Kâğıttan kaplanlar

Kâğıttan kaplanlar

Elazığ'a, 1977'de rahmetli Muhsin Başkan'la gelmiştim. Muhsin Başkan'ın tatlı tatlı anlattığı 'Yolyemez Nazmi' hikâyesi vardı.


Yolyemez Nazmi, Elazığ'ın namlı külhanbeylerinden. Hep yolun ortasından yürüdüğü için bu lakabı almış. Bir gün taksici fark etmiyor ve Yolyemez Nazmi'ye çarpıyor. Kendini toparlamaya çalışırken, şoför kime çarptığını fark edip paniğe kapılıyor. Yolyemez Nazmi bozuntuya vermiyor. Söylediği tek şey: 'Gardaş zararın ne ise ödeyek.'

Harput, bir zamanlar kültürel cazibe merkezi olarak İstanbul ile rekabet eden bir medeniyet merkezi. Hafta sonu, Elazığ'da konuştuğum insanlarda bu asaletin izlerini gördüm. Kültür yaşatılmalı. İnsanî değerler ancak böyle sürdürülür, hatta çoğaltılır. Yolyemez Nazmi rahmetli olmuş. Ama, o kadar çileyi çektikten, o kadar fedakârlığa katlandıktan sonra dönüp Türkiye'nin zararını tazmine girişen İrfan Sönmez, Raif Çiçek, Ahmet Tevfik Ozan hâlâ Elazığ'dalar.

Kâğıttan kaplan arayanlar, Anadolu'nun dışına bakmak zorundalar. 'Kâğıttan kaplan' benzetmesi, Marksist jargonun, tekelci kapitalizmin nihai aşamasını tarif etmek için kullandığı bir benzetme. Güya kapitalizm, nihâi aşamasında çok fazla şiddete başvurmak ve çok gürültü çıkartmak zorunda kalıyor. İçi kof ama heybeti çok. Bu durum kâğıttan kaplan benzetmesi ile özetleniyor.

Süheyl Batum'un 'kâğıttan kaplan' benzetmesi, Marksist jargondan ödünç alınma. Ulusalcıların kullanabileceği bir benzetme. Birkaç gündür aynı benzetmeyi ordu için benim de yaptığımı iddia edenler var. 15 Temmuz 2010'de yayımlanan köşe yazımda geçen 'kâğıttan kaplan' ibaresinin, Süheyl Batum'un darbe kışkırtıcılığı ile aynı kefeye konması akıl ve izan ölçülerini zorluyor. Hükmü okuyucu versin. Yazımın o kısmını aşağıya olduğu gibi alıyorum:

"Albay Dursun Çiçek, temel görevi siyaseti tanzim etmek olan Genelkurmay Karargâhı'nın bir parçasıydı. Verilen emri, bir asker olduğu için yerine getirdi. Kendi milletine karşı suç işledi. Şimdi ona bu emri verenler, onu kurban ediyor. İşte bu yüzden şimdi Albay Dursun Çiçek'in başına örülen çorabı elbirliğiyle çözmeliyiz. Bu askerin meslek onuruna sahip çıkmalıyız.

Savaşı kazanmak için kendi birliklerinizden bazılarını feda edebilirsiniz. Hatta düşmanla boğaz boğaza süngü savaşına girmiş bir birliği, savaşın kaderini değiştirecekse düşmanla birlikte kendi top ateşiniz ile imha edebilirsiniz. Askerin mantığı böyle işler ve bu mantık savaş için doğrudur. Ya savaş siyasî alanda yürütülüyorsa? Şimdi asker yürüttüğü siyasî savaşta şerefli bir albayını feda ediyor. Üstü örtülemeyen bütün suçları bu albayın üzerine yıkıyor ve güya bu sayede saplandığı bataklıktan çıkmayı, komutanları kurtarmayı umuyor.

İki ihtimal var: Birincisi Dursun Çiçek'in bu fedailiği kendisinin üstlenmesi veya bu konuda ikna edilmesi. Suçu kendi iradesi ile üstlenmiş ve içinde yer aldığı kurumu temize çıkartmış olacak. İkinci ihtimal, Dursun Çiçek'in yine bir karargâh planı ile kurban edilmesi. "Ben emri yerine getirdim" diyecek, ama amirleri böyle bir emir vermediklerini söyleyip onu yalancı durumuna düşürecekler.

Bir asker gibi düşünemeyenler, Dursun Çiçek'in ruh halini kavramakta zorlananlar kendilerini onun çocukları yerine koysun: General olamadım diye koskoca ordunun itibarını iki paralık etmek için oturup şerefsizce komplolar planlayan ve bunları icra eden biri olmak veya onun çocukları sıfatını taşımak, sizce nasıl bir duygu? Kızı, babasının yüksek askerî niteliklerinden özellikle de askerlikte çok önemli olan verilen emre itaat alışkanlığından bahsediyor. Benim de en küçük şüphem yok. Bir Türk subayı, emir almadan böyle bir işe kalkışmaz. Suç işleyip sonra da kendi kendini ihbar etmez. Neden kendini suçlu duruma düşürsün? Daha ötesi, bir tek subayın terfi alamadığı için kâğıttan kaplan gibi yere serebileceği bir orduyla, bu kadar çaresiz bir ordu ile ülke savunulur mu?

"İrtica İle Mücadele Eylem Planı" Genelkurmay'ın sıralı emir-komuta zinciri dışında hazırlanmış olamaz. Albay Dursun Çiçek'i, askerî savcılıkça isnat edilen "komplo kurma" suçundan temize çıkartacak çok sağlam deliller var. Bu planın benzeri olan ve daha önce tartışılan Taraf gazetesinin yayımladığı "lahika"lar. Dursun Çiçek'in hazırladığı planı öncekilerden farklı kılan, Erzincan'da somut olarak uygulanmış olması. Askerî savcı, Erzincan sanıklarını temize çıkartırken ve bütün suçu Dursun Çiçek'e yıkarken daha önceki benzer "lahikalar"ı nereye koyacak?'

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi