Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Şehr-i Maraş’ta Kültürün Hasbî Temsilcileri

Şehr-i Maraş’ta Kültürün Hasbî Temsilcileri

Kendini modernizmin mekân ve faaliyetlerinin iğvasından uzak tutmaya çalışan mistik bir şehir münzevîsinin görüp yaşadıkları ve anlatacakları şu sıralarda asıl meseleleri bir süreliğine geri plâna düşürüp kendilerini “önemseten” “aday adaylarının” görgüsüzlükleri ve şamataları olamaz elbette.

Türkiye Yazarlar Birliği Şehr-i Maraş Şubesi Başkanı ve Sütçü İmam Üniversitesi Öğretim Görevlisi İsmail Göktürk’ün kışın başından bu yana gerçekleştirdiği mâna ve fikir dolu kültür programlarından kâm alıyor gönlüm.

Bu fikir ve kültür erbabının kendine has sarahatli ve tesirli üslûbu ile verdiği “Bosna ve Medeniyet” konferansında ecdâdımızın evlâd-ı fatihana olan samimiyet ve yaklaşımı gibi konuları hüzünle dinledim ve medeniyet coğrafyamızın Edirne ve Hakkari ile sınırlı olmadığını bir daha öğrenerek şâd oldum.

Bu hasbî fikir adamının “Hegemonya ve Bürokrasi” konferansında dinlediklerim âcizane beni laikçi cumhuriyetin askerî ve sivil oligarşisinin, “hegemonyalarını” korumak için millet-i beyza’ya yaptıkları zulümleri hatırlattı.

Tesirli ve dokunaklı üslûbuyla, “iktidar elitlerinin ulusçu” zihniyetlerini çeşitli derin kollardan nasıl bir baskı aracı hâline getirdiklerini anlattı ki, Tek Parti bürokrasisinin hâlâ egemen olmaya çalışmasına öfke duyarak dinledim.

Cerbezeli ve sakınmasız bir kültür adamı olan İsmail Göktürk, “Tarihten Bugüne Meşruiyetin Kaynağı ve Devlet” konferansında da, seksen küsur yıldır kanayan yaraya dönüşen “milletin devleti mi, devletin milleti mi?” sualine cevap veriyor ve tarihten örneklerle bugünkü problemleri masaya yatırıyordu.

Bu başlık altındaki konuşmasında despot laikçi cumhuriyetçilerin meşruiyetin kaynağında kendi ulusçu ilkelerini milletin meşruiyeti olarak dayatmaya çalıştıklarını, elân yaşanılan çatışmalı siyasî ve sosyal yapının devam etmesinin müsebbibinin “hegemonik” Ankara elitlerinin olduğunu ve ezber bozan tesbitleriyle Ankara rejiminin zamanını doldurduğunu dile getiriyordu.

Türkiye Yazarlar Birliği Kahramanmaraş Şube Başkanı olarak İsmail Göktürk, maddî imkânların tükendiği geçen beş yıllık süreçte talebe-i güzideleri ile popülizm ve reklâmdan uzak bir samimiyetle faaliyetlerini Sütçü İmam Üniversitesi “Kamu Yönetimi Kültür ve Medeniyet Topluluğu” ile gerçekleştiriyor ve fikir gücünü Ali Yurtgezen hocasından alıyordu.

Hasbî kültür faaliyetlerine yüzünü ekşiten bir kısım yönetici ve resmî finansörlere eyvallah etmeden

âdeta yer altına inerek, sunî dinleyici zümrelerin naz ve hamlıklarına yüzünü dönmeden talebeler, hocalar ve gerçek talipler için gerçekleştirdiği programlar takdire şayandı.

“Muharrem ve Ehli Beyt” programında mevzuun âlimi Ali Yurtgezen hocasını konuşturdu ki, âciz nazarımda şehr-i Maraş’ın en anlamlı programıydı bu. İsmail Göktürk cins kültür adamlığını bu programda da gösterdi ve kazanlarla aşure getirterek bin küsur yıllık Müslüman geleneğini üniversite bahçesine taşıdı. Hocalara, talebelere ve misafirlere aşure ikram etti.

Programda Mehmet Yaşar’ın sunuş konuşması, Sezai Karakoç’tan ve İsmail Göktürk’e ait “Merhamet Et Her Şeye Agâhım Ali” başlıklı nefes tarzında yazılmış şiirler okuması, salondaki bütün yürekleri daha baştan kıpırdattığını unutamam.

Şehr-i Maraş’ın kıdemli, hasbî ve efendi neyzeni Metin İspir ağabey nay-i şerifi ile ney üfledi ki, salondakiler Hüseynî ve maveraî hüzünlere gark oldu. Tanburun ezgileri ehli beytin sevgisini gönüllere nakşetti. Bu fakirin gönlü şadumanlık içindeydi.

Gerçekleştirdiği “Mehmet Âkif ve İstiklâl Marşı Paneli” nin süsten ve reklâmdan uzak muhtevası ile Sütçü İmam Üniversitesi’nin talebeleri ve şehr-i Maraş’ın samimi dinleyicilerinin gönül ve fikirlerini ihya ettiğini âcizane gördüm.

Bu panelde, görünür yerlere, medyatik programlara çıkmayan fakat İsmail Göktürk’ü kırmayan Ali Yurtgezen Hoca İstiklâl Marşı’nın bugüne kadar dinlediğim en doğru ve anlamlı tahlilini yaptı. Yrd. Doç. Dr. M. Fetih Yanardağ ve Yrd. Doç. Dr. İbrahim Kır’ı dinlerken eskiden yaşadığım Âkif hüznüne bir daha tutuldum.

“Çanakkale Şehitleri” konferansında İsmail Göktürk tek başına tesirli ve dokunaklı üslûbuyla Çanakkale Harbi’nin millet olmaklığımızın kesin bir delili olduğunu belirterek tarihî önemine ve Balkan Harbinde askere gidip de Çanakkale Tabyalarında evlâdı ile karşılaşan baba-oğul anekdotuyla herkesi hüzne gark etti.

Talebeleriyle kalbî ve fikrî bağ kuran İsmail Göktürk’ün, Türkiye Yazarlar Birliği Şubesi ve Sütçü İmam Üniversitesi Kamu Yönetimi Kültür ve Medeniyet Topluluğu’nun müşterek imkânlarını mütevazı ve anlamlı kültür faaliyetlerine dönüştürmekte mahir olduğunu zikrettiğim birkaç programdan anladım.

Bu programların hazırlık ve takdiminde pek emeği geçen Mehmet Yaşar adlı talebenin yeteneklerini anlatmadan geçmek olmaz. Ona talebe demek gelmiyor içimden. İsmail hocasıyla birlikte ikiz bir fikirdaş gibi olgun ve kabiliyetli genç bir fikir adamı olarak faaliyet gösteriyor. Allah vergisi hitabı ve hançeresiyle her programda açılış konuşması yapması ve şiirler okumasıyla tebliğ sunanlar kadar tesirli ve kuşatıcıydı nazarımda.

Hâsılı, İsmail Göktürk’ün, hocaları ve kültür dostlarıyla sürdürdüğü haftalık sohbetler soğuk sıcak demeden Pınarbaşı mevkiindeki “hikmet mağarası” diye tavsif ettiğim mekânda tanıtımdan ve reklâmdan uzak hasbice sürüp gidiyor.

Bu mistik mekânda insanın gönlüne yatırım yapan haftalık sohbetler, bâzı kültür derneklerinin allı pullu göstermelik ve yapmacık programlarından hayli samimi, anlamlı ve kalıcıdır nazarımda.

Enteresan ve anlamlı olan şu ki, bu faaliyetleri ne şehrin basınında, ne de albenili afiş ve duyurularda hiç mi hiç göremezsiniz. Kendi içine, kendi istikametine akan uzun ve asûde bir nehir gibi şaşaadan uzak gönül ve fikir tâlimi yapılıyor bu mekânda.

Kendini parlatmaya çalışmayan bu insanların dingin bir ırmak gibi yer altından yavaş yavaş akmaya çalışan süssüz ve şöhret âfetinden uzak hasbî insanlar olduğu duruş ve dillerinden anlaşılıyor.

Tuhaf gelecek ama, bu faaliyetlerden genel merkezin ve şehr-i Maraş’ın pohpohçu medyasının hiç haberi yok. İhtiyaç da duyulmuyor zaten.

Her şeyin medyalaştığı ve “duyurulaştığı” bu zamanda anlattıklarıma inanmayanlar olabilir. Evet, bu reklâmcı çağa imrenmeden, hırka ve tacı olmayan dervişler gibidir bahsettiğim hasbî kültür temsilcileri.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İlbey Arşivi