Ali Eyvaz

Ali Eyvaz

Sırrı Süreyya Önder’den uzak durmak için “Ne Yapmamalı?̶

Sırrı Süreyya Önder’den uzak durmak için “Ne Yapmamalı?̶

BDP’nin İstanbul bağımsız milletvekili adayı Sırrı Süreyya Önder, geçmişte bir yazısında diyordu ki; “Sizi bilmem ama bana Fatma K. Barbarosoğlu mu Canan Arıtman mı seni yargılasın diye sorsalar kendimi Barbarosoğlu’unun vicdanına teslim etmekte bir saniye bile tereddüt etmem. Nur Serter’in öğretmen olduğu bir okulda rektör olmaktansa, İhsan Eliaçık’ın hademesi olmak için epeyi çırpınırım.”

Bu sözler, sözün sahibinden çok o sözde bahsi geçen kişilerin üçüncü şahıslar üzerindeki adalet ve emniyet telkininin ispatıdır elbette. Ancak Sırrı Süreyya Önder’in söyleme tarzı ve kendini konumlandırdığı yer bakımından ise ilginç sonuçlar ortaya koyuyor.

Sürekli “ötekileştirilenlerin sözcüsü olacağım” deyip duran Sırrı Süreyya Önder’in yukarıdaki ifadelerinde bahsini ettiği kişilerle arasına çizdiği kalın çizginin açık edilmesi zorunlu bir hal aldı.

Şöyle ki; İstanbul’un fethi sırasında, “Kardinal Külahı görmektense, Türk sarığı görmeye razıyız” dediği rivayet edilen Rum ahalinin yerine kendisini koymuş bir adamla karşı karşıyayız.

1453 senesinin Mayıs ayında Kostantiniyye’nin Ortodoks ahalisi demek istiyordu ki “Roma Papalığının kutsadığı Katolik şövalyelerin bize ‘sapkın ve zındık’ muamelesi yapmalarındansa, Müslümanların ‘kafir tebası’ olarak belirli bir hukuki statüye kavuşmuş olmak rahatımız ve istikbalimiz bakımından daha izzetli bir durumdur.”

Bu tercih, Ortodoks Rumların kendilerini Katolik şövalyelerin nevinden kabul etmediklerini ise asla göstermez. Tam aksine bir “amcazadelik” ilişkisi vardır ve miras kavgasının aktüalitesini sürdürüyor olması bakımından, “mirasa konacaksa amcazadeler yerine eller konsun daha iyi” şeklinde bir kahretme durumu söz konusudur.

Burada “Amcazadelerinin adaletine neden güvenmiyorlar?” şeklinde bir soru ise anlamsızdır. Çünkü 12 Nisan 1204’te Haçlıların eline geçen şehrin “amcazadeler” tarafından ne hale getirildiği gayet iyi biliniyor. 1204’ten daha kötüsünün zaten olamayacağını düşünen Rumlar, Türkleri tercih ederken, aslında amcazadelerine de oldukça acımasız bir nispet yapmış oluyorlardı.

Türkiye’de bugün birileri siyasi olarak “amcazadelerine” nispet yapmak için mütedeyyin kesimleri pohpohluyorlarsa, sanılmasın ki o kişiler kendilerini pohpohladıkları kesimlerle eş görüyorlar.

Tam aksine bu kişiler, mütedeyyinleri kendilerine en yabancı unsur olarak telakki ettiklerinden; esasta kendilerinden olanlara, giriştikleri bu güç mücadelesinde mütedeyyinleri tercih edebileceklerini vazederek, bunları düşman kardeşlerine nispet olsun diye bir nesne hüviyetine kavuşturuyorlar.

Sırrı Süreyya Önder’in nesneleştirme hareketinden gayet memnun gözüken kimi mütedeyyinler ise, “siyaseten yerleşik ve sahip olan”ın bu tarz iltifatlarını bir lütuf olarak kabul ediyor.

Lütufkâr, bu durumda olanca kibriyle ihsanının sınırlarını genişlettikçe genişletiyor. Onun bu tavrını gören kimi mütedeyyinler de, tıpkı şimdi yayında olmayan Meksika Sınırı programının sunucularının Lütufkâr’a yönelik takındıkları davetkar tavırda rahatlıkla izleneceği üzere iltifat görmüş marifetliler gibi kaynar suyun temas ettiği plastik leğen kıvamında yayvanlaşıyor.

Sırrı Süreyya Önder bu ve buna benzer sözleriyle bilhassa mütedeyyin zihinlerde kurduğu Bonapartist işgalini kavileştirirken, “bize de lütfetsin” diye çırpınan bambaşka şehir ahalilerinin de olduğunu hep birlikte görüyoruz. Haberler yanlış değilse, Grup Yorum konserinde kendisine “şeref konuğu” muamelesi çekilmiş.

Bu arada bu şive cambazı ve retorik hokkabazı adam ve adamların peşinde koşarak, devrimciliği saç uzatıp kirli sakal edinmek zanneden oğlanlarla, Hidayet Tuksal’ı kendine rehber etmiş, sırf “eşcinsel arkadaşlarla atölye çalışması yaptık” diyebilmek için televizyon kanallarında yarım saat konuşan ve kimi zaman da “Tanrıya kadeh kaldıran”, “Korkunç İvan” suratlı kızların sonradan görme o hastalıklı lümpenliklerinin de abartılmaması gerekir.

Çünkü daha yukarıdakilerin her tazyikte tornistan edişleri ve artık taşımaktan kollarını ağrıtmaya başlayan dünyalıklarının stresi, bahse konu kızların ve oğlanların halihazırdaki durumlarını kaçınılmaz kılıyor.

Mazisini sermaye yapan, yarasını gösteren, dişil sırnaşıklığı maharet bilen arabesk ruhlu adamlara yalakalık etmek gibi hasletlerin yükselişe geçtiği bu günlerde o heyecan verici “Ne Yapmalı” sorusundan çok, sıkıcı ama son derece gerekli olan “Ne Yapmamalı” sorusunun öne alınmasından başka çare yok. İzzeti nefse bu kadar zulüm, yazıktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali Eyvaz Arşivi