir ara... Hıristiyan topluluklara bazı haklar tanınacak olursa, Müslüman halk da aynı hakları ister.
Laikçiler, bundan korktukları için Hıristiyanların uğradıkları haksızlıklara sırf bu sebeble göz yumuyorlar.. Yani bizim yanımızda onlar da yanıyor. Bu kirli oyunlarını gizlemek için de her fırsatta Müslümanları gayrimüslimlere karşı kışkırtmaktan geri durmuyorlar..
Balyoz darbe planında bu kirli emelleri deşifre oldu. Gayrimüslimlere yönelik saldırıların belgesi kanlı silahlarını Müslümanların kapısına bırakıp kaçacaklardı. Trabzon’da, İstanbul’da, Diyarbakır’da oynanan oyunun arkasında bu kanlı plan yok muydu!..
Batılılar bu “derin gerçek”in pek de farkında değil gibi gözüküyorlar.. İnanç özgürlüğüne ilişkin hazırladıkları raporlarda, Müslümanların uğradıkları haksızlıkları es geçerken aslında kendi dindaşlarının önündeki engelleri daha da aşılmaz kıldıklarının farkında değiller sanki..
Şu da mümkün, batılılar, Türkiye’deki gayrimüslimlerin haklarını savunuyorlarmış gibi yapıp, hem “azınlıklar”ı kendi yanlarına çekiyorlar, hem de Ankara’yı köşeye sıkıştırmak için, pazarlık için ellerine bir koz geçiriyorlar.. Yani, batılıların gayrimüslimlere sahip çıkmaları bir insan hakları şovu, ya da “dostlar alışverişte görsün” kabilinden bir iş olabilir (mi?)
Selâm ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdurrahman Dilipak Arşivi