Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Referanduma doğru... Kim sahteci, kim sahici?

Referanduma doğru... Kim sahteci, kim sahici?

Gündem yoğun... “Miting”ler, “ekran”lar, “demeç”ler derken, 12 Eylül’e yaklaştıkça “propagandanın dozajı” yükseliyor... Herkes, kendine göre haklı!.. Hiç kimse, “ayranım ekşi” demiyor... Yalnız, bazılarının söylediklerinin ipe-sapa gelir yanı yok... Neresinden tutsanız, lime lime dökülüyor!.. Bazıları, milleti “keriz ve enayi” yerine koyup; “ne sallasam yutarlar” zannediyor ama, farkında değiller ki milletin gözü açıldı artık... Kolay kolay yutmuyor, kolay kolay “mandepsi”ye basmıyor!.. O, eskidenmiş!.. “Şeflik dönemi”nin “tek tip kıyafet”leri gibi, “tek tipçi gazeteler”in egemen olduğu dönemde, herkes “tek tip düşünce”ye yönlendirebiliyordu ama şimdi “geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye!”
Dedim ya, gündem yoğun... Her kafadan bir ses çıkıyor... Kim “haklı”dır, kimin ayranı “ekşi”dir veya kimin suratı “sirke satıyor”dur, gelin kısa bir “haber turu” yapalım da, kimin ne olduğuna kendiniz karar verin!..
DİYARBAKIR’I SEN Mİ TEMSİL EDİYORSUN?
Efendim, BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş; 12 Eylül’deki referandum oylamasında “Evet” diyeceklerini deklâre eden “14 sivil toplum kuruluşu”nu “ağır dille tehdit” edip, demiş ki;
“Yaptıkları ahlâksızlık!.. Bunlar, Diyarbakır’ı temsil etmiyorlar... Hiçbir ağırlıkları yok!.. Biz, bunların dedelerinin kimlerle hareket ettiğini biliyoruz!”
Diyarbakır’daki STK’lar, bu tehdide gayet yumuşak bir üslupla cevap vermişler:
“Ağırlığımızın olup-olmadığını 13 Eylül sabahı görürsünüz!”
Doğru ya; bu STK’lar “etkin” değillerse, “ağırlık”ları yoksa bu “panik” ve “öfke” niye?.. Böylesine “tehdit dolu bir açıklama” yaptığına göre, demek oluyor ki, “korkuyorsun!”
Diyelim ki, bu STK temsilcileri “Diyarbakır’ı temsil etmiyor”lar!.. Peki, Selahattin Demirtaş olarak sen mi temsil ediyorsun Diyarbakır’ı?..
Sorunun cevabı, Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Galip Ensarioğlu’ndan;
“Ben bir Diyarbakırlı olarak Diyarbakır’ı temsil etmiyorum da; Elazığlı Selahattin Demirtaş mı temsil ediyor Diyarbakır’ı?..
Ben Diyarbakır halkını temsil etmiyorum da Tuncelili Aysel Tuğluk veya Nevşehirli Akın Birdal mı temsil ediyor?!?..
Şu hâle bakın ki;
BDP’nin Diyarbakır milletvekilleri bile Diyarbakırlı değil!.. Daha ne diyeyim?”
Cevap, sanıyorum “cuk” oturdu!..
HANEFİ AVCI’NIN DERDİ, PARA!
Gelelim, Hanefi Avcı meselesine...
Hemen herkes, Hanefi Avcı’nın “yanlış zamanda, yanlış kitap” yazdığını söylese de, ben aynı görüşte değilim... Bence, Hanefi Avcı’nın “zamanlama”sı mükemmel!.. Piyasaya öyle bir zamanda “kitap” sürdü ki, “propaganda”sını yapan yapana!..
“Fırsat”ları çok iyi değerlendirdi!..
Bu kitap “referandum sonrası”nda piyasaya çıksaydı var ya, hiç kimse yüzüne bile bakmazdı... Ama şimdi, “satış rekorları” kırıyor, adeta “yok” satıyor!..
Bundan iyi zamanlama mı olur?..
Adam, resmen köşeyi döndü!.. İstikbalini garantiye aldı!.. Bundan sonra “lüks araba”lar da alır, “villa”lar da!.. Kitaptan kazanacağı para, herhalde “yedi sülalesine” yeter!..
Haa, “muhteva”yı boşverin!..
Zaten adamın “tarihe ışık” tutmak gibi bir derdi yok ki!.. Adamın derdi “intikam” almak!..
“Sen beni Edirne’lere, Eskişehir’lere sürer misin?.. Al sana kitap!”
İnanın, ilk günlerde; “Bu Hanefi Avcı ne yapmak istiyor?.. Derdi ne?” diye merak ediyordum... Ama şimdi anladım: Tek derdi “intikam” almak ve bu arada “köşeyi dönmek!”
Bunu da açıkça söylüyor zaten:
“Yolsuzlukla uğraşmam, Başbakan Tayyip Erdoğan’ı kızdırdı... O da beni Edirne ve Eskişehir’e sürgüne gönderdi!”
Demek ki, neymiş;
Adamcağızın bir “kuyruk acısı” varmış ve yıllardır “intikam hırsı” içinde kıvranıyormuş!..
Yazdığı kitapla; hem içindekileri dökmüş, hem de intikamını “rant”a dönüştürmüş ya, boşverin gerisini!..
Ne yazdığının hiçbir önemi yok!..
“Kişisel hırs”la yazılan hiçbir satırın, hiç kimseye hiçbir yararı olmaz!..
Ama, “zamanlama”sına diyecek yok!..
“Köşeyi dönmek için tam zamanı!”
Ancak, bu ülkede “sürgün” edilen tek kişi Hanefi Avcı değil!.. “Sürgün” edilen herkes “kitap” yazmaya kalksaydı; ne “hafıza”larda yer kalırdı, ne “kütüphane”lerde!..
Ortalık “kitap bolluğu”ndan geçilmezdi...
Bereket ki, “sürgün”e gönderilen herkes “kitap” yazıp da, “köşeyi dönmek” istemiyor!..
FERHAT SARIKAYA’DAN ONURLU TAVIR!
Görüyorsunuz değil mi;
Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı “sürgünün intikamını” almak için “kitap” yazıp, “köşeyi dönmeyi” arzu ederken, HSYK tarafından Mardin’e “sürgün” edilen Hakim Habip Kılınç, bu sürgünü “onur”una yediremeyip, basıyor “istifa”yı!..
Peki, kimin yaptığı doğru?..
Kararı siz verin!..
Haa, sahi; Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç açıkladı geçenlerde... “Şemdinli İddianamesi” dolayısıyla HSYK tarafından “meslekten ihraç” edilip, “avukatlık” yapması bile yasaklanan, açıkçası zulme uğrayan Savcı Ferhat Sarıkaya’ya; “Gelsin, hukuk müşavirim olsun” diye haber göndermiş!..
Sarıkaya ne cevap vermiş biliyor musunuz;
“Çok teşekkür ediyorum... Hiç böyle bir şey düşünmüyorum!.. Evet, bana büyük bir haksızlık yapıldı ama ben kaderime razıyım!”
Farkı fark ediyorsunuz değil mi?..
Başkası olsa, böyle bir teklife “balıklama” atlar, koşa koşa giderdi!..
Ama, “asalet” başka bir şey!..
Şu hâle bakın;
Ferhat Sarıkaya’ya “görev” teklif ediliyor ama reddediyor... Hanefi Avcı ise, “İstediğim görev niye verilmedi” diye, oturup “hınç kitabı” yazıyor!..
Dedim ya;
“Asalet” başka bir şey!..
KILIÇDAROĞLU... BU NE PERHİZ, BU NE TURŞU?
Gündemde “referandum” olur da Kemal Kılıçdaroğlu’na değinmemek olur mu?.. Kılıçdaroğlu, olaylara “şaşı” bakmaya devam ediyor!.. Bir gözü “Kalk gidelim” derken, öteki gözü “Halt etme, otur oturduğun yerde” diyor!..
Şu “çelişki”ye bakar mısınız;
Kılıçdaroğlu, Alman Der Spiegel dergisine verdiği mülâkatta demiş ki;
“Başbakan Erdoğan’ın Türkiye’yi İslâmlaştırmasından endişe etmediğimi söyleyemem!.. AKP’nin dünya görüşüne uymayan insanlara çok fazla baskı yapılıyor!..
Erdoğan, Türkiye’de bir şeriat devleti kurmayı başaramaz ama, yine de dikkatli olmalıyız!.. AKP’nin sosyal politikası İslâmî prensiplere dayanıyor... Bu prensiplere göre; devlet, sosyal yardım yapmıyor, sadece fakirlere sadaka veriliyor!.. Hükümet, devleti ele geçirmeye başladı!..”
Der Spiegel muhabiri sormuş, Bay Kılıçdaroğlu da bu cevapları vermiş!..
Peki “dışa karşı” bunları söyleyen Bay Kılıçdaroğlu, “içe karşı” ne demiş, merak etmez misiniz?..
Efendim, Meclis’te “411 milletvekili” tarafından kabul edilen “kılık-kıyafet serbestliği”nin iptali için hemen Anayasa Mahkemesi’ne koşan ve bu anayasa maddesini iptal ettiren “CHP başvurusu”nun altında kendi imzasının da bulunduğunu unutan Bay Kılıçdaroğlu; ekranlardaki ve meydanlardaki “Türbanı da biz çözeriz” zokasının yutulmadığını görmüş olacak ki, bu vaadinin üzerine “ciddiyet sosu” olsun diye, şu günlerde CHP Parti Meclisi Üyesi Prof. Sencer Ayata’ya bir “rapor” hazırlatıyormuş!..
Sencer Ayata başkanlığındaki heyet, harıl harıl çalışıp, “türban olayı”nın ekonomik, hukukî ve kültürel boyutlarını araştırıyormuş!..
Sencer Ayata demiş ki;
“Din adamlarının da görüşünü alacağız!”
Hoppala!..
Bu, “yaman bir çelişki” değil de, nedir?..
Sen kalk, Türkiye’yi dışa gammazlayıp; “Erdoğan’ın Türkiye’yi İslâmlaştırması”ndan şikâyet et, yetmedi; “Şeriat devletine karşı dikkatli olmalıyız” de, sonra da içe dönüp, “türban raporu” hazırlat!..
Bu ne perhiz, bu ne turşu?..
Tamam, Bay Kılıçdaroğlu; “ayet” ve “hadis” arasındaki farkı bilmez ama “başörtüsü”nün bir “İslâmî simge” olduğunu da mı bilmez!..
“Türbanı çözmek” demek, “İslâmî prensip”lere doğru bir adım atmak değil midir?..
Demek oluyor ki;
CHP yapınca “İslâmlaşma” olmuyor!..
O ZAMAN ERDOĞAN’A NİYE SALDIRDINIZ?
Hayır, bu “rapor” işine karşı çıkmıyorum, tam aksine “destek” veriyorum ama Kılıçdaroğlu’nun “dürüst” olduğuna inanmıyorum!..
Hem, “dürüst ve samimi” olsa ne yazar?..
O rapor, yarın “CHP Politbürosu”nun önüne geldiğinde nasıl olsa yırtılır, çöpe atılır!..
Evet, “samimiyet”lerine inanmıyorum!..
Çünkü, bu “CHP Politbürosu” değil miydi; Başbakan Tayyip Erdoğan; türban konusunda AİHM’in yetkili olmadığını, bu konuda “ulema”ya, yani “din bilginleri”ne danışılması gerektiğini söylediğinde;
“Başbakan mısın, Şeyhülislâm mı?..”
“Türkiye laiktir, Ayetullahlar Devleti olmayacağız!”
“İç hukuk düzenini ulemalara mı soracağız?.. Bu ne aymazlık, bu ne gaf?”
“Daha önce Kopenhag kriterlerimiz vardı, bunlar olsa olsa Cidde kriterleridir!”
“Ulemalardan görüş istemek, düpedüz şeriat hukuku istemektir!.. Bu anayasal suçtur!”
“Türkiye fetvayla idare edilmiyor!”
Diyenler, “CHP kurmayları” değil miydi?..
Kasım 2005’ten bu yana ne değişti ki, şimdi “Cidde Kriterleri”(!)ni baş tacı etti CHP?..
Kasım 2005’ten bu yana ne değişti ki; düpedüz “Şeriat Hukuku” istiyor CHP?..
Kasım 2005’ten bu yana ne değişti ki; CHP Genel Başkanı “Şeyhülislâm”lığa soyunup, “fetva” istemeye başladı?..
Bir “çelişki” değil mi bu?..
Bir “ilkesizlik” değil mi?..
“Samimiyet” neresinde bunun?..
“Dürüstlük” neresinde?..
Sen kalkacak; Der Spiegel’e verdiğin mülakatta, “Türkiye’nin İslamlaşmasından endişe ettiğini” söyleyecek, sonra da kalkıp; “din adamlarından görüş alınacağını” deklâre edeceksin!..
Yok!.. Bizim insanımız yemez bunu!..
Bu “zoka”yı yutmaz!..
“Kaset artığı bir genel başkan”ın ağzından çıkanların hangisi “doğru” çıktı ki, bu doğru çıksın!?!..
Neyse ki; hazırlanan “rapor”un “CHP yetkili komisyonları”na sunulacağını öğrendim de, rahatladım!.. “CHP Politbürosu”, referandumdan sonra o raporu nasıl olsa yırtar, çöpe atar!..
İstanbul’da “rozet” taktıkları “çarşaf”ları Mersin’de yırtıp, “çiğnedikleri” gibi!..
Öyle ya; CHP, bu!.. “Laiklik”ten taviz vermez!..
Saman alevi gibi, parlar ve söner!..
Bütün “popülist”lerin söndüğü gibi!..
Bu milletin en önemli özelliğidir;
“Sahici”leri ve “sahteci”leri iyi ayırır!

Kurmaylar - Gurme-yler!
Bu adamlar, hiç “strateji” de bilmiyor... İstanbul’da bir “miting” yapmışsın!.. Basın da; şişirmiş seni, şişireceği kadar.. “Buruşuk bir balon” iken, benzemişsin “armut”a... Hele sabret, bu gaz, bu hava iki gün devam etsin, yer etsin hafızalarda...
Ama sen ne yapıyorsun?.. Gidiyorsun Van’a, Batman’a ve Bingöl’e!.. Tam bir şok, tam bir soğuk duş!.. Şu hâle bakın; meydanda var, taş çatlasa “200 kişi”... Görevli “polis” sayısı da “1500 civarında” iyi mi?..
İşin tuhafı, meydanda toplanan “200 kişi”den 150’si de “Kahrolsun CHP” sloganları atmak ve “Kılıçdaroğlu’nu yuhalamak” için gelmişler oraya!..
Bingöl’de de farklı değil... “Bingöl’den defol” diyenlerin sayısı, destek verenlerin iki-üç katıymış!.. Yani, orada da şok, orada da fiyasko!..
Hadi Kılıçdaroğlu bu işlerde “yeni”dir, “acemi”dir; peki etrafındaki adamlar da mı bilmez bu işleri?.. “Balon şişirilmiş” iken, hiç “iğne batırılacak” yere gidilir mi?.. Bıraksaydınız da, yavaş yavaş kendi inseydi... Hiç olmazsa farkedilmezdi!.. Ama şimdi, “bumburuşuk” olmaya bile fırsat kalmadan, patladı balon!..
Kılıçdaroğlu’nun yerinde ben olsam, etrafımdaki “gurme-yleri” atar, kendime “yeni kurmaylar” bulurdum!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi