Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Erbakan’ın bana anlattığı...

Erbakan’ın bana anlattığı...

Babamı kaybettiğim haberini aldığımda, tuhaftır, temellendiremediğim, belki de temellendirmesi imkânsız bir “sükûnet” çöktü üzerime; ve kaldı...

Bilgisayar ekranının karşısındaydım. Bakıyordum... Öööyle bakmaya devam ettim.

Kaç gün geçti...

Hayatıma “kaldığı yerden” devam ediyorum. Taziye telefonları, eş dost ziyaretleri, “başın sağ olsun” mesajları ve bütün o yoğun taziye mesaisi “olup bitenleri” bütün çıplaklığıyla gözümün önüne serdiği halde, babamın ölümüyle yüzleşmedim, galiba onu kaybetmek istemedim ve sükûnetimi korumaya devam ediyorum.

İşte iki hafta geçti, hâlâ maillerime bakamıyorum...

Başsağlığı mesajları tedirgin ediyor.

Tanımadığım numaraların araması huzursuzluğumu artırıyor.

Mektuplarımı açamıyorum.

Çocukken, ölümü babama konduramazdım... “Toparlayan” adamdı. İnşa eden adamdı. Yeniden oluşturan adamdı. “Toparlayıcı ve inşa edici” özelliğini, hep üzerimde hissettim. Gölgesi, kalabalık ailemizin, her biri bir yerlere savrulmuş fertlerinin üzerinde oldu hep, hiç eksilmedi.

İşler sarpa sardığında, bilirdim ve hissederdim, babam vardı.

Babam toparlardı.

Başımı belaya sokmaktan çekinmezdim. İleri geri konuşurdum. İleri geri şeyler yazardım. “Şu kadar dava... Bu kadar mahkeme celbi... Bilmem kaç gözaltı kararı...” Gençliğimin “sergüzeştî” karakteri mi yaptırırdı bana bunları?

Hayır.

Babam vardı.

Koca adam oldum, çoluk çocuğa karıştım, bu “bilgi”nin verdiği şımarıklıktan kurtulamadım.

Sizi koruyan, gözetleyen, üzerinizde varlığını hissettiren, müthiş sorumluluk duygusuyla arkanızı toparlayan biri varsa, dünyanın en cesur, en gözü kara, en delişmen insanı olursunuz.

Ben bu “bahşedilmiş” pozisyonun hakkını verdim sanırım.

Kendimi gerçekleştirirken, hesapsızca bir şeylere kafa tuttum. Tiranlarla dalgamı geçtim. Buyurganlardan hesap sordum.

Hissettim ki, beni “insan olma sorumluluğuna”, hep, babamın gölgesi itiyormuş.

Beni, babamın ölümüyle ilgili bu “gecikmiş” satırlara, “Milli Görüş” lideri Necmettin Erbakan’ın vefatı haberi icbar etti... Galiba “ölüm” diye bir şey vardı ve kendimizi ne kadar yabancılaştırırsak yabancılaştıralım, mutlaka onunla yüzleşmeliydik.

Erbakan kimdi?

Dahası, bir “ölüm vakası” niçin bizi dünyayla halleşmeye ve bir öz nefis muhasebesi yapmaya itiyordu? Ben niçin babamın ölümüyle, bu ölüm vakası arasında koşutluklar kuruyordum?

Bilmiyorum...

Belki, gecikmiş de olsa, bir hakkı teslim etmek zorundaydık.

Belki de, “Cumhuriyet kuşağının serencamını” en iyi Erbakan’ın ve çağdaşlarının hayatı özetliyordu.

Babamla aynı yaştaydı.

İkisi de, benzer rahatsızlıklarla, aynı ay içinde vefat ettiler...

Erbakan, bana hep, Oğuz Atay’ın “Bir Bilim Adamının Romanı”nı, o romanın kahramanı Mustafa İnan’ı hatırlatmıştır... “Çok dolaysız” bulabilirsiniz. Ama öyleydi. Aradaki “teknik farka” rağmen, Nurettin Topçu’yla da koşutluklar kurabilirsiniz.

Henüz içine doğdukları “yeni ülke” için bir şeyler yapma, asırların ihmali sonucu “oyun kurucu” niteliğini yitirmiş “çevre”yi “merkez”e taşıma, kalkınmamıza “yerli referanslar” üretme çabasıydı onları “oyun”un içinde tutan. Ve çok saygıdeğer bir çabaydı bu.

Erbakan için söyleyeceklerimi, bu yazının münderecatı içinde özetlemem mümkün değil... Cumhuriyet’ten andaç “Yeni Türkiye”yi kuran ve “taşra”ya özgüvenini kazandıran liderlerden biriydi. Belki de, en mühimiydi.

Bu ülkenin ruhuna yabancılaşmış kadrolar, özellikle “bin yıl sürmesi tasarlanmış” yıkım projesini “kurtuluş” diye dayatan 28 Şubat’ın generalleri ve gazetecileri anlamadılar onu... Anlamak istemediler.

Bu millet anlıyor...

Bereket anlıyor ve gereğini yapıyor.

Mekânı cennet olsun!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi