Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Hikmeti hükümetin iflası!

Hikmeti hükümetin iflası!

AKP nereye koşuyor? Anayasa paketinin Meclise tesliminden önce Çankaya sofrasında buluşanlar veya bu sofraya katılan hukukçular anayasa paketinin aceleye getirildiğini söylüyorlar. Peki, öyleyse AKP'nin acelesi ne? Bilinmiyor. Ermeni tasarılarından sonra da elçileri birer ikişer başkente çektik.

El aleme posta koyduk. İyi de yaptık. Lakin ya gerisini getirmek? İşte o başka bahara. Başbakan, ABD'ye gitmeyeceğini açıkladı ve ardından sözlerini yarım bıraktı ve herhalde çok sevdiği Washington'ın cazibesine dayanamadı. Dolayısıyla neye göre politika tayin ediliyor ve neye göre uygulanıyor belli değil. Tek kriter seçimleri kazanmak ve bunun için de seçmeni gaza getirmek ve teyakkuz halinde tutmak. Eyyamcılık politikası. Bunlar başka türlü nasıl izah edilir? Dolayısıyla ayar atmaya endeksli hükümetin zati ayarı kalmamıştır. Bu nedenlere dayalı olarak bundan böyle AKP'nin seçmen tarafından tercih edilmesi eski kelamcıların kullandığı deyimle 'tercih bila müreccih' olacaktır. Yani nedensiz, mesnetsiz ve kuralsız bir tercih. Sebebi, hikmet-i hükümetin sukutu ve iflas etmiş olması ve ne yaptığını bilemez halde savrulması ve davranmasıdır. İzlenen yanlış politikalar sonucu olarak ontolojik bir çöküntüye doğru yuvarlanıyoruz. Eğer gerçek manada ve İslamileşme anlamında ıslahat yapılamazsa Türkiye'nin sosyal bünyesinin direkleri olan aile çökecektir. Ailenin çökmesi aynı zamanda cemiyetin çökmesi anlamındadır. İlk defa Nimet Çubukçu, Türkiye'de özellikle de Marmara ve Ege bölgelerinde nüfus hareketlerinin yavaşladığını hatta durduğunu ve düşme emareleri içinde olduğunu ortaya koymuştur. Bu eğilimi ekonomik çöküntü daha da pekiştirmektedir. Bu duraklamanın hatta gerilemenin durdurulması 'üç çocuk' edebiyatı ile tedarik edilemez. Tedariki ve ikmali gerçekçi ve fiili politikalarla olur.

Asr-ı saadetten beri dindarlıkla siyaset arasındaki mesafe açılmıştır. Bu mesafe zaman zaman din ile ahlak arasında da açılmıştır. Lakin belki de ilk defa bu açılan mesafe günümüzde yozlaşma derekesine düşmüştür. Mevcut hükümet ışığında Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olduk. Yani siyaset ile dindarlık arasındaki mesafeyi kapatmak ve tamir etmek bir yana, dindarlık ile ahlak arasındaki mesafeyi de, uçuruma çevirdik.

İslam dünyası ontolojik bir tehdidin kıskacında bulunuyor. Mısırlı Abdullah Eşal'in yazdığı gibi, Kudüs'ü kurtaramazsak sıra Kabe'ye gelecektir. Nüfus ve demografik anlamda İslam dünyası ayrı bir tehdit altında bulunuyor. Batı'nın ihtiyarlaması ve yaşlanması bize de hiç sektirmeden sirayet etti. Nedeni, sosyal ve içtimai sistemin çökmesidir. Daha doğrusu bizi ayakta tutan manevi değerlerin aşınmasıdır. Türkiye'de nüfus hareketleri durma noktasına doğru gelirken Başbakan'ın yeni ortaklarından Kaddafi'nin Libya'sının 30-40 sene sonra nüfus ithal etmek zorunda kalabileceği BM raporları tarafından ortaya konulmaktadır. Keza nüfus hareketlerinde ön sıralarda olan Suriye de 2010 ile 2020 dilimi arasında yaşlanma kuşağına girecektir. Zira, genç nüfusun yüzde 25 oranında azalması beklenmektedir. Görünür dindarlık yıkıldıktan sonra derin dindarlık olan fıtratın ve ahlakın da bozulmasıyla birlikte cemiyetin sosyal direkleri aşınmakta ve çökmektedir. Ahlaki yozlaşma beraberinde sosyal çöküntüye de tetiklemektedir.

Bu nedenle Türkiye'deki anlamsız kayıkçı kavgası sona ermeli ve ülke altın değerindeki vaktini heba ve imkanlarını boş kavgalar uğrunda heba ve çarçur etmemelidir. Millet hakiki ve manevi değerleriyle bütünleşmelidir. Bundan sonraki parola gerçek anlamda 'önce ahlak ve maneviyat' olmalıdır. Zira cemiyetin ana temelleri ve ekseni budur. Ahlak yokluğu ve yoksulluğu ahlak ihtiyacını hatırlatmakta ve zaruri hale getirmektedir. Eski zevattan bazıları 'ahlakı ahlaksızlardan öğrendim' demişlerdir. Zira, ahlaksız, ahlakın gereğini, değerini ve lüzumunu en iyi hatırlatan unsur ve faktördür. Zira zararını görüyorsun. Bugünkü hükümetin icraatları veya paketleri adaletin tesisi değil hangi tarafın üstün çıkacağı üzerine kuruludur. Dolayısıyla siyasetin ana damarı üstün çıkma veya eskilerin deyimiyle mügalebe dürtüsüdür. Bu kavganın tek galibi de-kim olursa olsun- mütegallibe zihniyeti olacaktır. Zira söz konusu iktidarın ve iktidarların dayanağı hakkaniyet ve adalet desturu olmayıp asabiyettir ve asabiyetin şe'ni de hangi yolla veya yöntemle olursa olsun mügalebe yani üstün çıkmadır. Dolayısıyla ortaçağda darbe yerine kullanılan kavram mütegallibe ve mügalebe idi. Bugün ise buna darbe diyoruz. Darbe başkalarının hakkına ve hududuna tecavüzdür. Başkalarının hakkına tecavüz ve haddini aşmak ise herhalde tek bir yolla gerçekleşmez. Cerbezeli siyaset de dahil bin bir türlü yolu vardır. Netice itibarıyla, mütegallibe anlayışından kurtulmadıkça kimilerinin beklediği Godot hiç gelmeyecektir. Kem alatla kemalat olmaz. Yanlış aletle ve edevatla doğru bina yapılmaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi