Gülay Pınarbaşı

Gülay Pınarbaşı

Varsayalım ki ben öldüm...

Varsayalım ki ben öldüm...

İnsan aklı, hiçbir ek yapmaksızın saf olarak Kur'an ile düşünmediği takdirde, karmakarışık bir hale gelmeye çok müsaittir. Bu durumda da kişi, "akıllı insan" olma vasfını kaybeder. Aklı, duru, temiz, isabetli ve faydalı hale getiren tek yol, katıksız olarak iman etmek; Allah'ın sonsuz ve kusursuz aklına, Kur'an'a tam uymaktır.

İman eden bir kimsenin mükemmel bir akla sahip olmasını en istemeyecek varlık ise elbetteki şeytandır. Şeytan, Allah'ı seven, Kur'an'a bağlanan, Allah'ın rızası için yaşayan her insanın karşısındaki mutlak negatif güçtür. Müminlerin Allah'a ihlasla iman etmelerini engelleyebilmek, akıllarını karıştırabilmek, halis tavırlarına bir parça dahi olsa bozukluk katabilmek için elinden gelen her yola başvurur. İnsanların kalplerine hayali kuruntular, asılsız şüpheler, hiçbir delili olmayan vesveseler verir. Ve bunlara, adeta gerçeğin ta kendisiymiş gibi inanmalarını sağlar. Hatta o kadar inandırıcı mantıklar sunar ki, kişi, peşisıra gittiği bu hayali kuruntuları delice bir kararlılıkla savunur hale gelir. Bu doğrultuda kesin kararlar alıp hayatını bu yönde yönlendirmeye başlar.

Şeytanın tüm bu telkinleri elbetteki samimi iman eden, Allah'a sığınan ve Kur'an'a uyan insanlara hiçbir şekilde etki etmez. Ancak iman ettikleri halde Kur'an'a gereği gibi uymayan kimseler şeytanın bu telkinlerine kapılabilirler.

Kimi zaman bu durumdaki bir kişi şeytanın telkinlerinden kurtulup selim bir akla kavuşmayı, doğru düşünebilmeyi gerçekten çok ister. Ancak yine de aklında oluşan karmaya kapılarak, kendisine sunulan doğruları kavramakta güçlük çeker. Duru bir akılla hareket eden mümin dostlarının anlatımlarındaki hakikatleri uygulamaya geçirmekte kararlılık gösteremez. Kendisini içerisinde bulunduğu mantık bozukluğundan kurtaracak Kur'ani çözümleri gerçekleştirmenin ne kadar kolay olduğunu göremez. Çözümü kendi karmaşık mantıklarında arayıp bulmaya çalışır. Ya da hem Kur'ani çözümleri hem kendi karmaşık formüllerini bir arada kullanmaya kalkışır. Bunun sonucunda da Kur'an'ın bereketinden gereği gibi istifade edemez ve aradığı çözüme kavuşamaz.

İşte bu gibi durumlarda mümini -Allah dilediği takdirde- mutlak olarak doğru yola sevk edecek kesin bir çözüm vardır: Ölümü, ahireti, cennetin ve cehennemin yakınlığını; ölümle birlikte, dünyada iken kafasında var olan tüm düşüncelerin bir anda yok olacağını; Allah'ın rızasını ve rahmeti kazanabilmek dışında hiçbir şeyin bir öneminin kalmayacağını düşünmek... Ve henüz yaşarken, "varsayalım ki öldüm""etrafımdaki tüm insanlar da öldü" "tüm olaylar çoktan son buldu" ve "tüm bildiklerimle birlikte ahiretteyim" diyerek hareket etmek...

Öldüğünde insan nasıl ki artık kendisi hakkında herhangi bir konuda hak iddia etmeyecek, herhangi bir şeyi halletmenin peşine düşmeyecek; olayları, insanları analiz etmekten, kendisine karşı olan davranışları, bakış açılarını, konuşmaları yorumlamaktan vazgeçecek; olaylara, insanlara, hayata karşı şüphe ve kuruntularla yaklaşmanın anlamsızlığını görecek ise bu gerçeği henüz yaşarken kavrayan bir insan da -Allah'ın izniyle- aynı yüksek aklı ve imani olgunluğu ölmeden önce de elde edebilecektir.

Bu imani olgunlukla hareket eden bir insanın üzerindeki olumsuz tüm baskılar kalkacaktır. Aklında oluşan karmaşa dağılacak, kişi saf olarak Kur'an ile düşünüp hareket edebilecek ve Allah'ın razı olacağı ahlaka ulaşabilecektir.

Şeytanın tüm oyunları etkisiz hale gelecektir. Ondan gelen kuruntu, şüphe ve vesveseler böyle bir müminin kalbine etki edemeyecektir. Öncesinde şeytanın verdiği kuruntularla, onulmaz dertlerle karşı karşıya olduğunu sanan bir kimse, bu gerçeği kavramasıyla birlikte şeytanın vereceği vesveselere en fazla gülüp geçecektir.

"Varsayalım ki ben öldüm", "varsayalım ki dünya yerle bir oldu" ve "varsayalım ki çevremdeki iyi ve kötü insanların tümü öldü" diye düşünen bir insanın nasıl bir ahlak anlayışına sahip olacağını kavramak da son derece önemlidir:

Adeta ölmüşçesine dünyadan geçen bir insan, aynı zamanda dünyevi tüm haklarından da feragat etmiş olur. Artık bir bedeni yoktur ki, bedenine dair bir konuda hak idda etsin. Ya da artık bir nefsi yoktur ki, nefsine dair haklarının peşine düşsün. Ve bu bir kayıp da değildir; aksine kazançların en büyüğüne; Allah'ın rızasını kazanma yoluna açılan önemli bir kapıdır. Kamil iman olgunluğunu yaşamanın bu sırrı, mümine müthiş bir manevi güç kazandıracak hayırlı bir tefekkür şeklidir.

Çözemediği ve çözülemeyeceğini sandığı konuların aslında ne kadar kolay halledilebilir olduğunu kavrar. Çözümün şeytanın karmaşasında değil, Allah'a samimi teslim olmakta olduğunu görür.

Allah'a teslim olan bir mümin ise, Allah'ın eşsiz koruması, rahmeti ve desteğini kazanır. Böyle bir insan, dünyada maddi manevi başka hiçbir şey ile elde edilemeyecek bir güç elde etmiş olur. Allah'ın rızasına uygun olan ahlaka uymanın müthiş bir pozitif etkisi vardır. İşte mümin bu pozitif gücün etkisi altına girer. Üzerindeki imani coşku, neşe, mutluluk ve mutmainlik, fiziksel olarak da manevi olarak da, her an her konuda olabilecek en güzel, en aktif ve en fazla çabayı gösterebilmesini sağlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gülay Pınarbaşı Arşivi