Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Dünden bugüne Tayyip Erdoğan...

Dünden bugüne Tayyip Erdoğan...

Kitap gönderileli epey zaman oldu... Ama ne yalan söyleyeyim, okumaya hiç fırsat bulamamıştım... Asur Yayınları arasından çıkan Sıddık Akbayır’ın kitabından söz ediyorum...
Halen Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde görevli Sıddık Akbayır, ilginç bir çalışma yapmış... “Aynı Göğün Uzak Yıldızları” adlı bu çalışma, Asur Yayınları tarafından kitaplaştırılmış... Kitap elime geçeli birkaç ay oluyor... Ama, biraz önce de dediğim gibi, okuyamamıştım... Birkaç gün önce, sayfalarını karıştırınca gördüm ki; merhum Necip Fazıl Kısakürek’ten ve Nazım Hikmet’ten “karşılaştırmalı” olarak bahsediliyor. Necip Fazıl ve Nazım Hikmet’in “benzerlik”leri ve “aykırılık”ları tek tek irdelenmiş... İlginç bir kitap...
İşte bu kitabı karıştırırken, bir olay çekti dikkatimi...
Olay şu: Merhum Necip Fazıl, İstanbul’da bir “konferans” verecektir... Ama onu kim “takdim” edecek?..
Öyle ya; Necip Fazıl, “titiz” bir adam... Her şeyi ve herkesi beğenmez... Uzatmayalım, sonunda Tayyip Erdoğan’ı işaret eder; “Beni bu delikanlı takdim etsin!”
Tayyip Erdoğan, o günlerde “genç bir delikanlı”dır...
Alır mikrofonu eline ve Necip Fazıl’ı takdim eder.
Bu, şu demek oluyor: Tayyip Erdoğan, daha “lise” ve “üniversite” yıllarında “iyi bir hatip” ve “iyi bir münazaracı”dır... Zaman zaman kendisi de diyor ya; “Biz bu işe tepeden inme başlamadık... Biz, çekirdekten yetiştik.”
Gerçekten de öyle...
Tayyip Erdoğan’ın “mikrofon”la tanışması, “siyaset”le tanışması, “lise yılları”na dayanır!.. Daha o yıllarda kendisine bir “hedef” tayin etmiş ve “kilitlendiği hedefe” doğru; “azim”le, “sabır”la ve “kararlılık”la yürümüştür!
Geçenlerde de yazdım ya;
Bir “siyasetçi”nin “başarılı” olabilmesinin birkaç yolu vardır... Ama bunlardan ilki, kendisine bir “hedef” tayin etmektir... Sonra, “azim” ve “hırs” gelir...
Elbette, “işini sevmek” şart... Sadece “iş”ini değil, “millet”i ve “vatan”ı da seveceksin!..
Malûm, herkes merak ediyor;
“Tayyip Erdoğan, nasıl bu kadar başarılı olabildi, nasıl bu kadar zirvede kalabildi?”
Bunu bilebilmek için, Tayyip Erdoğan’ı “çok yakından tanımak” gerekir... Onu tanıyınca, “nasıl başarılı olabildiği” çok daha iyi anlaşılır!..
1980’Lİ YILLARDA TOPKAPI MEZBELELİKTİ
Şahsen ben, 1980’li yıllardan beri tanırım kendisini... Size, “1983’ten bir örnek” aktarayım da, anlayın “başarının sırrı”nı... Evet, yıl 1983... Ben, o yıllarda “Millî Gazete’nin Yazı İşleri Müdürü”yüm... Tayyip Erdoğan da, Refah Partisi’nin İstanbul İl Başkanı... Arasıra Topkapı’daki merkez binamıza gelir, sohbet eder, dertleşirdik...
O yılların Topkapı’sı malûm... Bir yanda Anadolu Otogarı, bir yanda Trakya Otogarı... Ve her taraf “dükkân”larla, “seyyar satıcı”larla dolu... Doğru dürüst ne “asfalt” var, ne de “temizlik!”... Ortalık “hırsız”lardan, “dilenci”lerden ve “kapkaççı”lardan geçilmiyor!..
Her taraf “mezbelelik!”
Ve her taraf “çamur deryası” içinde...
Yollar o kadar “çamur” ki;
Birçok defa “beraber yürüdük o yollarda!”
Tabiî, çamura bata-çıka!..
Bazen öyle olurdu ki; adımımızı atar ama “ayakkabı”mızın teki “çamura saplanıp kalır”dı!..
Pantolonlarımız ise, “dizimize kadar çamur” olurdu!..
Evet, böyle bir “mezbelelik”ti Topkapı!..
Bugün gibi hatırımdadır...
Çamurlu yollarda bataçıka yürürken, şöyle dedi bana;
“Hasancığım; eğer bir gün Allah bize hizmet etmeyi nasip ederse, ilk işim; bu Topkapı’yı mezbelelik olmaktan kurtarıp, ecdadımıza yaraşır bir hâle getirmek olacaktır!”
Aradan yıllar geçti... Ben Millî Gazete’den ayrıldım ve çok seyrek görüşmeye başladık.
1990’LI YILLARIN İSTANBUL’U!
Tarih, 12 Eylül 1993... O gün, Vakit’in yayın hayatına başladığı gün... Mahallî seçimlere 5-6 ay var...
Herkesin “adaylık” beklediği günler...
Öğrendik ki; Refah Partisi’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Tayyip Erdoğan’dır.
O günleri hatırlarsınız...
“Barajlar kurumuş”, göller “çöl”e dönmüş ve “musluk”lardan “çamur”, hatta “yosun” akmaktadır...
İstanbul, “susuz yaz” geçirmiş, suyu çekilen barajların toprağı çatlamış, “1 metrelik yarıklar” oluşmuştur...
Kadınlar, “çocuklarına banyo yaptırabilmek” için, ellerinde “sabun”larla Belediye Binası önündeki “havuz”un başına toplanmış, çocuklarını yıkamaktadır!..
SHP-CHP’li Belediye Başkanı Nurettin Sözen çaresizdir... Tek umudu, “yağmur bombası”dır!..
Büyük masraflarla “yağmur bombası” attırmış ama yine de derde derman olmamıştır!..
“Susuz”dur İstanbul!.. “Yağmura hasret”tir!..
İnsanlar “bitlenmeye” başlamıştır!..
“Hava kirliliği” desen, göz gözü görmüyor...
İnsanlar, “gaz maskeleri” ile dolaşmaya başlamıştır...
Kirli hava, “kara bir kâbus” gibi çökmüştür İstanbul’un üstüne, dağılmamaktadır!..
İstanbul halkı, adım adım zehirlenmektedir.
“Çöp”leri hiç sormayın... İstanbul’un caddeleri ve sokakları, adeta “çöplük” olmuştur!.. Meydanlarda ve hatta E-5 Karayolu’nda bile “çöp dağları” oluşmuştur!..
Millet, sokağa çıkamamaktadır!.. Çıkanlar da, burnunu tıkamakta veya “maske”lerle dolaşmaktadır. İstanbul, “yaşanmaz bir şehir” halindedir!..
GÖKYÜZÜNÜN SEVİNÇ GÖZYAŞLARI
İşte, böyle bir atmosferde yapıldı yerel seçimler...
27 Mart 1994 gecesinde, yanılmıyorsam “saat 03.00’te” televizyonlar ANAP Başkan Adayı İlhan Kesici’yi stüdyolarında konuk edip, “seçimi kazandığı” için kendisini kutlarlarken, Tayyip Erdoğan, henüz “saat 01.00’de”, evet “2 saat öncesinde” zaferini ilân ediyordu:
“Seçimi biz kazandık... Milletimize, memleketimize ve İstanbullulara hayırlı olsun!”
Nasıl olurdu bu?.. Daha “oyların üçte ikisi” sayılmış ve İlhan Kesici ile “başa baş” giderken, üstelik İlhan Kesici; saat 03.00’te, ekrandan; “Acele etmeyin!.. Daha varoşlardan gelecek oylar belli değil” derken, nasıl olur da Tayyip Erdoğan, başkanlığını ilân edebilirdi?!?..
Ama onlar, Tayyip Erdoğan’ı tanımıyordu...
Onun “çekirdekten yetişme” bir siyasetçi ve nasıl bir “teşkilâtçı” olduğunu bilmiyordu...
Hem “kadro”su vardı,
Hem “millet”i tanıyordu.
Uzatmayalım, 28 Mart sabahı, Tayyip Erdoğan, artık “İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı”ydı... Hiç zaman kaybetmeden kolları sıvadı ve başladı “hizmet” etmeye...
“Duaların bereketi”ne bakın ki;
“Yağmur”lar da, sanki Tayyip Erdoğan’ı bekliyordu...
Gökyüzünden sanki “sevinç gözyaşları” dökülüyor, yağmurlar “bardaktan boşanırcasına” yağıyordu...
“Yağmur” görmüştü İstanbul!..
“Bereket” görmüştü...
Ve de, “hizmet” görmeye başlamıştı...
Elbette, “sözünün eri bir adam” görmeye başlamıştı.
İLK İŞİ TOPKAPI’YI KURTARMAK!
Bunu, en iyi ben bilirim.
Çünkü Tayyip Erdoğan, 1983’te, bizzat bana, “11 yıl önce” söylediği sözü yerine getirdi, daha doğrusu “kilitlendiği hedef”e ulaştı...
Gerçekten de, “yaptığı ilk iş”, 11 yıl önce söylediği gibi, “Topkapı’yı mezbelelik olmaktan kurtarmak” oldu...
Yaptırdığı “alt ve üst geçit”lerle, Topkapı’yı “ecdada yakışır” bir hâle getirdi, burasını adeta “Açık Hava Müzesi” yaptı!..
Ne kirlilik kaldı, ne mezbelelik...
“Su”yu, “temiz hava”yı, “çöpten arınmış sokak”ları zaten biliyorsunuz... Ama benim için, önemli olan, “11 yıl önce koyduğu hedef”ti!..
“Allah nasip ederse yapacağım” dedi, yaptı...
Hem de oraya, “1453 Panoramik Müze” inşa ettirdi ki, en kalıcı eserlerden biridir!..
Ben o zaman dedim ki;
İşte “liderlik” budur!..
Liderin bir “sancısı” olmalı, liderin bir “derdi” olmalı, liderin bir “sevdası”, liderin bir “hedefi” olmalı...
Söyleyin Allah aşkına;
Günümüz Türkiyesi’nde hangi “lider”in, hem de “11 yıl sonrasına dair bir hedefi” vardır?..
Ama Tayyip Erdoğan’ın vardı...
Bundan dolayıdır ki;
“Çakma lider”lerin hepsi “siyaset mezarlığı”ndaki yerlerini alırlarken; “Siyasî hayatı bitti!.. Artık muhtar bile olamaz” denilen bir adam, bugün “Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı”dır!..
Söyleyin hele;
Siyasete “tepeden inme” girseydi, bu ülkeye ve bu millete “sevda”sı olmasaydı, kendisine bir “hedef” koymasaydı, o insanları, insanlar onu sevmeseydi, hiç başarılı olabilir miydi Tayyip Erdoğan?..
KAZANDERE BARAJI’NI HATIRLAR MISINIZ?
Bakın, son bir örnek vereceğim.
Tarih, 30 Kasım 1996’dır...
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan, dönemin İSKİ Genel Müdürü Veysel Eroğlu ile birlikte Kazandere Barajı’nın “temel”ini atmaktadır... Bu baraj, yılda “100 milyon metreküp su” temin edecek ve “1 milyon 700 bin İstanbullunun su ihtiyacını karşılayacak”tır!..
“Temel atma töreni”nde bir “söz” verir Tayyip Erdoğan... Kameraların önünde der ki;
“Bugün burada temelini attığımız Kazandere Barajı’nın açılışını da; Allah nasip ederse 2 Ağustos 1997’de ve yine saat 12.00’de, birlikte yapacağız!”
Şu hâle bakın... “Bu, ne biçim Belediye Başkanı”dır ki, alınan “ihale”lerin aylar-yıllar sonra bitirilebildiği bir ülkede, bırakın “gün” vermeyi, açılışın “saat”ini veriyor!..
30 Kasım 1996’da ve de “saat 12.00’de” temelini attığı “baraj”ın, 2 Ağustos 1997’de, ve de “saat 12.00’de açılacağını” söylüyor!..
Hiç unutmam... Tayyip Erdoğan, o temel atma töreninde “Allah nasip ederse” demişti ya, bazı gazeteler, ertesi gün alaycı başlıklar atmışlardı;
“İşimiz Allah’a kaldı!!!”
Sonra, o tarih geldi çattı...
Ne oldu, biliyor musunuz;
Kazandere Barajı, Tayyip Erdoğan’ın “söz verdiği tarihte”, evet “8 ay sonra”, yani “2 Ağustos 1997 tarihinde ve tam saat 12.00’de” hizmete açıldı...
Böylece; “İşimiz Allah’a kaldı” diye başlık atıp, alay edenler; rahmetli Turgut Özal’ın deyimiyle “kıçlarının üstüne oturdular!”
TAYYİP ERDOĞAN, TÜRKİYE İÇİN BİR ŞANS!
Tayyip Erdoğan’ın, “Başbakan” olduktan sonraki “hizmet”lerini saymıyorum...
Sadece; onun nasıl bir “plân ve proje adamı” olduğunu, kendisine nasıl “hedef”ler tayin ettiğini, “söz” verdiğinde nasıl yerine getirdiğini göstermeye çalıştım...
Şunu, hemen ifade edeyim:
Tayyip Erdoğan’a, evet büyük sevgim, saygım vardır...
Onunla, bir “gönül beraberliğimiz” vardır... Ama bu, hiçbir zaman “menfaat ilişkisi”ne dönmemiştir!.. Kendisine de sorabilirsiniz; birlikte o kadar yolculuk yaptık, bir gün olsun kendisinden “maddî talep”te bulunmadım... Bunu özellikle ifade ediyorum ki; “han-hamam sahibi” olduğum sanılmasın, onun için böyle yazdığım düşünülmesin!..
Erdoğan “Başbakan” olmadan önce de aynı “apartman dairesi”nde oturuyordum, şimdi de!..
8 yıl önce de aynı “araba”ya biniyordum, şimdi de!..
Neyim varsa, “gazetemin verdiği maaş”la aldım!..
Şunu söylemeye çalışıyorum:
Bazılarının zannettiği gibi, her şey “para” demek değildir... Her ilişki, “menfaat”e dayanmaz...
Bu işler, “gönül işi”dir, “sevda işi”dir!.. Recep Tayyip Erdoğan, “sevdamız millet” dediği, bu millet de “Duamız seninle” dediği içindir ki, buralara gelmiştir.
Ben, Tayyip Erdoğan’ın, “Türkiye için bir şans” olduğuna yürekten inanıyor ve onun için “yanında” yer alıyorum.
Siz de yanında olun, siz de “Evet” deyin!..
Çünkü; “işimiz çok, yolumuz uzun!”
Ramazan Bayramı’nız mübarek olsun efendim...



Kasetli’si mi, Kasketli’si mi?
Televizyonlarda gördüğünüz, gazetelerde okuduğunuz gibi; CHP’nin Antalya mitingi, aynı zamanda “küskünlerin buluşması”na sahne olmuş... CHP’nin yeni Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile, eski Genel Başkanı Deniz Baykal, Antalya’ya aynı uçakla gelmişler... Son anda, Önder Sav da dahil olmuş heyete... Baykal, mitingde kısa bir konuşma yapıp, Kılıçdaroğlu’na vermiş mikrofonu!..
İşte bu mitingden sonra, Antalyalı bir vatandaş, İstanbul’daki bir arkadaşına “e-mail” göndermiş: “Genel başkanımızı yüzümüzün akıyla ağırladık!”
İstanbul’daki arkadaş, cevap yazıp; “Hangisini” diye sormuş, “Kasketi olanı mı, kaseti olanı mı?.. Yoksa, kasvetli olanı mı? Hangisini ağırladınız.”
“Anlamadım” demiş, Antalya’daki!.. “Kasetli ve Kasketliyi anladım da, kasvetli kim?” İstanbul’daki, “Bunda anlamayacak ne var” demiş; “Şu anda kasvetli olan da Önder Sav’dır!”...
Baksana çok zor durumda, kasvetli kasvetli düşünüyor!..
Ben olsaydım sorardım; “Deniz-Kemal el ele” pankartı açan Antalyalılar; acaba “Nesrin buraya, eller havaya” diye slogan atmışlar mı?.. Atmadılarsa ayıp etmişler!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi