Cemal Nar

Cemal Nar

Devlet Rutin Dışına Çıkmışsa…

Devlet Rutin Dışına Çıkmışsa…

Adam daha fazla dayanamadı ve konuştu. Konuşması da gerekiyordu.

Sadece onun mu?

Hayır! Bu işi bilen, bilfiil içinde olan herkesin konuşması gerekiyor. Bu hem adalet için, hem de acılarla yüzleşmek ve içimizden bir operasyonla alınıp kurtulmak için gereklidir.

Şimdi Ergenekon iddiasından içerde yatanlar da aynı şeyleri mırıldanıp duruyorlardı. “Biz vatan millet için kanunsuz ama gereken bir şeyler yaptık. Bunu da emir komuta zinciri içinde yaptık. Suç ise herkes cezasını çeksin. Neden sadece biz buradayız?”

Mustafa Balbay da öyle dememiş miydi: “Ben içerdeyken asıl falanlar filanlar neden dışarıda?”

Şimdi Emekli Koramiral Atilla Kıyat'ın, 2 Ağustos günü Habertürk tv.de katıldığı bir programda söyledikleri ortalığa bomba gibi düştü. Yayını yöneten dikkat çekti: “Şu anda çok önemli şeyler söylüyorsunuz.”

Atilla Kıyat “evet, farkındayım” diyerek özetle şunları söylüyordu: “1990'ların ortalarında Güneydoğu'da işlenen faili meçhul cinayetler bir devlet politikasının sonucuydu. Ama yanlıştı. Sonunda bu cinayetler bölgede ülkesine kin kusan bir neslin yetişmesine sebep oldu.

Verilen emirler doğrultusunda bu politikayı infaz edenlerin bazıları bugün yargı önüne çıkarılıyor, ama bu politikaya karar verenler ve uygulanmasını emredenler susuyorlar. Onlardan hesap da sorulmuyor. O gün bu emri uygulayan düşük rütbeliler, bu gün yüksek rutbeli olarak mahkemedeler. Peki emri verenler nerdeler?”

Üstelik sayın Kıyat onlara soruyor: "Yatağınızda nasıl rahat uyuyorsunuz?!"

Kim bunlar?

1990 - 2002 yılları arasında cumhurbaşkanı ve başbakanlık yapan Süleyman Demirel, başbakanlık yapanlar Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit ve bir ara ne olduğunu anlamadan düşürülen Necmettin Erbakan. İçişleri Bakanlarını saymayalım. Genelkurmay Başkanlığı yapanlar ise Doğan Güreş ve İsmail Hakkı Karadayı.

Bunlar elbette çok şey biliyorlar. Eğer devlet politikası bir zamanlar Demirel’in dediği gibi “rutin dışına çıkmışsa,” nereye kadar ulaşmıştır? Artık bunlar da gündeme gelmelidir. Yoksa altta kalanın canı çıkacak, esas suçlular yataklarında rahat uyuyacaklardır. Bu emri verende vicdan olmayacağına göre, uykusuna neden zarar gelsin ki?

Aslında faili meçhul cinayetlerin bir devlet politikası olduğu bilinen ama ispat edilemeyen bir vaziyetti. Buna rağmen Atilla Kıyat'ın söyledikleri çok çok önemlidir.

Devlet rutin dışına, yani kanun dışına çıkmışsa, o kanunsuz emre itaat edilmez. Bu açıdan bu işin içinde olanlar temize çıkarılamaz. Ama sadece bu işin uygulayıcılarına ceza vermekle kalmak da ayrı bir insafsızlık, hukuksuzluk, adaletsizliktir. Kaldı ki cezanın bir amacı da mağdurun kinini gidermek ve acısını teselli etmek ise, bu bakımından bir faydası da olmaz.

Bu yüzden devletten soğuyan bir nesil, yapılan kanunsuzluklardan kendince hesap sormak için maalesef dağa çıkmış ve PKK’yı beslemiştir. Evet, yanlıştır, kan sidikle temizlenmez, asla tasvip de edilmez ama çaresizlerin mantığı kendini avutmağa bahane arar ve bulur.

Demek devletin yanlışları bir özürle bitecek kadar basit değil. Öyleyse çok cesur adımlar atmaya gerek var. Fakat unutmayalım ki bir gemide hep beraber yol alıyoruz. Hesap soracağız derken kavga edip gemiyi alabora ederek batırmak da hoş değil. Fayda yerine zarar verir. Bazı şeyleri tedrici, yani aşamalı yapmak gerekir. Bu açıdan zamanlama her vakit önemlidir.

Susurluk komisyonuna ifade veren Mehmet Ağar çok basit bir cümle kurmuştu: “Ben, devletimin bana verdiği emirleri yaptım, başkasını değil.”

Ergenekon sanığı Dursun Çiçek de itaatkar bir subay olarak verilen emirleri yaptığını söylüyordu. Peki kimdir bunlara emir verenler?

Aslında biliniyor. Fakat bilinmezlikten geliniyor. İş çok çetrefilli.

Bu düğümü hukuk çözer. Hepimize düşen hukuka yardımcı olmak, sabır ve tahammül ile sonucu beklemektir. Yoksa işi particiliğe dökerek veya provokatörlerin oyununa gelerek kaos ve kargaşa çıkarmak, sokakları savaş alanına çevirerek milletin canına ve malına zarar vermek, kanunsuzların ekmeğine yağ sürmektir. Bu oyuna özellikle gelinmemelidir.

Bu arada ülkenin en büyük oyun kuranlarından biri olan ordunun da kesinlikle hukuka teslim olması gerekir. Maalesef TSK’nın tarihi ve teamülleri hukuk ve demokrasi açısından pek de hoş değildir.

Öyleyse ordu mensupları, talebeliğinden emekliliğine kadar hukukun üstünlüğü ilkesine kesinlikle bağlı kalacak bir zihniyette olmalı, yönetim ve denetime açık bulunmalı, her bakımdan olduğu gibi bu açıdan da halka örnek olmalıdır.

Büyük bir devlet olarak huzur ve mutluluk içinde yaşamamız buna bağlıdır desek herhalde abartı olmasa gerektir

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi