Abdulkadir Özkan

Abdulkadir Özkan

Hasan Cemal’ın sorusu, Livaneli’nin yazısı

Hasan Cemal’ın sorusu, Livaneli’nin yazısı

Hasan Cemal'in Milliyet'te dünkü yazısı "Bu topraklar neden tımarhane gibi?", Zülfü Livaneli'nin Vatan'daki yazısının başlığı ise "Erbakan, Ecevit ve ölüm oruçlarının arka planı" şeklindeydi. Muhteva olarak iki yazının birbiri ile ilgisi yok. Sadece Livaneli'nin yazısını okuduktan sonra Hasan Cemal'in "Bu topraklar neden bir tımarhane gibi?" başlıklı yazısına Livaneli'nin yazısı adeta bir cevap gibi geldi. Konu olarak hiçbir ilgisi olmayan iki yazı birbirine cevap olamazdı. Sadece her iki yazar da ülkemizin sorunlarına farklı açıdan yaklaşıyor. Hasan Cemal çeşitli konulardaki yanlışlara, haksızlıklara, bu ülkeyi terk etmek zorunda kalmış insanlara dikkat çekiyor. Zülfü Livaneli ise yazısının başlığından da anlaşılacağı gibi 1996 ve 2000 yıllarında cezaevlerinde yaşanan ölüm oruçlarına dikkat çekiyor ve yazısını "Bunları anlatmak tarih önünde benim namusum ve sorumluluğumdur" cümlesiyle bitiriyor. Bu sorumluluğu yerine getirmek için niçin bunca yıl beklendiği sorusunun cevabı ayrı bir konu ancak Livaneli'nin şu değerlendirmesine dikkat çekmek istiyorum:

"Sonuçta 'dinci Erbakan' genç ölümlere yol açmamış ama 'solcu şair Ecevit' katliam emri vermişti."

Livaneli'nin bu ikrarı sanki Hasan Cemal'in yazı başlığındaki "Bu topraklar neden tımarhane gibi?" sorusunun cevabı niteliğindeydi. Çünkü, bugün bu değerlendirmeyi ve tarihe tanıklığı yapanlar hâlâ Ecevit'in temsilcisi ve savunucusu olduğu fikriyatın yandaşlığını sürdürüyorlar. Maksadım Livaneli'yi eleştirmek değil. Hâlâ Erbakan Hoca söz konusu olduğunda O'nun Müslümanlığının 'dinci' şeklinde nitelendirilmesidir ki gerçeklerin topluma anlatılmasını engellemektedir. Çünkü, Hoca'nın inancından rahatsızlığın bir ifadesi olarak 'dinci' nitelendirilmesi yapılmaktadır. Böyle olunca da gerçekler gizleniyor, zalimler masum, masumlar zalim durumuna düşürülüyor. Böyle bir ülkenin de tımarhane haline gelmesinin yadırganacak bir yanı kalmaz.

Sanıyorum gazetemizin bugünkü basından seçmeler bölümünde Livaneli'nin söz konusu yazısına yer verilmiştir. Ben sadece yazının özünü çarpıtmadan çok kısa bir bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum.

Livaneli yaşadıklarını şöyle aktarıyor:

"1996'daki ölüm oruçlarına, bazı arkadaşlarımla birlikte arabulucu olarak katıldım.

O dönemde Necmettin Erbakan Başbakan'dı.

Konuşmaya çalıştığımız gençler ölmek üzeriydi. Bilinçleri kaybolmuştu. Bazılarının görme yetisi bir daha geri gelmemek üzere yitip gitmişti.

Tek istekleri hapishanedeki yaşam koşullarının iyileştirilmesiydi. Tecrit hücrelerinde tek başına kalmamaktı.

Hükumetle temas kurduk. Adalet Bakanı ters davrandı. Başbakan Erbakan'a uluşmaya çalıştık.

Ankara havaalanında kendisine ulaştık. Tutukluların isteklerini anlattık.

'Peki' dedi, 'Bu gece Kadir Gecesi. İsteklerini kabul ediyoruz.'

Hapishaneye müjdeyi verdik.

Ama Ferzan Çitici (İstanbul Başsavcısı) kulağıma şunları fısıldadı: 'Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü aradı.' Biz ne güzel operasyon hazırlamıştık... Her şeyi berbat ettiniz' diye çıkıştı bize.

Aradan dört yıl geçti.

Yine ölüm oruçlarında arabulucu olarak hapishaneye gittik.

Aynı süreç yaşanıyordu ama Başbakan Erbakan değil Bülent Ecevit'ti.

Basın sürekli provokasyon yapıyordu.

Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ü bizzat aradım. 'Ne olur. Ölümlerin önüne geçin. Size resmen yalvarıyorum.'

Etkilendi. 'Biraz bekleyin, başbakanla konuşayım' dedi.

Biraz sonra müdürün odasındaki telefon çaldı. Hikmet Bey, 'Maalesef Başbakan Ecevit istekleri kabul etmiyor' dedi.

Sonra lav silahlarıyla koğuşlara saldırıp insanları yaktılar.

Sonuçta 'dinci Erbakan' genç ölümlere yol açmamış ama 'solcu şair Ecevit' katliam emri vermişti."

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdulkadir Özkan Arşivi