Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Bizi de yakacaksın

Bizi de yakacaksın

Hep yazıp çiziyorum... Hep yazıp çizdiğim şeyler, ciddi bir araştırma kuruluşunun yetkilisi tarafından dillendirilince, daha “kıymetli” oluyor tabii.

KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır’ın gazetemize yaptığı açıklamadan söz ediyorum.

Diyor ki Bekir Bey (özetle), “Halk CHP’ye güvenmiyor, sorun çözücü bir parti olarak görmüyor... Kılıçdaroğlu da, kendisine verilen krediyi referandum sürecinde tüketti...”

Evet, aynen böyle oldu.

Doğan Medya Grubu’nun “sakin güç” dolduruşu ve misli görülmemiş bir destekle gündemde tuttuğu Kemal Kılıçdaroğlu, aday olduğunu açıkladığı gün, CHP oyları tavan yapmış, ilk kez yüzde 30 bandının üzerine çıkmıştı.

Allah için Kılıçdaroğlu da pozitif bir resim çiziyordu. Sakindi. Davranışlarından, sözlerinden, duruşundan “anlayışlı ve güvenilir biri” izlenimini edinmeniz mümkündü.

Üstelik, “değişim”den söz ediyordu.

Baykal ve ekibinin sağır olduğu konularda müddei bir görüntü veriyordu.

Ne bileyim, “başörtüsü” diyordu, “Kürt meselesi” diyordu, “Bu hükümetin yaptığı iyi şeyleri de görmemiz lazım” diyordu, partisindeki “korku imparatorluğu”ndan söz ediyordu ve açıkça “değişim”e direnen odakları deşifre ediyordu.

Kırılma noktası, Genel Başkan seçildiği kurultayda yaptığı konuşmadır.

Gürsel Tekin’in “beğenmedim” dediği konuşmasında Kılıçdaroğlu, kendisine biçilen misyonun tersine, cedelci, arıza çıkarmaya mütemayil, uzuz demagojiyle günü kurtarmaya çalışan, “ironik” olmaya çalışırken “sevimsiz” olan, sinik, kötücül bir genel başkan görüntüsü çizdi ve ilk raundu kaybetti.

İddialı olduğu konulara girmedi bile...

Mesela, “Kürt” sözcüğünü ağzına almadı, değişim zaruretinden söz etmedi, başörtülülere merdiven altını reva gördü ve CHP’yi iktidar hedefinden uzaklaştıran ne kadar netameli konu varsa, hepsiyle “mutabık” bir tutum içinde olacağının işaretlerini verdi.

İkinci kırılma noktası, espri vehmiyle sarıldığı “Recep Bey” söylemidir.

Hem itici oldu, hem de “ağırlığını” ve “efendiliğini” sorgulatır hale getirdi.

Referandum kampanyasında takındığı tutum, üçüncü ve en önemli kırılma noktasıdır bence.

Ki, kendi rüzgârıyla getirdiği oyları, yine “kendi rüzgârıyla” götürdü ve Baykal döneminin de altına düşürdü.

Kararsızlıklarına, zikzaklarına, münkir tavırlarına girmiyoruz bile.

Oluşturduğu imaj şuydu:

Bugün söylediğini yarın inkâr eder...

Desteksiz atar...

Söz verir, sözünde durmaz...

Hiç de gerekmediği halde “yalan” söyler...

Bu sadece muarızların değil, muvafıkların da görüşü... Sokaktan herhangi bir CHP’li çevirip sorun; söyleyeceği ilk şey şu olacaktır: “Kemal Bey’le de yürümeyecek galiba.”

Deniz Baykal döneminin “Ne olacak bu CHP’nin hali?” geyiği, kısa sürede “Ne olacak bu Kılıçdaroğlu’nun hali” söylemine dönüştü.

Hayır, bu durum elbette mutlu etmiyor bizi.

Demokrasilerde “muhalefetsizlik” o kadar da iyi bir şey değil...

Ceremesini biz çekeceğiz çünkü.

Muhalefet partileri “iktidardan kurtulma umuduna” ya da “ihtiyacına” cevap vermiyorsa, yani bu umut tümden tükenmişse, sistemde ciddi arıza var demektir.

O zaman, “demokrasi dışı” arayışlar gündeme gelir ve kendi meşruiyetini oluşturur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi