Merkez, Çevre Teorisi ve Elit Zümrenin Tercihleri

Merkez, Çevre Teorisi ve Elit Zümrenin Tercihleri

Siyasi hadiseleri tahlil eden uzmanların ve yazarların; geçmişin mirasını, yaşanan hayatın gerçeklerini ve istikbale ait ümitlerini ifade ettiklerini söylemek mümkündür. Son bir asır içerisinde Türkiye’nin; siyasi, iktisadi, hukuki ve idari açıdan, önemli değişimlere uğradığı malûmdur. Devletin anayasası, kanunları, yazısı, hatta adı bile değişmiştir. Sadece kendilerini devletin sahibi zanneden sivil ve asker bürokratların; ‘hikmet-i hükümet’ felsefesine dayanan dünya görüşlerinde ve insanları hakir gören tavırlarında, herhangi bir değişiklik sözkonusu olmamıştır. AK Parti’nin iktidara geldiği 3 Kasım 2002 genel seçimlerinin sonuçlarını tahlil ederken; yeni iktidar ile sivil ve asker bürokratlar (atanmışlar) arasındaki münasebetin, belirleyici bir rol oynayacağını ifade etmiş ve şu tesbitte bulunmuştuk:” Adalet ve Kalkınma Partisi’nin genel seçimlerden kesin bir zaferle çıkmasından sonra; başta kartel medyası olmak üzere, resmi ideolojinin kurmayları ‘Ak Parti üzerinde baskı oluşturmak’ için ellerinden gelen gayreti sarfetmeye başlamışlardır. Sabah Gazetesi’nin köşe yazarlarından Yavuz Donat’a göre “Devlet, Ak Parti iktidarını gözetim altına almıştır. Mayıs ayına kadar bu gözetim devam edecektir. Mayıs ayından sonra zinde güçler, siyasetin nasıl dizayn edileceğine” karar vereceklerdir. Medya aydınlarının ve köşe yazarlarının “Zinde Güçler” kavramını, sivil ve asker bürokratları ifade için kullandıkları malûmdur. (..) Hukukun üstünlüğünü esas alan demokratik bir devlette; sivil ve asker bürokratların (atanmışların) seçilmişleri tehdit etmesi veya gözetlemesi mümkün değildir. Ancak beş yıldır devam eden 28 Şubat süreci; hem hukukun siyasete alet edilmesine sebeb olmuş, hem de Türkiye’yi siyasi ve iktisadi kaosa sürüklemiştir. ” (Misak Dergisi/Aralık-2002 Sayı 145 Sh: 3 vd)
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın; Ak Parti’nin “laikliğe aykırı eylemlerin odağı” haline geldiğini iddia etmesi ve bu gerekçe ile kapatılması için ‘Anayasa Mahkemesi’ne” başvurması, değişik tartışmaları beraberinde getirmiştir. Eski Merkez Bankası Başkanları’ndan Yaman Törüner; genel seçimlerden önce kaleme aldığı bir makalede, Türkiye’deki siyasi rejimin keyfiyetini ifade ederken şu tesbitte bulunmuştur: “Bütün dünyada ülkeler elit bir sınıf tarafından yönetilir. Bu sınıf, bürokratlar, medya sahipleri ve çalışanları, yargı organları üyeleri, üniversite mensupları, sanatkârlar ve bunları finanse edenler ile ülkenin zenginleri tarafından oluşturulur. Gelişmekte olan ülkelerde, bu sınıfa ‘silahlı kuvvetler’i de eklemek gerekir. Zaten, anayasalar da bu esasa göre hazırlanmıştır. ülkelerin yönetim biçimi ister demokrasi ister krallık olsun, bu güçler her zaman sahnededir. Aslında, demokrasi denilen şey, ‘kral’ın belli bir süre için seçilmesi ve zamanı gelince değişim olanağının korunmasıdır. (..) Siyaset adamları genel olarak yönetici sınıfın temsilcileridirler. Halka söylenmesi gerekeni söyler, ama denileni yaparlar. Bu yüzden, halk, haklı olarak, çoğu zaman siyasetçilerin söylediklerine inanmaz. Yine bu yüzden, siyasetçiler ‘iş yapacak’ değil, ‘denileni yapacak’ kişiler arasından seçilirler. (..) Tayyip Bey’i, Deniz Bey’i ve Devlet Bey’i kafanızda yan yana oturtun. Kimi ‘başbakan’ görmek isterseniz ona oy verin. Artık, hiçbirinin hâkim sınıfları karşısına almaya çalışacağını sanmıyorum.”(Milliyet Gazetesi- 9 Temmuz 2007)
Türkiye’de uygulanacak olan siyasetin tesbitinde; genel seçimlerin önemli olmadığını, yöneten elit zümrenin kararlarına dikkat edilmesi gerektiğini savunan eski Merkez Bankası Başkanı’nın haksız olduğunu söylemek kolay değildir. Sadece ‘elit’ kavramı üzerinde kısaca durmakta fayda vardır. Aydınların dillerinden düşürmedikleri “elit” kavramını, ilk defa İtalyan sosyoloğ Vilfredo Pareto ‘Genel Sosyolojinin Temelleri’ isimli eserinde kullanmıştır. Aynı toplumda yaşayan insanları, siyasi açıdan tasnif ederken ‘Kitle’ ve ‘Elit’ kavramlarını kullandığı malûmdur. Bir toplumun yönetiminde doğrudan söz sahibi olanları (İktidar Partisi milletvekilleri, Bakanlar, danışmanlar, bürokratlar vs) ‘Yöneten Elitler’, zenginliklerinden dolayı sözleri dinlenen kimseleri ise “yönetmeyen elitler’ şeklinde ifade etmiştir. Sosyoloğ Şerif Mardin’in, siyasi haraketlerin keyfiyetini izah ederken ‘merkez‘ ve ‘çevre’ kavramlarını kullandığı malûmdur. Ancak Türkiye'de cari olan siyaseti, bu kavramların keyfiyetine göre izah etmek mümkün değildir. Seçmenlere karşı sorumluluğu olmayan atanmışların (sivil ve asker bürokratların) son sözü söylediği siyasi rejim, Türkiye'yi yol ayırımına getirmiştir. Siyasi literatürde önemli yeri olan 'kuvvetler ayrılığı' teorisinin, 'zinde güçlerin' egemenlik ihtiraslarına göre te'vil edilmesi doğru mudur?
Kuvvetler ayrılığına göre tasnif edilen hükümet sistemlerinde yargının konumu, yasama ve yürütmeden farklıdır. Parlamenter sistemi esas alan ülkelerde, yasama ile yürütme arasında, organik bir bağın varlığını gizlemek mümkün değildir. Dünya üzerinde yasama ile yürütmeyi birbirinden ayırabilen hiçbir parlamenter sistem mevcut değildir. Türkiye’de ‘kuvvetler ayrılığı’ prensibini tahlil ederken, askeri bürokrasinin siyasi gücünü dikkate almak gerekir. Yargının, yasama ve yürütmeden bağımsız olmasını savunanların 'yargının tarafsızlığı' üzerinde hiç durmadıklarını gizlemenin bir anlamı yoktur. 28 Şubat süreci, yargının siyasallaşmasına vesile olmuş, Genel Kurmay Başkanlığı’nda kendilerine brifing verilen bazı savcılar ve hakimler, resmi ideolojiyi ve hikmet-i hükümet felsefesini militarist bir anlayışla yorumlamaya başlamışlardır. CHP’nin altı okunu ‘devlet politikası’ olarak benimseyen medya aydınları ‘Anayasa Mahkemesi’nin kararları siyasi değil, hukukidir. Hukuka saygı gösterelim’ diyerek, yasama ve yürütmenin elinin-kolunun bağlanmasını arzu etmektedirler. AK Parti’nin kapatılması için açılan dava hukuki değil, siyasi bir davadır. Adaletin mülkün (devletin-İktidarın) temeli olduğuna inanan ve insanların temel haklarına değer veren aydınların, resmi ideolojiye göre şekillenen ‘yargı sistemini’ savunmaları mümkün değildir. Ancak Türkiye'de 'imkansız' gibi görünen her şeyin, 'emir-komuta" ile mümkün hale getirildiğini gizlemenin de bir anlamı yoktur.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi