Bir de korkmasalar

Bir de korkmasalar

Politikada zaferler ittifaklardan ziyâde ihânetlerle kazanılır.

Bu zâviyeden bakdığınız zaman Türkiye’nin yakın ve en yakın târihi politik zaferlerle doludur. Ama bu “zaferler” Türkiye’nin iyi yönetildiği anlamına gelmiyor tabii. Tam tersine politika, diyelim ki son 50 yıl boyunca problem çözmekden fazla problem yaratmak bağlamında son derece üretken oldu. Evet, araba hendeğe devrildikden sonra yol gösteren çok olurmuş ama bunları meskût da geçemeyiz. Meselâ bir nebze ferâsetle bu ülke Kürd Meselesini yıllar önce herkesin benimseyebileceği bir tarzda halletmiş, üstelik bu kadar dallanıp budaklanmaksızın ve her şeyden önce kan dökülmeksizin halletmiş olurdu. Oysa 40.000 cana, direkt harcama olarak asgarî 200 milyar dolara ve endirekt zarar, yâni ekonominin durmasından ötürü elde edilemeyen kâr olarak bir 200 milyar dolara daha mâloldu. Bunlar bilançonun “Kürd Kalemi” .

Peki, başka neler var?

Hayhay, sayalım:

27 Mayıs 1960 Darbesi var, 22 Şubat 1962, 21 Mayıs 1963, 20 Mayıs 1969, 9 Mart 1971 Darbe Girişimleri var, 12 Mart 1971 Muhtırası, 12 Eylül 1980 Darbesi var, 5 Şubat 1997 Tanklar Geçidi var, 28 Şubat 1997 Post-Modern Darbesi var, 2004 Mâmûlâtı Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven “Kreasyonları” var, 11 Mayıs 2006 Andıçlama “Konfigürasyonu” var, 27 Nisan 2007 E-Muhtıra “Kalem Denemesi” var, 25 Ekim 2009 Islak İmzâ “Intermezzosu” var, sonra Kıymetdâr Yüksek Yargımızın dünyâ hukuk literatürüne geçmeye ilk andan hak kazanmış, daha doğarken “klasik eser” niteliği kazanmış hükümleri var ve bütün bunlar yetmezmiş gibi sırtımızda bir de CHP “Kamburu” var. Endîşeliler Kolordusu!

Yâni dikkat buyrulursa siyâsî ve askerî elitlerimiz onyıllardır “Karavanaya Tam İsâbet” oyunu oynuyorlar.

1990’larda hergele bir Amerikalı gazeteci “The cold war has changed in a gold war.” demişdi. Yâni Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra ortaya ondan çok daha kazançlı işler çıkdı anlamına. Onun kasdı kârlı, ama ahlâksızca işlerdi. Silah tâcirlerinin bölgesel anlaşmazlıkları kışkırtarak para kazanma numaraları gibi.

Bizde ise aksi yöne doğru bir mücâdele var. Kendi içimizdeki problemleri halletsek hem maddî hem mânevî bakımdan gerçek “altın yıllar”a doğru pupa yelken yol alacağız. Ama kendi “fevkalâde husûsî soğuk savaşımız”dan nemâlananlar yakamızı bırakmıyor! Tasavvur ediniz ki 74 milyon nüfûs içinde beşde bire dahî tekaabül etmeyen bir zümre geriye kalan beşde dörde karşı mütemâdî bir seferberlik içinde! Alevîler, Kürdler, Ermeniler, Rumlar, Sünnîler, Süryânîler ve aslında tümüyle köylüler hep “düşman”!

Bunların adı geçer geçmez elleri insiyâkî olarak silahlarına gidiyor. Sanıyorlar ki bir an dalgaya düşseler memleket elden gidecek.

Korkuyorlarmış!

Korkuyorlar ama o bücür halleriyle beşde dördün nasıl giyineceğine ne okuyacağına nasıl düşüneceğine ve hattâ ne yiyip ne içeceğine karar verme “hakları”nı da saklı tutuyorlar. Üstelik bu ülkenin meşrû başbakanını 20. Yüzyıl’ın en büyük ve en alçak cânîlerinden biri olan Hitler’e benzeten sergiler açmaya, “Takunyalı Führer” adlı paçavralar kaleme almaya çekinmiyorlar!

Bir de maazallah korkmasalar acabâ daha ne yapacaklar?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi