Ali Eyvaz

Ali Eyvaz

Bakımsız Voltaire acemi Lawrence

Bakımsız Voltaire acemi Lawrence

Kayseri’de İsrail’i protesto edenleri “Yahudileşmek” ile itham eden Senai Demirci'nin bu vakte kadar kim olduğuyla hiç ilgilenmemiştim. Uğur Arslan, Bedirhan Gökçe, İkbal Gürpınar, Nihat Hatipoğlu, Selahattin Yusuf... şeklinde giden ve gittikçe sayıları artan, arttıkça alıcı bulan yeşil-arabesk, mistik-dantela, pop-entel, caz-feylesof akımının önde gelen ikoncanlarındanmış.

Senai Demirci’nin “haber7.com”daki yazısına ilişkin üzüntü beyanında bulunanlardan kimileri “Senai ağabeyi güzel kitaplarından bilirdim, son yazısıyla bizi üzdü” diyor.

Halbuki burada asıl mesele, bu nitelikte yazan birinin tutup siyasi mevzularda da aynı bıyıklı-kadife üslubu ve bakış açısını göstermesidir.

Erotizm imgelemi içinde dini mevzuların anlatımından hoşlananların bu kadar çoğalması, Senai Demirci’nin “antisemit ispiyonculuğu” yaptığı yazısından çok daha vahimdir.

Üstelik kendisi bir risk almış, zira muhafazakâr camianın kalem oynatanları arasında bu riski alamayan, ancak bu konularda tam da onun gibi düşünen onlarcası var.

Kimisi dikkat çekmek, kimisi yerli Siyonist lobinin iftihar listesine girip önünü açmak, kimisi her saniye ense kökünden kuyruk sokumuna dek hissettiği aşağılık kompleksini dindirmek, kimisi de kendi kendine gelin güvey olup bedavadan ve kerizlik kontenjanından hasbilik yapmak için bulabildiği ilk gayrimüslim vatandaşa “kardeşlik türküleri” söyleyince kendini iyi hissediyor.

Adam sıkılır mı, şapşallıktan hoşlanır mı diye düşünmüyor bile. İnandırıcı olup olmadıklarına dahi aldırmıyorlar. Gayrimüslim vatandaş “Git başımdan, kanırtma artık, baydın ama farkında değilsin” demeye getirse bile bunlar dur durak bilmiyor.

Çorum’da “Buyrulmadık yumuşu (işi) puşt oğlan tutar” diye güzel bir söz vardır. Bu sözün iğnelediği kimseler “bu kötü bir şey mi ki” diye atılıp, şu atasözüyle karşılık verebilirler: “Buyurmadan tutan evlat, çağırmadan kalkan avrat, tepmeden yürüyen at…” Bu da tercih meselesi elbette; zira çağrılmadan kalkan avratın taliplisi çok olur.

“Kahrolsun İsrail” sloganına irite olan Senai Demirci’yi savunmak için aynı sitede “Kahretme Kültürsüzlüğü” başlıklı bir yazı kaleme alan Arif Akpınar’ın Ertuğrul Özkök ile Aziz Nesin arasında gidip gelerek kurduğu “Kendi içinde kolaycı davranan, problemleri halletmekten çok kahretme yöntemini seçen toplum fertleri de kahrolmaktan kurtulamazlar” cümlesindeki hiddeti ve tehdidi görmek ve anlamak gerek. Bir Yahudi yerleşimci kadar gelgeç, kurnaz, kızgın, acımasız ve cüretkâr; 800 yıllık bir malikanede atalarının ruhu altında yaşayan bir İtalyan aristokratı kadar rahat, sinsi, konformist ve korkak.

“Savunduğun fikre katılmıyorum ama onu savunabilmen için canımı bile veririm” yollu aşırı sevgi patlamalarının ortaya saçtığı bu pıtırcıklar, bir kendileriyle kalsalar gene iyi. Bu bakımsız Voltaire’ler yüzünden karşı taraftan yapılan genellemelerin içine ne yazık ki bütün İslamcılar doluşturuluyor.

Giderek İslamcı görülen her yerde sıkıcı ve sahte bir hoşgörü anıtının yükseliyor olma durumu, karşı taraflara, kendinden geçmiş süsü verilmiş fasıl heyeti gibi yansıyor.

Her tarafından dökülen bu sahtelik ve köylü kurnazlığı, yarın bir gün rüzgarın dönmesiyle içeriye yönelmiş bir faşizm dalgasını, ne yaparsa yapsın kabul görmemenin vereceği bir hayal kırıklığı eşliğinde buyur edecektir. Çünkü var gücüyle kibarlaşmaya çalışan bir bedevinin özünde yaşadığı korkunç çelişki ve yabancılaşma duygusu, dışarıya intikam hisleriyle kabarmış Vandalizm olarak püskürecektir. Şu sıralar bu Vandalizm, şimdilik camia içinde emperyalizme direnenlere karşı püskürerek tatmin oluyor, yarının neyi göstereceği belli olmaz. Fakat hiçbir zaman kendinden zuhur edecek siyasal ve kültürel kalkışmalara ram olmayacakları açıktır. Çünkü bu kutlu kalkışmalar, sonu Vandalizm olacak bu tipte aşağılık komplekslerini içinde barındırmayacağı için, bunların alıcısı eninde sonunda faşizm olacaktır.

***

Öte yandan hoşgörülü olma vasfına halel gelmemesi için İsrail ve Batılı emperyalist devletler ve halklarına karşı gösterilen bu aşırı hassasiyetin mesela Suriye’den, İran’dan, hatta giderek birbirlerinden dahi esirgeniyor oluşu da düşündürücüdür. Arap Baharı ile başlayan bölgedeki mezhep ve etnik çatışma potansiyeli konusunda kimse kafa yormazken, kimilerinin bu potansiyeli açığa çıkaracak tahrikler, kışkırtmalar peşinde olduğunu çok iyi biliyoruz.

Kendi tabiriyle "fantazmatik" makalesinde, arkaik histerilerinin ilkel tatmin yöntemlerini sınayan Süleyman Şah Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Doç. Dr. Uğur Kömeçoğlu, "Devrimi dünyaya ihraç edeceğiz diye Sünni radikal İslamcıları da uyuttular" diyerek, bir taraftan hâlâ aynı rüyayı görerek uyumakta olan Sünni radikal İslamcıların var olduğunu haber veriyor, diğer taraftan “uyanmış” ve bugün Arap Baharıyla BOP'a terfi etmiş olanları hürmetle selamlıyor.

1989 sonrasında değişen siyasal tanımlar ışığında, yeni bir "yeşil küfür" dalgasının gelmekte olduğu, "İran'a savaş" projesinin Lawrence’leri arasına girmeye can atanların sayısal çoğunluğundan anlaşılabiliyor. Bu, 20. yüzyılda emperyalizmin dindar kitlelerin kaderi olarak tayin ettiği klasik antikomünizm furyasının İran ve Suriye üzerinden 21. yüzyıl için kendini yeniden üretmesidir. Bu üretimin yeni nesil ajanlarını tanımakta büyük fayda var. Daha düne kadar dinden kalkarak kurulan/kurulacak olan müstakil ve yaygın siyasal hareketleri apolitik örgütlüklerine zarar verecek diye acımasızca eleştirenler, hatta ara rejim süreçlerinde ilgili mekanizmalara ihbar edenler, şimdi mezhep-meşrep üzerinden siyaset kurmaya kalkıyorlar. Üstelik ne hikmetse dün de ABD ve İsrail ile uyuşuyorlardı, bugün de.

İsrail’e karşı lütfen dozunda bir söz söylemeye niyetlendiklerinde “aman antisemit demesinler” diye kılı kırk yaran bu narin heriflerin, farklı İslam mezhepleri, tarikatları, ölmüş veya donmuş heterodoks gruplar söz konusu olduğunda birden bire daralmaları ve her türlü hakareti hesapsızca savuruyor olmaları anlaşılır gibi değil.

Yaklaşmakta olan, yerkürenin son büyük hesaplaşması öncesinde ilkin fırsatçılar atılıyor. Zira bulundukları gemi su alıyor ve onlar geminin batmayacağına dair en küçük bir umut dahi beslemiyorlar. Kendi gemilerini kurtarmak yerine batırmak şeklinde zuhur eden ihanetleri karşılığında düşman gemisine alınma beklentileri, Allah’ın buyurduğu müjdeden daha baskın çıkıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali Eyvaz Arşivi