Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Nuh Tufanı ne ki... Nemrut’lara bir sivrisinek yeter!

Nuh Tufanı ne ki... Nemrut’lara bir sivrisinek yeter!

“Bilmemek” ayıp değil... Öyle ya; bir insan, “her şeyi bilmek” mecburiyetinde değil... Ama, “sorup da öğrenmemek” ayıpların en büyüğü... Öğrenip de yapmamak ise, “küstahlık”tır!..
Hem “bilmemek”, hem “sorup öğrenmemek” ve hem de “ahkâm” kesmeye kalkmak, tek kelimeyle “cahil insan” işidir!.. Böyle insanlara, “çizmeden yukarı çıkma” derler ki; “insan” olan, haddini bilir ve daha ileri gitmez!..
Kimi “özür” dileyip kapatır meseleyi, kimi de “susarak!”
Ama, bazıları da vardır ki; “özrü kabahatinden büyük” lâflar edip, temelli çıkmaza girer!..
HURŞİT GÜNEŞ, UMUTSUZ VAK’A!
Biliyorsunuz; Zonguldak’taki “küfürlü” konuşmasından önce “Cuma Namazı saatinde seçim bildirgesi” açıkladığı için büyük “eleştiri” alan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, yaptığı yanlışın farkına varıp; “Kabahat bizde” demişti; “Cuma vaktini hesap edemedik!”
Özür diledi, sıyrıldı işin içinden!..
CHP Genel Başkan Yardımcısı Hurşit Güneş ise; “bildirge”nin açıklandığı toplantıya katıldıkları için “Cuma Namazı kılamayan CHP’li arkadaşları”nın boşuna yakındıklarını söyleyip; “N’oolacak ki, onlar da kaza etsinler!.. Cuma Namazı kaza edilmez diye bir kural yok ki; her namaz gibi Cuma Namazı da kaza edilebilir!!!” diyerek; “ekonomist” eliyle “ilâhiyatçı”ların işine burnunu soktu!..
Epey “uyarı” aldı, tabii!..
Ona dediler ki;
“Cuma Namazı’nın kazası olmaz!”
Ne cevap verdi, biliyor musunuz;
“Ben de biliyorum Cuma Namazı’nın kazasının olmadığını!.. Ama yine de kaza etsinler!”
İşte buna;
“Özrü kabahatinden büyük lâf” etmek denir!.. Hem “yanlış” biliyor, hem de “doğru”su söylenince “yanlışta ısrar” ediyor!..
“Cahil cesareti” dedikleri, böyle bir şey olsa gerek!.. Adam, gerçeği öğrendiği halde, hâlâ “odunum” demeye devam ediyorsa, daha ne diyeceksin?..
Doktorlar bu gibi “ümitsiz vak’a”larda öyle derler ya;
“Bırak, ne yerse yesin!”
CHP’li Hurşit Güneş de;
Böyle bir “ümitsiz vak’a”dır!..
Bırakalım;
Ne konuşursa konuşsun!.. Gitsin; “Kucağına oturtacak adam” arasın!..
MHP’LİLER DERS ALMADI MI?
Aslında, ben “CHP’lileri” pek fazla da yadırgamıyorum...
Çünkü CHP’liler, taa ötelerden bu yana “dinden kopuk”turlar!..
“CHP iktidarları” döneminde, “dinî kitap”ları ve hattâ “Kur’an-ı Kerim”leri bile toplatmışlar, gazetelerde “dinî tefrika” yayınlanmasını yasaklamışlardır!..
İşte, bir defa daha gördük;
“Dinî hassasiyet” konusunda, “Eski CHP” ile Kılıçdaroğlu’nun “Yeni CHP”si arasında hiçbir fark yoktur!..
“Eski CHP”de “dine mesafeli”ydi, Bay Kılıçdaroğlu’nun “Yeni CHP”si de!..
Dedim ya;
CHP’de değişen hiçbir şey yok!..
“Katranı eritsen de, olmaz şeker,
Cinsini sevdiğim, cinsine çeker!”
Ama, ne yalan söyleyeyim;
“MHP’li kurmaylar”ın, “dini yaşamak” konusunda değilse bile, hiç olmazsa “dine saygı” konusunda “hassas” olduklarını sanıyordum...
Hiç olmazsa “dinî kavram”ları bilirler, meselâ; “Allah’a isyan”ın ne gibi sonuçlarının olacağını aklederler diye düşünüyordum!..
Kaldı ki;
“Dine aykırı bir söylem”in, MHP’nin başına ne “gaile”ler açtığı da tecrübeyle sabit!..
Biliyorsunuz;
Bir zamanlar Nusret Demiral adlı bir eski DGM savcısı, “MHP’den milletvekili adayı” olmuştu da, “Ezan Türkçe okunsun!” deyince, MHP, 1994 yılında “barajın altında” kalmıştı!..
Daha sonraki seçimlerde, bu defa Gündüz Aktan diye biri çıkmış, o da “başörtülü” hanımlara “sıkmaş” diyerek hakaret etmişti!..
Bununla da yetinmeyip;
“Kadere iman” etmenin “ahlâklı olmaya engel”, Kur’an-ı Kerim’deki bazı “ayet”lerin de “laikliğe aykırı” olduğunu söylemişti!..
MHP, bunun da bedelini ödemişti.
1999 seçimlerinde, “ürkeklere değil, erkeklere oy verin” çağrılarıyla yüzde 18 oy almışlar, ancak Nesrin Ünal olayında “ürkek” davrandıkları için, 2002 seçimlerinde yüzde 8 oy alarak “barajın altında” kalmışlardı!..
2007’de aldıkları oy ise,
Sadece yüzde 14’tü!..
Bugünlerde, yine bir “baraj sorunu” yaşadıkları, herkesin dilinde!..
Hani, herkes bir yana da;
“Din ve itikada aykırı” söylemlerin bedelini ağır ödeyen bir MHP’nin, “çok daha hassas” olması gerekmez mi?..
Ama, görüyorsunuz;
Hiç “ders” almamışlar!..
Geçmişte Nusret Demiral’ların, Gündüz Aktan’ların “cehalet”leriyle “baraj sorunu” yaşayan MHP; bana öyle geliyor ki, bu defa da MHP Genel Başkan Yardımcısı Recai Yıldırım’dan dolayı sıkıntı yaşayacak!..
CEMAATLERE DİL UZATIRSAN!
Olayı biliyorsunuz...
CHP Genel Başkan Yardımcısı Hurşit Güneş’in, “Cuma Namazı’nın da kazası olur” şeklindeki, Fatih Altaylı’nın da; “Öğle namazı Şafiilere göre 4, Hanefilere göre 5 rekâttır” fetva(!)sından sonra; Recai Yıldırım da, “MHP’yi Nuh Tufanı bile yıkamaz!!!” demiş!..
Nerede söylemiş bunu?..
Adana’da yayın yapan, yerel Akdeniz Televizyonu’nda... “MHP’nin barajı geçemeyeceği” şeklindeki iddialara cevap verip, demiş ki;
“Milliyetçi Hareket Partisi’ni,
Nuh Tufanı bile yıkamaz!!!”
Ardından, “dinî cemaatler” üzerinden AK Parti’ye vurup, demiş ki;
“Bu iktidarın; birkaç tane Menzil, birkaç Fethullah, birkaç bilmem hangi cemaatin bakanlarının oluşturduğu iktidar olduğunu Türkiye’de herkes biliyor.”
Şu hâle bakın;
“9 Işık”tan birinin de “Ahlâkçılık” olduğu bir partinin genel başkan yardımcısı, kalkmış; bu toplumun “ahlâk” ve “maneviyat”ında önemli roller üstlenen “cemaat önderleri”ne dil uzatıyor!..
Adama sorarlar;
AK Parti, “Menzil” ve “Fethullah Gülen camiası”ndan “oy” alıyor da, MHP niye alamıyor?..
Siz de “oy” alın,
Siz de “bakan” yapın!..
Ne yani;
“Başörtülüleri fişleyen” bir adamı, evet “Ergenekon sanığı Engin Alan’ı milletvekili adayı” yapıyorsunuz da, bu ülkenin “manevi dinamikleri”ne niye dil uzatıyorsunuz?..
Sizin gözünüzde, “Menzil cemaati”nin, ya da “Gülen Camiası”nın “Ergenekon sanıkları” kadar da mı değeri yok?..
Her neyse...
MHP; bu “dil uzatma”nın, bu “cür’et”in bedelini elbette ödeyecektir!..
ÖYLE BİR TUFAN Kİ!
Ama, benim asıl takıldığım, şu “Nuh Tufanı” meselesi oldu.
Yüce Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim’i, ya da “Kur’an meali”ni bir kerecik olsun eline alıp okuyanlar bilir ki, Nuh Tufanı, asla “hafife alınacak” bir gazap değildir...
Öyle bir “tufan”dır ki;
“Denizlerin kabardığını” göre göre, “dağın zirvesi”ne çıkıp “kurtulacağını” zanneden Hz. Nuh Aleyhisselâm’ın oğlu bile, “babasının çağrısı”na uymamış, “helâk” olup gitmiştir!..
Demek oluyor ki;
MHP Genel Başkan Yardımcısı koltuğunda oturan Recai Yıldırım, bunu bile bilmiyor!..
Eğer eline bir Kur’an-ı Kerim veya “meal” alsaydı, “Cenab-ı Hakk’ın gazabı”nın ne büyük olduğunu anlar, bu olayı, bu kadar basite almazdı!..
Allah korusun;
Böyle bir tufan; sadece MHP’yi değil, dünyayı bile yıkar!..
Ve tabiî;
Recai Yıldırım da nasibini alır ve “helâk” olmaktan asla kurtulamaz!..
CHALLENGER’İ BİLİR MİSİNİZ?
Atalarımız; “Büyük lokma yut, büyük lâf etme” diye uyarırlar insanları!.. Peki, “büyük lâf” edince ne olur?..
Hiiç, ne olacak; Challenger’ın başına ne geldiyse, o olur!..
Bilirsiniz “Challenger Faciası”nı!..
Bir kış günü, tarihler 28 Ocak 1986’yı gösterirken, Kennedy semaları, “Challenger uzay mekiğinin parçaları” ile aydınlanmıştı...
Çünkü Challenger;
Kalkışından “sadece 72 saniye sonra” paramparça olmuş, tam bir “alev topu”na dönmüştü!.. Ve tabiî, “Challenger Uzay Mekiği”nde bulunan “7 mürettebat” da, cayır cayır yanarak ölmüştü!..
Peki, bu olayın “ilâhî” boyutu ne?..
Hemen söyleyelim;
Challenger kelimesinin Türkçe karşılığı, “meydan okuyan” ya da “meydan okuyucu” demektir...
Amerikalılar, uzay mekiğine “Challenger” ismini vermekle, hâşâ, “Allah’a meydan okuma” eblehliğini göstermişler ama “belâ”larını da bulmuşlardır!..
TİTANİC DE BATMIŞTI!
MHP’li Recai Yıldırım’a bu “ibret” yetmediyse, bir de “Titanic Faciası”nı hatırlatalım.
Olayı biliyor olmalısınız...
1912 yılının 14 Nisan günü; üzerinde güneş batmayan Britanya İmparatorluğu’nun övünç kaynağı, asrın teknoloji harikası Titanic gemisinin Amerika’ya ilk seferini yapacağı gündür.
İngiltere’nin Southampton limanında hareketli bir gün yaşanmaktadır. Avrupa’nın en zengin aileleri gemide yerlerini alırken rıhtımda yapımcı firma White Star’ın bandosu, valsler çalmaktadır.
Gazeteciler şirket yetkilisinden geminin; o zamana kadar görülmemiş harika özelliklerini dinlerken gemi kaptanı Edward Smith bir gazetecinin, “Bu gemi için batmaz diyorlar; doğru mu?” sorusu üzerine birden coşarak, der ki;
“Bu gemiyi Tanrı bile batıramaz.”
Edward Smith adlı kaptan; geminin batıp-batmadığını da gördü, anasının hörekesini de!..
Titanic, limandan hareketinden bir süre sonra, bir “buzdağı”na çarptı ve battı!..
Ölenlerin sayısı 1523’tür!..”
Sen misin;
“Tanrı bile batıramaz” diyen,
Çek bakalım “isyan”ının cezasını!..
SİVRİSİNEĞE YENİLEN CEBERRUT!
Recai Yıldırım beyefendiyi bu “örnek” de kesmediyse, kendisine; “Nuh Tufanı”nın da anlatıldığı Kur’an-ı Kerim’den bir “kıssa” aktaralım.
“İlâhlık” taslayan ve sırf bu yüzden “Rabbim Allah” diyen Hz. İbrahim (as)’ı ateşe attıran Nemrut’un başı, bir “sivrisinek”le derttedir.
Her nereye gitse sinek de onunla birlikte gidiyor, burnuna, yüzüne gözüne konuyor, hortumunu vücuduna saplayıp, kaçıyordu!.. Ne kadar çalışmışsa, sineği yakalayamamıştı... Bütün saray seferber olmuştu. Herkes sineğin peşindeydi... Fakat hiç kimse tutamıyordu!..
Kapıları, pencereleri sıkı sıkıya kapatıyorlar, fakat sinek ne yapıp ediyor, içeri girmeye muvaffak oluyordu. Nemrut’un gözüne günlerdir uyku girmemişti.
İlahlık dâvâsı güden Nemrut bir ufacık sinek yüzünden ne hallere düşmüştü.
Nemrut; artık sarayda odadan odaya kaçıyor, “sivrisinek”ten kurtulmak için türlü türlü yollara başvuruyordu. Fakat sinek bir türlü kendisinden ayrılmıyordu...
Bütün hizmetkârları Nemrut’un etrafında pervane olmuşlar, onu sivrisineğe karşı korumaya çalışıyorlardı... Fakat bütün tedbirlere rağmen hiç kimsenin aklına gelmeyecek bir şey olmuş, sivrisinek Nemrut’un burnundan içeri girivermişti... Nemrut’un burnundan giren sinek, gidebildiği yere kadar gitmiş ve orada dolaşmaya başlamıştı.
O andan itibaren Nemrut’ta müthiş bir baş ağrısı başlamıştı... Beyninde dolaşan sinek onu müthiş rahatsız ediyordu. Son çare olarak, başını tokmaklattırmaya başladı.
“Vurun! Vurun!” diyor, sineğin beynine verdiği ızdıraptan, tokmağın acısını duymuyordu.
Başına tokmağın her inişinde o;
“Daha hızlı vurun!.. Daha hızlı” diyordu.
Başından kanlar akmaya başlamıştı, fakat o aldırış etmiyor, başını tokmaklatmaya devam ediyordu. Bir yandan da başını duvarlara çarpıyordu!..
Hiçbir şey kâr etmemişti.
Nemrut, başına yediği “tokmak”larla kendinden geçmişti.
Sivrisinek ise hâlâ beyninde dönüyordu.
Çok geçmeden çırpına çırpına can verdi!
Uzun lâfın kısası;
Ufacık bir sinek, uluhiyet dâvâsı güden Nemrut’un hayatına son vermeye yetmiş de, artmıştı bile!..
Demek ki, neymiş;
Cenab-ı Allah, bazen “tufan”a bile lüzum bırakmadan, “isyancı kul”larının cezasını, bir küçük “sivrisinek” ile verirmiş!..
Anlayana “sivrisinek” saz,
Anlamayana “baraj” bile az!..
============
Pakistan’a yardım etmek ister misiniz?
Görüyorsunuz; günlerdir “eleştiri” yazıları yazıyoruz... Kâh CHP’yi, kâh MHP’yi, kâh “fetbaz”lıktan “fetvabaz”lığa yönelen “gazeteci”leri eleştiriyoruz... “Bu ülkede hiç mi iyi şeyler olmuyor?” diyecek olanlara, deriz ki; elbette oluyor...
Meselâ TİKA var, İHH var, Kimse Yok Mu derneği var, Cansuyu var, Yardımeli var, Veren El var... Onların “iyilik” ve “yardım faaliyetleri”ni sık sık duyuruyor, okurlarımızı haberdar ediyoruz.
Ama, ne yalan söyleyeyim; Adapazarı’nda faaliyet gösteren Damla Derneği’nden hiç haberim yoktu... Yönetiminde Ali Sofuoğlu’nun da bulunduğu Damla Derneği, sadece Adapazarı’nda değil, uluslararası boyutlarda da hizmetler veriyormuş...
“TİKA ve İHH ile işbirliği” yapıp, yoksul insanlara “balık” vermek yerine “balık tutmayı” öğretiyorlarmış...
Ali Sofuoğlu, aslında “bodur fidan üreticiliği” yapıyormuş...
Önümüzdeki günlerde; bir TIR dolusu bodur fidanı Pakistan’a götürmeyi plânlıyorlar...
Ali Sofuoğlu’nun gönlü; sadece “bodur fidan”la yetinmeyip, fidanla birlikte; Pakistanlı çocuklara “elbise, ilaç ve ciklet” götürmeyi de arzu ediyor... Bunun için, “hayırsever”lerden katkı bekliyor...
“Elbise” ise elbise, “ilaç”sa ilaç, “ciklet”se ciklet, kim ne verirse, onları da götürecek Pakistan’a...
Eğer katkı sağlamak istiyorsanız, Damla Derneği’nin 0535 258 17 21 nolu telefonundan Ali Sofuoğlu’na ulaşıp, “yardım”larınızı gönderebilirsiniz... Ha gayret; çorbada sizin de tuzunuz olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi