Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Geldi İsmet, kesildi kısmet... Gelirse Kemal, başlar zeval!

Geldi İsmet, kesildi kısmet... Gelirse Kemal, başlar zeval!

Merhum Osman Yüksel Serdengeçti’yi bilirsiniz...
Meclis’e “kravatsız” gelip de içeri alınmayınca, geri dönüp, “kravatı beline dolayıp” gelen ve bu hâli görüp şaşkınlık yaşayan görevliye; “Kravatın boyna bağlanacağına dair bir yasa mı var?.. Ben de belime bağlayıp geldim” diyen “muzip” ve bir o kadar da “aykırı” bir adam.
Allah rahmet eylesin...
İşte bu Osman Yüksel Serdengeçti’nin eşinin adı İsmet’tir...
Ne var ki, İsmet Hanım’dan bir türlü “çocuğu” olmaz.
O devrin “Millî Şef”i İsmet İnönü’den de “çok çektiği” ve bir türlü “hapis”lerden kurtulamadığı için, bir gün şöyle der;
“İki İsmet’ten çok çektim;
Biri hürriyetimden etti,
Öteki zürriyetimden!”
GELİR İSMET, KESİLİR KISMET!
İsmet İnönü’den “çeken” sadece merhum Osman Yüksel Serdengeçti değildir elbet... Bu millet de çok çekmiştir “Millî Şef”ten!..
O yüzden de, şöyle demiştir:
“Geldi İsmet, kesildi kısmet!”
Milletin ve memleketin kısmeti o kadar kesilmiştir ki; “verimli toprak”lar bile adeta kurumuş, “buğday” vermez hâle dönmüştür.
İşte o devirlerden birinde;
Aynı zamanda, hepsi de birer “CHP üyesi” olan “Maliye” memurları, yanlarında “Başçavuş”lar olduğu halde köye gelmişler ve “vergilerini ödemelerini” istemişler!..
Köylüler, “Bu yıl havalar kurak gitti, mahsûl alamadık” deseler de, Maliye memurları “vergi de vergi!” diye tutturmuşlar!..
Köylüler, dert anlatmaya çalışıp, “Beyy; elde yok, avuçta yok!.. Tarlaların hâli ortada!.. Olsa vermez miyiz?.. Biz, nereden para bulup da vergi ödeyeceğiz şimdi?” deseler de, “egemen”lere dinletememişler!..
“Başçavuş”lardan biri bağırmış;
“Ya vergiyi verirsiniz, ya da bu köyün altını üstüne getiririm!”
“Hazırol” vaziyette “tek sıra dizili” köylülerden biri, bir adım öne çıkmış... Sonra da, bağıran “Başçavuş”un eline-ayağına kapanıp, yalvarmış;
“Ne olur, Başçavuş efendi, ne olur bize bu iyiliği yapın!.. Dediğinizi yapıp; köyün altını, üstüne getirin!.. Çünkü biz; bu toprakların üstünden bir hayır göremedik!.. Belki altından mahsûl alırız!”
“Jandarma” ile birlikte köylere gelen “vergi” memurları o kadar “insafsız”mış ki; köylünün “harman”ına adeta “haciz” koyuyorlar, “bir tek başak” almalarına bile izin vermiyorlarmış!..
Bu yüzden de, evlerinde “buğday” kalmayan, dolayısıyla “ekmek” de yapamayan köylüler, “gece karanlığı”nda “harman meydanı”na gidip, “kendi harmanlarından buğday başağı çalıyorlar”mış, iyi mi?..
Yoksa, “aç” kalacaklar!..
YA VERGİ, YA DA!
İşte, böyle bir devirdi!..
Sadece “mahsûl”leri ellerinden alınmakla kalınmıyor, aynı zamanda “vergi zulmü” altında inliyorlardı.
Hele “3 vergi” vardı ki; nüfusun çoğunu oluşturan “işçi” ve “köylü”leri canından bezdirmişti!..
Buyrun, o “vergi”leri hatırlayalım:
¥ Varlık Vergisi (1942): Şehirde çalışan sanayi, tüccar ve diğer çalışanlardan alınmak üzere 1942’de çıkarıldı. Bu vergi o kadar ağırdı ki; ödemeyenlerin malı haczediliyor veya “bedenen çalıştırılmak için” sürgün ediliyordu.
Aralık 1942 ve Ocak 1943’te; İstanbul’da gayrimüslimlere ait binlerce gayrimenkul, el konularak haraç mezat satıldı.
¥ Toprak Mahsulleri Vergisi (1943): Bu kanun tarım üreticisinin ürettiği ürünün yüzde 10’unu vergi olarak almayı öngörüyordu. Ancak CHP’li maliye memurları keyiflerine göre çiftçinin mahsulüne el koyuyor, köşeyi dönüyordu!..
¥ Yol Vergisi: 18-60 yaş grubundaki erkeklerin, dört işçi gündeliği tutarında yol vergisi vermeleri ile ilgiliydi. Vermeyenlerin üç gün süre ile yol yapımında çalışması öngörülüyordu.
O günlere ait “gazete kupürü”nden de göreceğiniz gibi; “Varlık Vergisi”ni ödemeyenler “Aşkale”ye gönderilmişler, iki kişi, son anda “vergi”sini ödeyip “yol açmak için taş kırmak”tan kurtulmuştu!..
Öyle bir “zulüm”dü vesselâm!..
İsmet gelmiş, kısmet kesilmişti!..
GELDİ BÜLENT, MAHVOLDU MİLLET!
Şimdi diyeceksiniz ki;
“Bahsettiğin bu olay, taa 1940’larda, yani 70 yıl önce olmuş!.. Bugünkü CHP ile ne ilgisi var?”
Hele sabredin, “bugünkü CHP”ye de geleceğim ama “Yeni(!) CHP”yi anlamanız için “Eski CHP”yi hatırlatmak zorundayım.
Madem “İsmet İnönü CHP’si”ni çok eski buldunuz, o halde biraz daha yakına gelip, “35 yıl öncesinin CHP’si”ne bir bakalım.
Evet, “Ecevit’li yıllar”a!..
Türkiye’den Veli Solak, “Ecevit’li dönemler”le ilgili bir derleme yapmış ve o dönemlerde “70 Cent’e bile muhtaç olduğumuzu” hatırlatıp, demiş ki;
Bülent Ecevit’in iktidar olduğu dönemler, Türkiye’nin 70 cente bile muhtaç edildiği dönemlerdi.
Biraz da talihsiz olan Ecevit, Birinci Petrol Krizi’nde (1974) Başbakan idi. İkinci Petrol Krizi’nde (1978) Başbakanlığı Süleyman Demirel’e yeni devretmişti. Türkiye’nin en büyük ekonomik krizinde ise (2000’de) 57. hükümetin başbakanıydı.
İşte o hafızalara kazınan kötü dönemler.
¥ Bir gecede, şekere yüzde 25, akaryakıta yüzde 65-79, çimentoya yüzde 52, Sümerbank ürünlerine yüzde 20-70, gazete kağıdına yüzde 36.5 zam yapıldı. (1974)
¥ Bir yıl içinde sermayeleri bir milyon lira olan 811 şirket iflas etti (8 Mart 1978).
¥ IMF ile 1.5 milyar dolarlık anlaşma imzalandı. (1978 Mart).
¥ IMF, Türkiye’ye 180 milyon dolarlık krediyi bir seferde vermeyi kabul etti (1978 Mart).
¥ 150 milyon dolarlık IMF kredisi 6 ayda bitti (1978 Temmuz).
¥ Türkiye’nin borçlu olduğu ülke sayısı 58, banka sayısı ise 227’yi buldu. Toplam 98 bin firmaya borçlandı (Aralık 1978).
¥ Türkiye tarihine ‘Kara Çarşamba” olarak geçen 21 Şubat 2001’de para krizi patladı.
¥ Bir gecede Türkiye’den 109 milyon dolar kaçtı... Türkiye’den 7 milyar dolarlık döviz dışarıya çıktı.
¥ 23 banka ve çok sayıda aracı kurum ile 60 milyar dolar battı. Borçları ödemek bu gariban millete kaldı.
¥ Kriz öncesi 670 bin TL olan dolar 1 milyonu aştı. IMF programı çökmüştü.
¥ Türkiye ekonomisi 2001’de tarihi bir rekor olan yüzde 11.8 oranında küçülme gösterdi.
¥ Krizin devlete faturası, 251 milyar 563 milyon lira oldu.
¥ Hazine’nin kasası o kadar “tamtakır” olmuştu ki; “17 Ağustos 1999 depremi” için gönderilen “yardım paraları” ile “memur maaşları” ödenmişti!..
Sizin anlayacağınız;
Dağlara-taşlara yazılan “Umudumuz Ecevit” ve “Karaoğlan” sloganları ile “Başbakan” olan Ecevit için, daha sonra şu slogan kullanılmıştı:
“Geldi Bülent,
Mahvoldu millet!”
YAĞ-ŞEKER KUYRUKLARI!
Millet, gerçekten de mahvolmuştu!..
“Yokluk” o boyutlara ulaşmış, “kuyruk”lar o kadar uzamıştı ki; meselâ; bir “tüp kuyruğu” veya “gaz kuyruğu” ya da “yağ ve şeker kuyruğu”nun sonundan-başına gidebilmek için, neredeyse “minibüs”e binmek gerekiyordu...
Tabiî, o da çare değildi!..
Çünkü, kuyruğa giren vatandaş, o kuyruğun “ne kuyruğu” olduğunu bilmiyordu!.. Meselâ, “yağ kuyruğu” diye giriyor ama kuyruğun başına geldiğinde “şeker kuyruğu” olduğunu öğreniyordu!..
Haydaaa!..
Gir yeni bir kuyruğa!..
Ne çıkarsa bahtına!..
İnsanlar, “gün”lerini “kuyruk”larda geçiriyor, bahtına ne çıkarsa onu alıyordu!
Hiç unutmam; ben bile uzaklarda bir “tanker” görünce su dağıtıldığını zannetmiş, elimde “bidon”la “su kuyruğu”na girmiş, elimdeki bidona “gaz” doldurtup dönmüştüm eve!..
Meğer, “gaz kuyruğu”na girmişim!..
Yine “kupür”den göreceğiniz gibi;
O günlerde; Haydarpaşa Garı’nı “yolcular” değil, “yağcılar”; evet evet, “yağ almak” isteyenler dolduruyordu.
Görevliler, muziplik yapıyordu;
“Tren kalmadı, yağ verelim!”
Uzun lâfın kısası;
İnönü için “geldi İsmet, kesildi kısmet” diyen bu millet, “ikinci CHP dönemi”nde de; “Geldi Bülent, mahvoldu millet” demeye başlamıştı!..
Demekte de haklıydı.
Çünkü CHP’nin; “İnönülü ve Ecevitli iktidarları”nın kaynağını “ağır vergiler, fahiş zamlar ve yüksek faizli dış yardımlar” oluşturuyordu...
Toplanan paralar ise, her seferinde “heba” oldu, faturasını millet ödedi!..
“Kaynak”lar ise, birilerine “kaymak” oldu!..
BENİM ADIM KEMAL!
Bunları niye anlattım?..
Anlattım, çünkü; “eski CHP”yi bilmeden “yeni CHP”yi tanımak mümkün olmaz!..
“Yeni CHP”nin genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu izliyorsunuz...
“Yoksullara 600 TL maaş” vermek gibi “41 vaat”te bulunan Bay Kılıçdaroğlu’nun vaatleri, “toplam 200 milyar lira”yı buluyor!.. Bu kadar para; “Türkiye’nin 1 yıllık vergi geliri”nden bile çok!..
O halde, bu kadar parayı nereden bulup da yoksula verecek Kılıçdaroğlu?..
Herhalde “daha fazla vergi” koyacak, “daha fazla zam” yapacak!..
Başka yolu yok!..
Ama, Kılıçdaroğlu ne diyor;
“Benim adım Kemal,
Kaynak bulurum dersem, bulurum!”
Bulur bulmasına da, nereden bulur, o belli değil!.. “İğneden ipliğe zam” mı yapar, yoksa “eski CHP” döneminde Meclis’e sunulup da kabul edilmeyen “Bekârlık Vergisi”ni yeniden mi hortlatır?..
Kim bilir, belki de;
“En az 3 çocuk yapın” diyen Başbakan Tayyip Erdoğan’a inat; “3 çocuğa vergi” koyar!..
Hani, “basılmamış kitaba baskın”dan şikayet ediyor ya, kendisinin “satılmamış kitaptan tazminat cezası istemesi” gibi; mazallah, yarın “iktidar” olsa, korkarım ki; “ifade edilmemiş düşünce”ye veya “görülmemiş rüya”ya bile “ceza” getirebilir!..
“Benim adım Kemal” diyor ya, “kaynak bulurum” diyor ya; bulur mu bulur!.
Yağdırır “vergi”leri,
Basar “ceza”ları!..
Bulur kaynağı!..
Haa, “o zaman memleket ne olur?” diye sual edecek olursanız, derim ki;
“Gelirse Kemal,
Ülkede başlar zeval!”
Siz, olacağına bakın!..
Bütün “CHP tarihi”nde olduğu gibi!..
Yaptıkları, yapacaklarının teminatıdır!.
================
Ankara-Bilecek 350 Bin Kilometre!
Kimseye “haksızlık” edip de “vebal”ine girmek istemem... Dünkü yazımda AK Parti Bilecik Milletvekili Fahrettin Poyraz’dan söz etmiş, onun “Bilecik’e pek uğramadığını” ifade etmiştim..
Birçok okurum arayıp, “tam aksine” dediler;
“Fahrettin Bey çok sık geliyor Bilecik’e... Ama, bazıları gibi davul-zurna çalarak gelmediği için, gelip de sorunlarımızı çözdüğünden pek kimsenin haberi olmuyor!”
Fahrettin Poyraz’ı yakından tanıyan bir vatandaş;
“Ben biliyorum” dedi, “Fahrettin Bey; kendi arabasıyla benzin parasını da kendi cebinden ödeyerek, son 4 yılda Ankara’dan Bilecik’e 350 bin kilometre yol katetti... Birçok köye birlikte gittik, sorunlarını yerinde hallettik.”
Bunları duyduğuma sevindim... Halkın, “kendi vekili”ne sahip çıkması, elbette güzel... Demek oluyor ki; “icraat” yapmak kadar, bunu “duyurmak” da gerekiyor... Belki de Fahrettin Bey’in eksiği bu...
Pek fazla bağırmamış, “reklâm”ını yapmamış...
Yoksa, “iyi oy” almış Bilecik’ten... CHP’nin yüzde 23.4 aldığı seçimlerde, yüzde 40.1 oyla seçilmiş...12 Eylül’de yapılan “referandum” oylamasında da; “Evet” diyenlerin oranı yüzde 49.4’e çıkmış ki; bunda, “Fahrettin Bey’in katkısı” elbette büyük.
Uzun lâfın kısası; hakkını yememek lâzım... İyi çalışmış...
Zaten, hiç kimse de “kötü” demiyor, herkes “iyi bir insan” diyor...
Ben de, denilenleri aktardım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi