Ali Eyvaz

Ali Eyvaz

Tüm zamanların “yerini sağlama alanlar destanı” için Ahmet

Tüm zamanların “yerini sağlama alanlar destanı” için Ahmet

Sarıkamış’ta gerekirse 90 bin şehit daha verileceğine dair kararlılığa günlerdir kıllanan Ahmet Altan, kendinin “Türk tarihçisi” olmadığını bir marifetmiş gibi haykırıp “Ben Sevr’e aynı zamanda Fırat’ın doğusu benim olacak diye bakan Kürtler ve ‘Doğu Anadolu’da topraklarımıza yeniden kavuşacağız’ diye sevinen Ermeniler açısından da yaklaşırım” diyebilen Ayşe Hür, “heykelsevicilik” üzerinden bir cemaat ihdas edip o cemaate saygı dilenen ve seçim gerekçesiyle de olsa hükümetten gelen her türlü milli kalkışmaya “Avrupa Birliği de böyle buyuruyor ama Tayyip Bey!” diye kükreyen Hasan Cemal ve niceleri binbir telaşla kendilerine “yarının galipleri” yanında bir konum belirlemeye çalışıyor.

Üstelik bu günlerde muhafazakarların pek ayıla bayıla takip ettiği bu isimler çok iyi biliyorlar ki “küfür de etsek artık bunların kanaat önderleriyiz, değil mi ki Ak Partili vekillerin en çok okuduğu gazete ve köşe yazarları içinde ilk sırada geliyoruz…” diyorlar.

Türk basınında bu güne kadar görülmemiş çapta cereyan eden liberallerdeki bu korkunç özgüven, dindarın her türüne yönelik “ağabey fırçasına” yol açıyor.

Mesela “Hizbullah” ana davasının avukatı Sıdkı Zilan’ın özerklik yanlısı bir dil kullandığının anlaşılması üzerine tahliyeler dolayısıyla bu örgüte demediğini bırakmayanlar bir anda “PKK-Hizbullah barışı”ndan bahsetmeye başladı.

Bazıları için yegane ortak payda, “özerklik” adı altında memleketin bölünme planları oluverdi.

Şu durum hiç olmadığı kadar netleşti: Eğer özerklikten yana tavır koyarsan, bilhassa liberaller tarafından el üstünde tutulursun. Geçmişte yaptıklarının, savunduğun dünya görüşünün vs. hiçbir önemi kalmaz.

PKK ile Hizbullah arasında böyle bir dengenin sağlanması matbuatımızdaki güçlünün yanında saf bağlama ve onun akışı içinde akma gayretindeki muharrirlerimiz tarafından bu yüzden ayakta alkışlanmaya başlandı.

Mesela İslamcıları avucunun içi gibi bildiğine dair üretilmiş bir efsaneden her daim ekmek yiyen Ruşen Çakır, bir hafta önce NTV ekranından “Hizbullahsız bir Türkiye dileğiyle” diyerek yeni yıl mesajı verirken, bir hafta sonra bu mesajını yutarak, büyük bir sevinçle, “Ben her iki örgüt arasında bir çatışma beklemiyorum. Uzlaşacaklar ve özerklik talepleri çerçevesinde çok farklı bir konuma gelecekler” dedi.

***

Burada öne çıkan temel duygu, yerini sağlama alma duygusudur.

Bu da en iyi Ahmet Altan’da kendini gösterir.

O, tatlı su muhalifliğinin piridir.

O, Şımarıklığı dolayısıyla başına bir şeyler gelmeyeceğinden emin olan muhallebi çocuklarına mahsus bir özgüvenle dünyaya bakandır.

O, her ne yaparsa yapsın kodaman babası yüzünden öğretmenden azar işitmeyeceğini bilen, kırmızı İtalyan pabuçlarının yüksek ökçelerinde biteviye kaykılıp durandır.

O, her söylediği kendinden binlerce yıl önce söylenmiş bir halk deyişi olsa bile, takipçileri tarafından ilk kez duyulan ruhani bir buyruk gibi algılanan imtiyazı kendinden menkul bir saray namzetidir.

***

Kendini türlü kurnazlıklarla güvenceye alıp, sağlamcı liseli kız edasıyla kurumlanan Ahmet Altan’ın son yazılarında “muhafazakar siyasetçi” üzerinden dindar zevata “delikanlılık” dersi vermeye kalkışması, başkasının çöplüğünde eşelenmesine izin verilmiş topal horozun kümes sakinelerine dalaşmasına benzer bir hat bilmezlikten başka bir şey değildir.

Altan, “artiz” olacağım hayalleriyle yastıkbaşı sayıklamalarında bulunan, kompleksli salgıları paçasından akan kimileri tarafından “kendilerini bir gün keşfedecek sarı mersedesli üstad” mertebesine konulmuş olsa da öyle çakma değil, meşrebince delikanlı olan “mahalleli” için aynı Altan’dır:

“Fülan ve fülanelerin Altan!..”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali Eyvaz Arşivi