M. Emin Parlaktürk

M. Emin Parlaktürk

Kabağın Sahibi Vardır Elbet!

Kabağın Sahibi Vardır Elbet!

Hak, hukuk, özgürlük, eşitlik, adalet... gibi genel kavramlar, evrensel insan hakları bağlamında tüm ülkelerce kabul görmüş, yasalar ile teminat altına alınmıştır.
Bizim ülkemizde de böyle olmak lazım gelir.
Böyle midir?
Buna “evet” demek hayli zordur.
Çünkü, yasal mevzuatımızda söz konusu kavramlar yer alsa da, kurulu düzenin yapısından ve işleyişinden dolayı maalesef bunların sağlıklı bir şekilde yürümediği veya yürütülmediği, gerçekleşmediği veya gerçekleştirilmediği herkesin malumudur.
Oysa, bu kavramlar insanlar için vardır.
Ve bu kavramların yerli yerince kullanılmasını isteyen, insanı yaratan Yüce Yaratıcı’dır.
Tabiri caizse, bu kavramların gerçek denetleyicisi O’dur.
Bunu göz ardı edip, insanın doğuştan hak sahibi olduğu bu kavramları dilediği gibi kullanan, ifsat, tağyir ve tebdil eden kişi veya kurumlar, Yaratıcıyı gazaplandırmakla kalmaz, kendilerine de zarar vermiş olurlar.
***
“Vaktiyle bir derviş, nefisle mücadele makamının sonuna gelir.
Meşrebin usulünce bundan sonra her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir.
Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir.
Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir. Saç, sakal, bıyık, kaş, ne varsa hepsinden.
Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.
- Vur usturayı berber efendi, der.
Berber dervişin saçlarını kazımaya baslar. Derviş aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı içeri girer.
Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:
- Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye kükrer.
Dervişlik bu... Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Kaideyi bozmaz derviş. Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber mahcup, fakat korkmuştur. O da ses çıkaramaz.
Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar.
Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder:
'Kabak aşağı, kabak yukarı.'
Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar.
Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir.
Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır.
Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır, kalır. Ölmüştür.
Görenler çığlığı basar.
Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyarî sorar:
- Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?
Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:
- Vallahi gücenmemiştim ona. Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki kabağın bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!”
***
Hikâye böyle...
Ama hayat da böyle...

Ensemize, kafamıza vurup vurup dalga geçen sahte kabadayıların, kabağın da bir sahibi olduğunu bilmeleri gerekir.
Bu sahibin en affetmeyeceği şeyler, yaratıcıya ilahlıkta ortak koşmak, tekebbür, küstahlık ve kul hakkı yemektir.
Bunları unutanlar, koltuklarına, makamlarına, rantlarına yapışanlar, eninde sonunda bunu anlayacaklardır.

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M. Emin Parlaktürk Arşivi