Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Kemalist Cumhuriyetin Derin İlahiyatçıları-6

Kemalist Cumhuriyetin Derin İlahiyatçıları-6

Atatürkçülüğün derin ilahiyatçısı Yrd. Doç. Dr.Abdurrahman Kasapoğlu “Atatürk’ün Kur’an Kültürü” (İlgi Yayınları, İst. 2006) adlı Türkiye’nin son yıllardaki akla ve ilme ziyan en şarlatan doktora tezinde M. Kemal’in “dini bütün bir insan” ve “İslâmsever biri olduğunu” iddia ediyor.

Kasapoğlu’nun, M. Kemal’in İslâm hakkındaki söylediklerini tevil edişine ve bağlamından kopararak yorumlamasına tahammül etmek için sinirlerinize hâkim olun: “Her dönemde ve her ortamda İslâmiyet’in en iyi, en yüce, en güzel din olduğunu defalarca tekrarlamıştır. Her Müslümanın dinî hakikatlere önem vermesi gerektiğine inanmıştır. İslâm dininin peygamberi Hz. Muhammed’i her zaman saygıyla anmıştır. İslâm tarihini çok iyi incelemiş ve değerlendirmelerde bulunmuştur.” (s.21)

Peygamberimize Batılılar gibi “Muhammed” diyen M. Kemal şu sözleriyle, Hz. Muhammed (s.a.v)’in peygamber olduğuna inanmadığı gibi pozitivistçe bir bakışla peygamberlik makamına da inanmadığını açıklıyor: “ Muhammed birdenbire Allah’ın Resüluyum diyerek ortaya çıkmamıştır. O, Arapların ahlâk ve âdetlerinin pek fena ve iptidai ve ıslahata muhtaç olduğu anlamış, bunları ıslah için tenha yerlerde senelerce düşünmüş ve yıllarca tefekkürden sonra kendisinde vahiy ve ilham fikri doğmuştur. Muhammed uzun bir devredeki tefekkürlerinin mahsulü olan âyetleri huzur ve ihtiyaçlara göre takrir ediyordu” ((Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Prof. Dr. Afet İnan, s. 92, 3. baskı, Türk Tarih Yüksek Kurumu Yay.. Ank. 1998).

Vahyin Cebrail vasıtasıyla indirildiğine inanmayan, âyetlerin birer tefekkür neticesinde yazılmış manzumeler olduğunu yazıp söyleyen M. Kemal’in bu sözlerinin, pozitivizmin kurucusu A.Comte’un fikirlerinden ilham alınarak söylenmiş olduğu gayet açıktır.

Onun, A. Comte’nin fikirlerinin tıpkısı olan bir ifadesi de (hem el yazısı, hem beyanı) şudur: “…Din dediği şey, bilinmeyen inanç dizgelerine ve gizle karışık emeller köe bağlılıktan başka bir şey değildir. Tarih bize öğretiyor ki, bütün dinler milletlerin cehaletlerinin yardımıyla utanmaksızın tanrı tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar tarafından tesis olunmuştur” (Liseler için Medeni Bilgiler, Afet İnan, a.g.e)

Azıcık irfanı olan, bu sözlerle Hz. Peygambere “cahil milletleri kandıran adam” yaftasıyla hakaret ettiğini ve peygamberliğe inanmadığını anlar.

“Atatürk’ün Kur’an Kültürü” adlı kitapla milleti aldatmak ve kandırmak cürmünü işleyen bir akademisyenin benzeri bir fiili dünyanın herhangi ülkesinde görülseydi o ülkenin üniversitelerinde kıyamet kopar, ilim senatoları kınamalarda bulunurlardı. “Atatürk’ün Kur’an’a bağlı inançlı bir insan olduğunu yazan Kasapoğlu, M. Kemal’in şu sözlerini inkâr mı edecek?: “ O asırlarda tapınılan çok çeşitler putlar vardı. Muhammedin neş’et etmiş olduğu Mekke’deki Kâbe denilen mabet bu yörenin en büyüklerindendir. İbrahim, oğlu İsmail ile birlikte Kabe’yi bina etmişlerdi. Cebrail kendilerine o zaman beyaz ve mücella olan Haceriesvedi getirmişti. Bu taş günahkârların ellerini sürmelerinden dolayı kararmıştı. Bunların hepsi bittabi sonradan uydurulan masallardır” (Atatürk Liseler için yazdığı Tarih Kitabı, Afet İnan, a. g. e.)

Kasapoğlu’na göre, “Hz. Peygambere inancı ve sevgisi olan M. Kemal” şu sözleri hem el yazısıyla, hem açık beyanlarıyla gizlemeden söyleyebiliyor: “ Hırkasıdır diye (Hz. Peygamberin) bir palaspareyi hilafet alâmeti ve imtiyazı olarak altın sandıklara koydular halife oldular. (…) Türk milletini Allah için, peygamber için topraklarını, benliğini unutturacak, Allah’a mütevekkil kılacak derin bir gaflet…… içinde uyuttular” (Afet İnan, a. g. e.).

Hz. Peygamberin mübarek hırkasına “palaspare= parsaklı yırtık elbise” diyen M. Kemal, derin Atatürkçü ilahiyatçı Kasapoğlu’na göre “Hz. Peygambere saygılı ve inançlı bir kişi ve kimliğe sahip olabiliyor?

Kasapoğlu görmezden gelse de, M. Kemal, Türk milletinin peygambere ihtiyacı olmadığını söylüyordu: “Araplar, topraklarına üç semavi din peygamberinin gelmesiyle övünürler ve üstünlük iddia ederler. Bizi de böyle bir nasipden mahrum olduğumuz için küçümserler. Aslında bu bizim ahlâk ve insanlık benliğimizi hiçbir devirde bir peygambere muhtaç olmayacak kadar kaybetmemiş olmamızın tasdikidir” ( Afet İnan, a. g. e.)

Vahyin Cebrail vasıtasıyla indirildiğine inanmayan M. Kemal’in nasıl oluyor da “kişiliğinde Kur’an’ın tesiri büyük” oluyor ve Hz. Peygamberimizi “saygıyla anıyor”?

Kasapoğlu, bir martavaldan ibaret olan bu iddiasını çürütecek şu sözler karşısında ay’a mı iltica edecek acaba? M. Kemal, “Allah’ı n Kur’an’ının sadece Araplara indirildiği” ifadesini sıkça kullanmıştır. Kur’an âyetlerine “gökten ve gaipten indiği sanılan dogmalar diyen M. Kemal’in “Kur’an Kültürü”yle beslenen bir “dindar” olduğu kanaatine nasıl varabiliyor?

Bu sözleri aydınların ve devlet erkânının önünde beyan eden, “âyetleri bir dogma” ve Kur’an’daki hükümleri “donmuş kalıplar” olarak gören, sadece “akla ve bilime inandığını” açıkça beyan eden M. Kemal’in kişiliğinde “Kur’an anlayışının büyük tesiri olduğu” söyleyen Kasapoğlu akademik mesleğini ve müktesebatını tartışmalı hâle sokuyor. M. Kemal’in sözlerinde “Kur’an’a inanan” bir anlayış değil, şeriatı ve vahyi olmayan “Yaradancı” bir anlayış olduğu apaçıktır.

M. Kemal’in zihniyetinin gerçekten böyle olup olmadığını anlamak için şu ağır pozitivizm ihtiva eden sözlerinin mânasını bir felsefeciye sorunuz bakalım ne diyecek?: “Masum ve cahil insanları, yüzlerce Allah’a taptırmak veya Allahları muayyen gruplarda toplamak ve en nihayet bir Allah fikrini kabul ettirmek, siyasetin doğurduğu neticelerdir”

M. Kemal’i dindar gösteren şu tuhaf cümlelere kim inanabilir?: “Yapmış olduğum bu araştırmada, Kur’an kültürünün Atatürk’ün kişiliği üzerindeki etkilerini incelerken, onun kişiliğinin oluşmasında çok çeşitli kaynakların rol oynadığını burada belirtmemiz gerekir. (...) Atatürk Türk milleti için tıpkı vatan ve bayrak gibi, bir mâna ve semboldür. O, Türk milletinin ortak sevgi konusudur. Onu her yönüyle olduğu gibi, manevî dünyasını tanıyabilmenin en iyi yolu, onun Kur’an kültürünü öğrenmekten geçer” ( Kasapoğlu, a.g. e. , s. 22).

“M. Kemal’in Kur’an kültürünü öğrenmek” ne demek? Pür-Atatürkçü ilahiyatçı Kasapoğlu, milletle alay ediyor galiba? M. Kemal’in Kur’an kültürü sahih bir imana göre midir? Yoksa laikçi-seküler bir bakışla malul müdür? En doğrusu bu konuda M. Kemal’in bizzat kendi eliyle yazdığı şu sözüne bir daha müracaat edelim: “Kur’an sûreleri açık semada peyda olmuş değildi…”

A. Comte’ den aynen alınan şu sözler M. Kemal’in manevî dünyasının Kur’an kültürüyle beslenmediğini gösteriyor: “İnsanlar ilk devirlerinde pek acizdi. Kendilerini koruyamıyorlar, hiçbir olayın da sebebini bilmiyorlardı. Kendilerini koruyacak bir kuvvet aradılar. Sonunda insanlık, vicdanında bir kuvvet yarattı. O da işte ‘Allah’tır. Her şeyi ondan beklediler, ondan istediler. Hastalıktan, felaketten korunmayı hep Allahlarından istediler. Fakat modern çağlarda, insan her şeyi Allah’tan beklemedi. Ancak toplumdan bekledi. Her şeyin koruyucusu insan toplumudur. Bizi koruyan, refah içinde yaşatan toplumdur. Bu sebeple topluma önem vermek, onu kuvvetlendirmek ve yaşatmak lâzımdır...” (Enver Behnan Şapolyo, Atatürk ve Millî Mücadele Tarihi, s.305, 1932).

M. Kemal’in şu sözlerini dikkate almadan ona “Kur’an kültürüyle beslenmiştir” demek, hangi ilmî ahlâka sığar?: “Türk milleti Arapça öğrenmedikçe asırlardır ne yaptığını, ne yapacağını bilmeksizin âdeta bir kelimesinin bile anlamını bilmediği halde beyni sulanmış hafızlara döndüler…” ( Afet İnan, a. g. e.)

Tevilci ve Atatürkçü ilahiyatçı Kasapoğlu’nun adı geçen kitabında “Atatürk’ün milletin ortak sevgi konusu olduğu” sözü de inandırıcı değildir. M. Kemal sevgisinin oluşması için onun önce din-i İslâm üzere milletin gönlünde yer etmeliydi. M. Kemal, “ortak sevgi kaynağı” olsaydı şayet, millet çoğunluğu cumhuriyet rejimiyle yekvücut olur ve seksen küsur yıldır cumhuriyet ilkeleriyle hiçbir sosyo-kültürel problem olmazdı. Öyle değil mi?

Bu muazzez milletin dinî bayramlarında, kandil günlerinde, câmilerinde, aile ve sosyal hayatında Kemalizm’in dünya görüşüne uygun bir inanç ve âdet yok ki “M. Kemal milletin ortak sevgisi” olsun. Olmayan bir sevgiyi ideolojik olarak varsaymak hangi ilmî gerçeklere sığar?

“M. Kemal milletin ortak sevgisi” olsaydı şayet, ecdâd ruhu taşımayan Anıtkabir’in dinî bayramlarda ve kandil günlerinde dolup taşması gerekmez miydi?

Müslüman milletin ortak sevgisi İslâm üzere olan ecdâdıdır. İnanç ve zihniyet farklılığı bakımından kalbinde M. Kemal sevgisi yer etmeyen millet meselâ Yunus Emre’yi, Eyüp Sultan Hazretlerini, İslâm âlimlerini ve mübarek zâtlarını sever. “Niçin?” sorusunun cevabını en iyi ilahiyatçıların bilmesi gerekmez mi?

Ey “Hakk’a tapan millet”! Atatürkçü ilahiyatçıdan İslâm âlimi olmaz. İslâm medeniyetinden kopartılan “Yeni Türkiye’nin Doğuşu” projesi ve laikçi din restorasyonunda görevli bu neviden ilahiyatçıları iyi tanıyıp okullarda okuyan çocuklarınıza ve etrafınıza Kemalist ilahiyatçılardan korunmalarını söyleyiniz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İlbey Arşivi