Hukuk devletiysek önce hukuk

Hukuk devletiysek önce hukuk

Tarhan Erdem geçtiğimiz hafta katıldığı bir televizyon programında, “Eğer AK Parti iktidarı Türkiye’nin yüzde 30’luk iyi eğitimli ve seçkin kesimlerine laiklik konusunda yeterince güven veremiyorsa, böyle bir ülkenin yönetilmesi mümkün değildir” demişti.
Kuşkusuz bu anlayışı savunan sadece Erdem değil.
Bu iddianın doğruluğu ve gerçekçiliği birçok yönden tartışılabilir.
Ancak Türkiye açısından bence üzerinde asıl dikkatle durulması gereken esas bir gerçeklik var ki, işte onun tartışılacak bir yanı olduğunu sanmıyorum.
Aylardır bu ülkede, AK Parti iktidarını ne pahasına olursa olsun işbaşından uzaklaştırmak adına faaliyet gösteren çevrelere dair yığınla bilgi ve belge dolaşıyor ortalıkta.
Hiçbir hukuk devletinde rastlanılması mümkün olmayan girişimler, planlar, eylemler, projeler, buluşmalar, görüşmeler, isimler, unvanlar çarşaf çarşaf yer alıyor basınımızda.
Ama bakıyorsunuz; ne bu isimler ne bu girişimler hakkında izlemek dışında bir iş yapılıyor.
Başta ülkenin hukuk düzeninin dizginini ellerinde tutanlar olmak üzere herkes sanki böyle şeyler olmuyormuş gibi davranıyor.
Oysa isim isim birçok kişinin kimlerle, nasıl buluştuğu ve neler konuştuğu neredeyse tefrika halinde her gün gazetelerin köşe ve sütunlarına düşüyor.
“Ekonomi krize girmezse ortalık yeterince karışmaz. AKP bu seneyi çıkaramamalı. Dış destekle iç karışıklık çıkarmayı aynı anda düşünüp ona göre temaslar yapmalıyız. İçeride ve dışarıda uygun ortamı oluşturup halkı sokağa dökersek, asker de gereğini yapar” türünden konuşmalar, buluşmalar, planlamalar, gün geçmiyor ki isim isim gündeme gelmesin.
Peki geliyor da ne oluyor? Ne olsun… Geliyor işte.
Her gün koltuklarımızda haber bültenleri izlerken veya gazeteleri okurken biraz daha büzüşerek “Vay, demek böyle olmuş ha!” deyip yutkunuyoruz.
örneğin, merkez medyadan bir gazeteci bile, 3 gün üst üste bu tür planlardan, buluşmalardan, girişimlerden, konuşmalardan söz eden yazılar yazdı.
Hem de bolca isimler vererek.
Normal bir hukuk devletinde böyle bir yazı yazıldığında yer yerinden oynar. Hukuk harekete geçerek demokratik bir hukuk devletinde asla rastlanmayacak bu olayların ve sorumlularının üzerine gider.
Bu kadar şeyden sonra “sanki hiçbir şey olmamış gibi” davranılabilir mi?
Oysa bizde hukuk açısından ürpertici birçok şey, neredeyse vaka-i adiye gibi görülüyor.
Sürekli laiklikten söz edip laiklik adına kaygılananlara soruyorum:
Peki bu manzara sizi hiç mi rahatsız etmiyor, hiç mi kaygılandırmıyor?
Bir devleti devlet yapan her şeyden önce hukuk değil mi?
Hukukun olmadığı bir yerde neyin var olduğuyla sevinilebilir ki?
Hukuk adına kaygılanılmayan bir ülkede, başka ne adına kaygılanmanın bir anlamı olabilir ki?
Yani nasıl oluyor da anayasasında devletin niteliği “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” diye kayıt altına alınmış bir ülkede meşru hükümete karşı açıkça darbecilik oynayanların varlığı gayet sıradan ve normal sayılabiliyor?
Hukukun bu kadar örselendiği bir yerde, kapatma davası da dahil neyi hukukun doğal sınırları içinde kalarak tartışabilirsiniz?
Bu kadar çok darbe girişimine ve darbe gerçekleştirmesine maruz kaldığı halde, darbecilerini hiçbir zaman hukukun önüne çıkaramamış, hukuk zaaflarıyla dolu bir ülke olarak görünmek, nasıl olur da kutlu doğum haftası etkinliğinde ilahi okuyan küçük bir kız çocuğunun başörtülü görüntüsünün binde biri kadar bile hassasiyet uyandırmaz, kendini çağdaş ve modern olarak tesmiye eden çevrelerimizde?
Laiklik konusunda kaygılar uyandıran bir hükümet işbaşındaysa bu ülke yönetilemez ama bir hukuk devletinde asla rastlanmayacak bu kadar olay ve girişim gayet sıradan ve olağan görülüp hiçbir şey olmuyormuş gibi yapılırsa, o ülke rahatlıkla yönetilir, öyle mi?
Bu kadar hukuksuzluk karşısında hiçbir rahatsızlık duymayıp iki tane öğrenci okulun bodrumunda namaz kıldı diye ayağa kalkmak mıdır çağdaşlık?
Hukuka güven ve hukuka saygı, sadece ülkenin yarısının oyunu almış bir siyasi parti kapatılmak istendiğinde duyulacak bir ihtiyaç mıdır?
Bu ülkede sağ-sol, laik-antilaik gibi faydasız ve lüzumsuz tartışmalarla oyalanacağımıza, gerçek ayrışmanın “hukuk devleti isteyenler ve istemeyenler” zemininde yaşandığını fark eder ve hukukun safında yer alırsak, birçok sorunun daha kolay çözüldüğünü de göreceğiz aslında.
Hepimizin sıklıkla kullandığı bir klişe var; “Hukuk bir gün herkese lazım olur” diye.
Ancak en az bu klişe kadar önemli ve hayati bir gerçek var ki, o da hukukun hukuka da lazım olduğudur.
Hukuk kendine lazım olan hukuku bulsun ki, biz de ihtiyaç duyduğumuzda bulalım.
Kaldı ki bir hukuk devletinde hukuk, ihtiyaç duyulduğunda örtünülecek bir şal değil, her an solunacak bir hava olmak durumundadır.
Hukuk “oksijen”dir ve biz tüm bu olup bitenleri gördükçe…
Boğuluyoruz!..
----------
münaşaka
Fatih üniversitesi, Fatih Terim’e “Profesör” unvanı vermiş.
Böylece “İmparator Fatih Terim”, “Profesör Fatih Terim” olmuş.
“Aristokrasiye entelektüel boyut katmak” diye buna denir herhalde!.
----------
sözünözü
Türkiye'nin hukuk devleti olmasının önündeki en büyük engel, hukuk tanımayan "hukuk" anlayışıdır. (Mustafa Erdoğan)


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi