Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Orada bir yoğurt var, 503 km. uzakta!

Orada bir yoğurt var, 503 km. uzakta!

Doğruya doğru, eğriye eğri... Güzele güzel, çirkine çirkin...
Düzgüne düzgün, yamuğa yamuk... Bir “bütün”ün içinde “çürük parça”lar varsa, kalkıp da “Hepsi sağlam” diyemeyiz... Ama içinde “çürük”ler var diye, kalkıp da “Hepsi çürük” diyemeyiz... Sağlama sağlam, çürüğe çürük.

Benim, “Türk Silahlı Kuvvetleri”ne bakışımın özeti bu... TSK bünyesinde “çürük”ler var diye, kalkıp da “TSK’nın tamamı çürük” diyemem... Ama, “çürük”leri göre göre de, “TSK’nın tamamı sağlam” demem, diyemem!..


Ama, “TSK’daki çürükleri” anlatırken, hiç kimse kalkıp da, beni “TSK’yı yıpratmakla” suçlamasın!.. Bazı komutanlar öyle diyordu ya; TSK’ya yönelik en ufak bir “eleştiri”de, “TSK’ya karşı asimetrik savaş yürütüldüğünden” dem vurup, TSK’yı; “sütten çıkmış ak kaşık” gibi göstermeye çalışıyorlardı ya, işte biz buna karşı çıkıyoruz.


Çünkü TSK, “sütten çıkmış ak kaşık” değildir... İçinde, elbette “sağlam insanlar” vardır ama “çürük”leri de görmezden gelemeyiz...


“General”lerin yapması gereken şey; “çürük”lerin “deşifre” edilmesine kızmak, köpürmek değil, onları “ayıklamak”tır...


Öyle ya;


“Sepet” içindeki “elma”lardan biri veya birkaçı “çürük” ise, bütün elmaları çürütmeye başlar!.. O halde, yapman gereken tek şey; onları “sağlamların arasında gizlemek” değil, “sepetten atmak”tır!..


Ne yani; sen “çürük elma”ları atmıyorsun, onları “örtbas” ediyorsun, ben de seni uyarıyorum diye, “elma düşmanı” mı oluyorum!..


Hayır, “elma düşmanı” değilim!..


Dolayısıyla;


“TSK düşmanı” da değilim!..


Sadece ve sadece;


“Kırılan kol, yen içinde kalmasın” istiyorum... Çünkü, kırılan kol yen içinde kalır kalmasına da, “çolak” kalır!..


O halde, kırılan kolu, niye “yen içinde” saklıyorsun ki?.. Git, “tedavi” ettir!.. Hem “tedavi” ettirmez, hem de “Aaa, kolu çolak” diyenlere kızarsan, bunun adı “TSK’yı sevmek” değildir!..


Bunun adı “TSK’ya kötülük”tür!..


ŞIRNAK NİRE, ANTEP NİRE?


Bunları böylece söyledikten sonra, bugün 1. sayfamızda yayınladığımız Murat Alan’ın haberine gelmek istiyorum... “Komutanın karısının istediği yoğurt Gaziantep’ten getirildi” başlıklı haber var ya, işte ona değinmek istiyorum.


Şu hâle bakın;


Şırnak’ta görev yapan bir asker, “komutan eşinin istediği marka” yoğurdu temin edebilmek için “503 kilometre” uzaklıktaki Gaziantep’e gidiyor ve “hanımefendinin damak tadına uygun yoğurdu” alıp, getiriyor!..


Şırnak nire, Gaziantep nire?..


Arada var, 503 kilometre!..


Gidiş-geliş 1006 kilometre!..


Ama, ne önemi var?..


Elinin altında, nasıl olsa “Mehmetçik” var ya, gitsin, getirsin!..


“Nöbet”miş, “askerî eğitim”miş, kimin umurunda?..


Önemli olan;


“Komutan eşinin damak tadı!”


Çık yola, git 503 kilometre, var Gaziantep’e, bul yoğurdu, getir Şırnak’a!..


KISIR İÇİN 2-3 TURŞU!


Biliyorum; “asker”in bir “uşak” ve “hizmetçi” gibi kullanıldığını söylediğimiz için, birileri yine diş bileyecek, “TSK’ya karşı asimetrik savaş yürüttüğümüzü”, dolayısıyla “TSK düşmanlığı” yaptığımızı söyleyecek!..


Hayır, amacımız bu değil!..


Biz, bu tür “yamukluk”ları deşifre ettiğimiz gibi, “sağlam”ları yazmasını da biliriz.


Meselâ benim yüzbaşım!..


Hiç unutmam, bir gün; “yüzbaşının eşi” bölüğe telefon açıp, “2 veya 3 tane salatalık turşusu” istemişti...


Hanım misafirleri geleceği için, onlara “kısır” yapacakmış... Ehh, “kısır” da “turşusuz” olmaz tabiî...


Yüzbaşı, eşine ne dedi biliyor musunuz;


“Ben askerin istihkakını sana gönderemem... Eğer çok istiyorsan, bir asker göndereyim, bakkaldan aldır turşuyu!”


Yüzbaşının eşi ısrarlıydı;


“2-3 turşudan ne olacak?”


“Hayır” dedi Yüzbaşı;


“Değil 2-3 tane, 2-3 dilim de olsa, askerin hakkını sana yediremem!”


İşte, size;


“Sağlam bir asker” örneği!..


İşte budur “askeri sevmek!”


İşte budur “hak-hukuk” gözetmek!..


İşte budur “vatanseverlik!”


Düşünebiliyor musunuz;


“2-3 tane turşudan ne çıkar” demiyor.


Öyle ya, o turşu “askerin hakkı”.


Haa şunu da söyleyeyim;


Aynı komutan; “askerî işler” olduğunda “makam cipi”ni kullanır, ama “gezi” ve “piknik” gibi “özel işler”inde ise, “kendi aracını” kullanırdı...


Böyle bir “komutan”dı işte...


Aradan yıllar geçti, hâlâ unutamam bu komutanı.


Demek istediğim şu:


Biz, “çürük”leri yazdığımız gibi, işte böyle “sağlam”ları da yazarız.


Görüyorsunuz işte;


“Eşinden 2-3 tane turşu isteyip alamayan” komutan eşleri de var, “damak lezzetine uygun yoğurt” aldırmak için Gaziantep’e asker gönderen “komutan eşleri” de var!..


Şırnak-Gaziantep 503 kilometre!..


Bunun bir de dönüşü var!..


Etti mi, 1006 kilometre!?!..


Ne “damak tadı”ymış be!..


Ne “yoğurt”muş be!..


TEŞEKKÜR YERİNE FIRÇA!


Peki, asker o kadar yolu tepip yoğurdu getirmiş de, bir “teşekkür” mü almış?..


Nerdee!..


“Olayı yaşayan asker” anlatıyor:


“Şırnak’ta askerlik yaptım... Kantinde idim ve diğer askerlik yapanlara göre nispeten rahattım... Ancak bu rahatlık başıma tuhaf şeylerin gelmesine engel değildi. Neticede, Türkiye’de askerlik yapıyorsun. Bizim tümen komutanı tuhaf bir adamdı, emir subayını bizim kantine gönderir, muz almasını isterdi. Alacağı muzu da tarif ederdi: Düz olacak (hilal şeklindeki muzu sevmezdi), tam sarı olacak, üzerindeki kabukta en ufak bir leke olmayacak. Bunun için de ben dahil emir subayı ve üç askerle birlikte 5 kişi kantine gelen muzlardan böylesini arıyorduk.


Yanlış anlaşılmasın, her şey vatan için.


Bununla da sınırlı değil tabiî.


Bir keresinde tümen komutanının eşi bir yoğurt markasının ismini verdi. Şırnak’ta yoktu, bulamadık haliyle. İlla tutturdu o yoğurdu isterim diye.


Neyse ki Gaziantep’te bulduk.


Otobüsle getirmelerini söyledik. Valla ne yalan söyleyeyim, savaş kazanmış bir komutan edasında tüm kantin başkanlığı, yoğurdu hanımefendiye gönderdik.


Netice mi?


O kadar yol gelen yoğurdun otobüsteki sallanma dolayısıyla üzerinin hafif sulanması yüzünden yine fırça yedik.


Ama dedim ya;


Her şey vatan için!!!”


Evet; “teşekkür” yerine, “fırça!”


Çünkü efendim;


“Yoğurdun üzeri biraz sulanmış!”


SİVİLLEŞME BAŞLIYOR!


Murat Alan’ın haberinde de okuyacağınız gibi;


Vatani hizmetlerini yaparken gördükleri olumsuzluk ve haksızlıkları kamuoyuyla paylaşmak isteyen subay ve erlerden oluşan bir grup askerin kurduğu “askerleranlatiyor.blogspot.com” isimli paylaşım sitesinde, bir sürü örnek var.


Bunları aktardık ki;


Mehmetçik, bundan böyle “hizmetçi” olarak, “uşak” olarak, “halayık” olarak, “ırgat” olarak kullanılmasın!..


“Her şey vatan için” ise, Mehmetçik “vatan” için hizmet yapsın!.. Çünkü Mehmetçik, “komutan veya eşinin uşağı” değildir!..


Bunları yazarken, sevinçle öğreniyoruz ki; Genelkurmay, “orduevlerini sivilleştirme” kararı almış!..


Malûm;


Bazı kaynaklara göre 231 bin zorunlu askerin, berber, bayan kuaförü, müzisyen, garson, aşçı, resepsiyonist, çaycı, lostra, kasiyer, şoför, kat görevlisi, ütücü gibi benzeri görevlerde, yani askerlik dışı işlerde çalıştırıldığı uzun süredir yazılıyordu.


İşte bu eleştiriler üzerine Genelkurmay Başkanlığı bir karar alarak, orduevlerinin sivilleştirilmesi için kolları sıvamış...


Bu çerçevede orduevlerindeki tüm askerlerin asli güvenlik görevlerine çekilmesi planlanıyormuş!.. Orduevlerinde, aşçı, garson, kuaför, müzisyen, berber gibi görevlerde çalışan askerler, buralardan çekilip, yerlerine sivil memur ve işçi alınacakmış... Askerler sadece dış koruma bölgelerinde, güvenlik görevlerinde yer alacakmış!..


İlk sivilleşme Harbiye Orduevi’nde yaşanacakmış... 2011 yılı Haziran ayı sonuna doğru Harbiye Orduevi’nde sivilleşme tamamlanacakmış... Daha sonra bu sivilleşme İstanbul’daki orduevlerinden başlanarak tüm Türkiye’deki orduevleri ile sosyal tesislerde yapılacakmış!..


Yine malûm ki;


TESEV’in Almanak Türkiye 2006-2008 Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim raporuna göre, Türkiye’de 43 orduevi, MSB’ye bağlı 41 bin 701 lojman ve 327 sosyal tesis, Jandarma’ya ait 15 bin 209 lojman ve 75 sosyal tesis, Sahil Güvenlik’e bağlı 310 lojmanda, subay ve ailelerinin çeşitli hizmetlerinde “zorunlu askerler”, yani askerî tabirle “perakende erler” kullanılıyor.


İşte şimdi, bu “uygulama”ya son veriliyor... Artık asker, “kendi işini” yapacak!..


HEDEF TAHTASI DA OLMASIN!


Peki, “yamukluk”lar bitecek mi?..


Evet, “perakende erler” dönemi kapanacak ama biz, “er”lerin “dart oyunu” oynanırken, “hedef tahtası” yapılmasının önlenmesini de istiyoruz...


Pazar günkü Akit’te gördünüz...


Balıkesir 9. Üs 191. Filo’da görevli Pilot Üsteğmen Cevdet Türkeli, herhalde kendi odasında, “dart tahtası”nın önüne diktiği askeri bir “nişangâh” olarak kullanıyordu!..


Artık, bu “görüntü”ler son bulsun!.. Ki, bizler de bu “çürük”leri deşifre etmek zorunda kalmayalım!..


Mehmetçiğin “hizmetçi” olarak kullanılmasından vazgeçiliyor olması, elbette güzel bir adım...


Ama, aynı Mehmetçik, artık “hedef tahtası” olarak da kullanılmasın!..


Sadece “orduevleri”nde değil, “kışla”larda da kullanılmasın!..


Dahası, askerî savaş helikopterleri, “aile boyu piknik” aracı olarak da kullanılmasın!..


Bu “sakatlık”lar giderildiğinde, hiç kimse endişe etmesin ki, “TSK yıpranmaz!”


Çünkü TSK’yı yıpratan;


Bu “sakatlık”lardır!..


Bilmem anlatabildim mi?!?


==============


Akıllı Tahta, akıllı devrim


Neredeeen, nereye?.. “8 Yıl Kesintisiz Eğitim”in ilk yıllarında, yani “eğitim çağdaşlaşacak” denilen günlerde, çocuklar; “at, eşek, koyun ve katır”ların bulunduğu “ahır”larda öğrenim görüyordu... Köydeki okullar kapatıldığı için, çocuklar, uzaklardaki okullarına “at, eşek veya katır sırtında” gidiyordu.


O günler, ANAP ve DSP’nin ortak hükümet kurduğu, Metin Bostancıoğlu’nun da Milli Eğitim Bakanı olduğu günlerdi... Çocuklar; “tuvaletten bozma sınıf”larda ve “ahır”larda ders görüyordu.


Ya şimdi?.. Dün, “eğitimde devrim” yapıldı... Kısa adı “FATİH” olan “Akıllı Tahta Projesi” hayata geçirildi... Çocuklar, “tebeşir”den de kurtuldu... Artık, “bilgisayar tuşu”na basıp, her şeyi görecek, öğrenecekler!..


Evet, bu “eğitimde devrim”dir ama maalesef hâlâ “gardırop devrimcileri” var aramızda... Başbakan Tayyip Erdoğan, dünkü törende, işte bu absürdlüğe dikkat çekip, diyordu ki;


“Bizde müfredatın tartışma konusu olduğunu göremezsiniz, ya da çok nadir şahit olursunuz... Eğitim metotları, eğitim teknolojileri, eğitimde fırsat eşitliği ve imkânlar konuşulmaz. Varsa-yoksa, şekil konuşulur, varsa-yoksa şekil tartışılır. (...) Bizde meslek liseleri, üniversite öğrencilerinin kılık kıyafeti, zorunlu eğitim süresi konuşuldu. Bununla kaybettik biz yıllarımızı. Şimdi biz bu kaybolan yılları geri almak istiyoruz.”


Dileriz, bir gün “gardırop devrimcileri” de “evrim” geçirir ve artık “kıyafete takılmaktan” kurtulurlar!..


İşte o zaman, gerçekten “Devrimci Türkiye” oluruz!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi