Erdoğan’ı nasıl tasfiye edecekler?

Erdoğan’ı nasıl tasfiye edecekler?

Global Ergenekon tezini tartışmaya açıp CHP’de lider değişikliğiyle başlayan operasyonda nihai hedefin Recep Tayyip Erdoğan veya zayıf koalisyon olduğunu söylediğimde kıs kıs gülenler, bakıyorum, aynı çizgiye geldiler.

Video komplosuyla CHP’de koltuğunu Kemal Kılıçdaroğlu’na bırakmak zorunda kalan Deniz Baykal da bu gerçeğin farkında. Yani kendisinden sonra sıranın Erdoğan’a geleceği senaryosunu zayıf bir ihtimal olarak görmüyor. Baykal, komplonun ortaya çıkarılmasının şahsının aklanmasından öte Erdoğan’ın varlığını koruma açısından da önemli olduğu kanaatinde.

Baykal’la yaptığım uzun telefon sohbetinden çıkardığım izlenim bu yöndedir. Benden farklı olarak, bu komplonun hükümetin bilgisi dahilinde gerçekleştiği iddiasında ısrarlı.

Abdullah Öcalan’ın İmralı’da avukatları aracılığıyla verdiği mesajlarda da Erdoğan’a yönelik tasfiye operasyonu öne çıkıyor. Turgut Özal, Necmettin Erbakan ve Bülent Ecevit dönemlerinde Kürt meselesine ilişkin çözüm iradesi ortaya çıktığında üç liderin tasfiye edildiğini öne süren Öcalan, Erdoğan için de aynı tehlike çanlarının çalmaya başladığını söylüyor.

Yani, daha önce üç kez devreye giren savaş lobisi, yine sahnede...

O dönemleri Milliyet ve Sabah’ta başbakanlık muhabiri olarak yakından izlemiş bir gazeteci sıfatımla, bu tezin önemli ölçüde haklı olduğunu belirtebilirim. Kürt meselesinin çözümüne ilişkin girişimlerin yoğunlaştığı dönemlerde iktidarların hedef tahtasına oturtulduğu gerçeği yerinde bir tespittir.

Ancak, sonucu kökten etkileyebilecek dünle bugün arasında çok önemli farklılıklar olduğunu, oyun kurucuların dünkü tasfiye yeteneklerini bugün büyük ölçüde kaybettiğini görüyoruz.

Dün: Çözüm arayışı liderlerin fantezisinden ibaretti. Bugün: Bir devlet politikasıdır.

Dün: PKK, uluslararası bir enstrümandı. Bugün: Ayak bağıdır.

Dün: İstihbarat örgütleri iç içeydi. Bugün: Ayrışmıştır.

Dün: Sepetteki sıcak para tek merkezliydi. Bugün: Körfez sermayesiyle çeşitlenmiştir.

Dün: Refleksleri kaybolmuş bir dış politika hakimdi. Bugün: Dünyaya açılmıştır.

Dün: Ensesine vurulunca lokması alınan Türkiye vardı. Bugün: Jeostratejik oyuncu vardır.

Dün: Türkiye yolgeçen hanıydı. Bugün: Enerji koridorudur.

Dün: Koalisyonlar vardı. Bugün: Güçlü iktidar var.

Bu karşılaştırmayı daha da kapsamlı hale getirmek mümkündür. Bu dengeler bozulmadıkça, tasfiye projesi iç ve dış dinamiklerin ortak paydası haline gelmedikçe asla mümkün değildir. Pentagon merkezli, MOSSAD-PKK işbirliğiyle pişirilmiş, Ergenekon destekli bir plan tek başına sonuç vermez.

Provokatif eylemler artabilir, kapatma davası açılabilir, siyaset yasağı konmak istenebilir, akla hayale gelmedik senaryolar üretilebilir ama nafile...



Yeni 367 yolda

Anayasa Mahkemesi, CHP’nin anayasa değişikliğiyle ilgili itirazını kabul etti, şekil yönünden inceleyecek. Zaten, anayasanın 148. maddesine göre, mahkemenin anayasa değişiklikleri üzerinde başkaca bir yetkisi yok.

Kaldı ki, henüz yürürlüğe girmemiş, yürürlüğü referandumdan çıkacak kabul oyuyla devreye girebilecek bir düzenleme üzerinde inceleme yapılması, açıkça anayasaya aykırıdır. Şu anda paket, yok hükmündedir.

Eğer, Resmi Gazete’de yayımını yürürlük için esas alıyorsanız, o zaman bu itirazı, sizin değil yeni anayasaya göre oluşacak 17 üyeli Anayasa Mahkemesi’nin ele alması gerekir.

Hem yeni anayasanın yürürlüğe girdiğinden hareketle inceleme başlatacaksınız, hem yürürlüğe girmediğini kabul edip mevcut üye yapısıyla görüşmeyi sürdüreceksiniz, böyle bir mantık sadece 367 mucitlerine mahsustur.

Mahkemede 9 üyenin, Sabih Kanadoğlu’nun fetvası doğrultusunda karar verdiğini düşünecek olursanız, zaten fazla söze gerek yoktur.

Doç. Dr. Osman Can’ın deyimiyle, Anayasa Mahkemesi’nin anayasa değişikliklerini sadece şekil yönünden inceleyebileceği gerçeğini anlamak için okuryazar olmak yeterlidir, aksini savunmak için anayasa hukukçusu olmak gerekir.

Görünen o ki, mahkemedeki üyelerin çoğunluğu, şekilden girip esastan çıkarak paketteki yargıyla ilgili kritik düzenlemeleri iptal edecek. Burada kritik rol, başkan Haşim Kılıç’a aittir. 12 Eylül’e kadar paket tümden ona emanettir. Gündeme alırsa, paketin kuruldan sağlam çıkması mümkün gözükmüyor.

Birileri hukuku dolanarak parlamentonun yasama yetkisini üzerine almak istiyorsa, başkan da yetkisini uzatarak pakete sahip çıkabilir. Doğrusu da budur...


Hürriyet’e fotoğrafı kim sızdırdı?

Hürriyet Gazetesi’nin İsrail’i sevindiren fotoğrafları yayınlaması yeni tartışma konularımızdan biri haline geldi. Basın organları, uluslararası çatışma ortamlarında “milli” reflekse karartma uygulayabilir. CNN’in Irak’ın işgalinde, BBC’nin Folkland savaşında olduğu gibi...

Hürriyet, bu yönteme meyletmedi. Haklı görenleriniz olabilir, kızanlarınız çıkabilir. Kişisel olarak ben de doğru bulmadım. Ancak, sorunun başka bir boyutu var. Bu fotoğrafları kim sızdırdı? Önceki gün İHH Başkanı Bülent Yıldırım’ı aradım , “Araştırıyoruz” dedi. Kısa süre sonra kendisi aradı bu kez, “Hürriyet fotoğrafları yayınladıktan sonra bizim arkadaşlarımız da başka karelerle birlikte basın kuruluşlarına göndermişler” dedi.

Araştırdım, gazetemiz yazı işlerine de basın bürosunca aynı kareler gönderilmiş. Fotoğrafları dünyaya servis eden Reuters ise önce Hürriyet’i aramış, alamayınca İHH’yı aramış, fotoğrafları oradan temin etmiş, İsrail basını da buradan almış.

Hürriyet’e o çekimleri götüren bir İHH gönüllüsü, dünyaya duyuran Reuters’ın kaynağı ise İHH basın merkezi... Elbette, bu durum, İsrail’in haydutluğuna meşruiyet kazandırmaz, ancak herkesin aklını başına devşirmesi, ayaklarının yere basması gerekir. Lütfen, iğneyi başkasına batırırken çuvaldızı kendinizden eksik etmeyin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi