TV’lere devam

TV’lere devam

Araya Annie Girardot ve Jane Russell girdiği için yarıda bırakdığım ve 29 yıl süren muhâbirlikle editörlük ve yapımcılıkdan cür’et alarak başladığım tv “uyarıları”na devâm ediyorum.

Elektronik mas-medyamız haber hazırlamayı bilmiyor!

Dikkat ederseniz her haberin başında sunucu o olayın bir özetini yaparak aslında bütün haberi de verir.

Sonra sözü alan muhâbir ya görüntü üzerinden ya da bizzat görüntüye girerek aynı özeti tekrarlar. Asıl “haber” daha sonra ayrıntılı olarak, yâni kimseyi ilgilendirmeyecek birtakım ıvır-zıvırla aşırı derecede yüklenip içinden çıkılmaz hâle getirilerek bir kere daha tekrarlanır ve sonunda o âna kadar anlatılmış olanların bir özetinden ibâret olan ve yine aslında ilk iki versiyondan hiç birfarkı bulunmayan bir “final” ile bitirilir ve bâzen de tekrar görüntüye gelen sunucu tarafından bir kere daha tekrarlanarak “kesin” hitâma erişir.

Bunun ise iki anlamı olabilir:

Ya haberi hazırlayanlar meramlarını ancak beş kere tekrardan sonra anlatabilecek kadar yeteneksizdirler. Ya da seyircinin bir lafı ancak beş tekrardan sonra anlayabilecek kadar ahmak olduğu varsayımından hareket etmektedirler.
Hangisi olduğuna bizzat karar versinler.

Oysa doğrusu, sunucunun sâdece haberin neye dâir olacağına kısaca değindikden sonra sözü muhâbire bırakması ve onun da ilk iki üç cümlede “en önemli” hususları belirtip akabinde birkaç da ayrıntı verdikden sonra konuyu bağlamasıdır.

Bir de öyle deneseniz, arkadaşlar...

Başka bir problematik alan da mülâkat teknikleriyle ilgili:

Değerli meslekdaşlarımın mülâkat, sohbet, demeç ve röportaj arasındaki farkları bilmemelerini bir yana bırakarak mülâkat (interview!) yapmayı ekseriyâ hiç öğrenmemiş olduklarını tesbît ediyorum.

Önce stüdyo konuğuna veyâ telefon bağlantısı yapılmış kişiye “Merhabâ, hoş geldiniz, lütfedip programımıza katıldığınız için teşekkürler, nasılsınız...” gibi şeyler söylenmesi programın akışını bozduğu için sakıncalıdır. Çünki muhâtabınız da bunlara
cevab verirken seyirci, asıl konuya ne zaman girilecek diye dokuz doğurur ve çoğu kez mülâkatçiye saydırır. En fazlası “Filancaya iyi akşamlar/sabahlar vs. diledikden sonra ilk soruma geçiyorum.” tarzı olabilir ki sual hemen geldiği için konuk buna cevab vererek vakit kaybedilmesine sebeb olmaz. O da derhâl soruya girer.

Ayrıca meslekdaşlardan çoğunun soru sormayı da bilmedikleri farkediliyor. Sordukları soru mudur başmakâle midir pek anlaşılmıyor. Şu aslâ unutulmamalı ki mülâkatlerden maksad gazeteci veyâ televizyoncuların kendi “yüksek ve değerli” fikirlerini kamuoyuna serdetmesi değil mülâkat yapılan şahsın konuşmasıdır. Bu bağlamda o şahısla itişilmesi de mülâkat âdâbına aykırıdır. Zîrâ o şahıs oraya sizinle tartışmaya değil kendi görüşlerini açıklamaya gelmişdir. Kaldı ki sizin o konuda ne düşündüğünüz de seyircinin umurunda değildir. Öyle olsa konuk çağırmaya ne gerek var? Çıkın bizzat uzun uzadıya anlatın ki millet müstefîd olsun!

Bugünlük bu kadar. Faydası olacağını pek sanmıyorum ama...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi