Neo-Osmanlılık ve Neo-Osmanlıcılık

Neo-Osmanlılık ve Neo-Osmanlıcılık

“Le Gaullisme sans de Gaulle, c’est idiot!” demişdi en yakın arkadaşlarından André Malraux. De Gaullesüz de Gaullecülük ahmakça birşey.

Şimdi ben de tutup “Kémalisme sans Kémal, c’est idiot!” desem canıma okurlar. Onun için en iyisi dememek.

Öte yandan son aylarda ivme kazanan “eksen kayması” münâkaşaları kimlik problemimizi gitgide belirgin tarzda ön plana, daha doğrusu “su yüzüne” çıkarıyor. Su yüzüne, zîrâ biz bu meseleyi kayalıklarla dolu, çırpıntılı bir sâhilin açıklarında güverteden fırlatarak ondan kurtulduğumuzu sandık. O denizin dibine gönderdiğimiz sandığın içinde bir parşömene iri majüskül harflerle yazılı şu sual vardı: BİZ KİMİZ?

Bu suale “Biz Altay’dan gelen erleriz!” yâhut “Biz Turfan’ı yaratdık uyku uyurken Batı - Nuh doğmadan kişnedi ordularımızın atı.” şeklinde verilen cevablar belki gurûrumuzu okşuyor, ama meselâ bir Tatyos Efendi’yi (Enserciyan), bir Sokollu Mehmed Paşa’yı (Sokolowitz), bir Mehmed Âkif’i, bir Jak Deleon’u (de León), bir Ahmed Hâşim’i, bir Stefanos Yerasimos’u îzâha yeterli olmuyordu. Onlar Arnavutluk’dan, İspanya’dan, Sırbistan’dan, Irak’dan ve daha pek çok ülkeden gelmişlerdi ama aralarında Altaylar’dan gelen hiç yokdu. Üstelik yine meselâ bir Yahyâ Kemâl’in veyâ bir Yâkub Kadri’nin, kavmen Türk olmakla berâber, Üsküp ve Kâhire doğumlu oldukları da bugün artık pek bilinmez. Mâzîmizden öylesine kopuk, öylesine “Mankurtlaşmış” zavallılarız ki artık Yemen’deki “Huş”u “Muş” ve Makedonya’daki “Debre”yi “de bre!” sanacak kadar da kendimizden geçmişiz. Üstelik cehâletiyle övünen yegâne toplum olma vasfımız da üzerine tüy dikiyor.

“Aaa, ben Osmanlıya dâir hiç birşey bilmem. İlkellikle işim olamaz.” demişdi yıllar önce Berlin’de bir karı. Zurna gibiydim. “Ulan Kaltak, hiç birşey bilmiyorsan ilkelliğini nasıl anladın?” diye homurdanmışım. Yanındaki sevgilisi beni dövmek üzere kalkmak istedi ama Allah’dan o benden de sarhoş olduğu için doğrulamadı.

Demek istediğim, Dışişleri Bakanımız Davutoğlu’nun “Biz Osmanlının devâmı olma peşinde değiliz!” demekden dilinde tüy bitiyor ve çok da doğru yapıyor ama doğruyu söylemiyor.

Biz bal gibi Osmanlının devâmıyız!

Öyle olmasak Balkanlar’ın, Kafkaslar’ın, Arab Âlemi’nin ve bütün Önasya’nın meselelerini bu kadar iyi anlayabilir miydik? Amerikalı neden anlayamıyor? Hattâ İngiliz bile neden tam anlayamıyor?

“Grattez le Russe et vous trouvez le Tartare.” demiş Marquis de Custine. Rusu kazıyın altından Tatar çıkar.

Bizi de kazısanız, kazımaya gerek yok, cildimizi biraz ovalasanız altından Osmanlı çıkar. Onu kurcalayınca da altından Selçuklu!

Altay’dan gelen erlere de saygımız ve sevgimiz tam ama onları Tatyos Efendi’yle tanıştırsak konuşacak lakırdı bulamazlar.

Tabii “Osmanlı” ile “Osmanlıcı”yı karıştırmamak elzem!

Ne demiş şâir:

“Yıldızlar Tanrı’nın gözleriydi.

Ne işdi, yârabbî, ne işdi!

Ben istikbâli kovalarken asırdîde hıyâbanlarda

Mâzîm arkadan bana yetişdi.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi